“Türkiye’ye düşmanlık besleyen, Cumhuriyet’e diş bileyen, milletin varlığına ve birliğine saldıran bu PKK’lının Cumhurbaşkanı adaylığı yasalara aykırı olmakla kalmayıp, milli ruha hakarettir. Ümit ederim ki, YSK bunu da değerlendirmeye alacak, terörün kuyruğu olmuş, bölücülüğün dümeninden tutmuş bu Eşbaşkan hakkında detaylı ve ayrıntılı incelemeyi yapacaktır.”

Bu ifadeler tahmin edilmesi zor olmadığı üzere MHP lideri Devlet Bahçeli’ye ait. Devlet Bahçeli’nin bu açıklaması, 1930’ların “Adalet” Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un , “Dost ve düşman bilmelidir ki, bu memleketin efendisi Türklerdir. Türkiye içinde yaşayıp damarlarında temiz Türk kanı akmayanların tek bir hakkı vardır; Uşaklık ve Esirlik” açıklamasıyla kıyaslandığında makul gibi görünüyor. Ancak aradan geçen yaklaşık yüz yıllık bir süreç düşünüldüğünde aslında aynı şeyi farklı minvallerde söylüyorlar.

Mahmut Esat Bozkurt’un açıklamasıyla, Bahçeli’ninki arasındaki küçük bir ayrıntı, 1930’larda Kürtler dışında gayrı-Türk milletlerin hala tamamının yok edilmemiş olmasından kaynaklı Sayın Bozkurt onları da katıyor sanırım “Uşaklık ve Esirlik” görevini yapacaklar arasına. Bahçeli’nin durumu ise daha net, Kürtler dışında kalabalık bir gayrı-Türk millet kalmadığına göre kalanı hedef almak düşüyor ona da.

Bahçeli’nin bu ifadelerine partisi ve CHP’nin ortak (çatı) Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdikleri Ekmelettin İhsanoğlu’un nasıl bir cevap vereceği sorusu Sayın Demirtaş tarafından gündeme getirilmişti. Korkulan olmadı ve İhsanoğlu, “Cumhurbaşkanlığı makamına aday olabilme şartları hukuk tarafından çizilmiştir. Sayın Demirtaş’a Cumhurbaşkanlığı konusunda milli egemenliğimizin tecelli ettiği Yüce Meclis’in vekilleri teveccüh göstermiştir. YSK’nın resmen kabul ettiği her aday bizim demokratik yarıştaki saygıdeğer rakibimizdir.” Cevabını verdi.

Gelelim yazımızın esas konusuna, CB seçimlerini otoriter bir rejimden totaliter bir rejime sıçramak için merhale olarak gören halihazırda Başbakan olan bir Cumhurbaşkanı adayının karşında Ehven-i şer olarak görülen ve “çatı” aday olarak nitelendirilen Ekmelettin İhsanoğlu var. Bir üçüncüsü ki benim umudun, barışın, demokrasinin… Adayı dediğim, ise Selahattin Demirtaş.

Erdoğan’ın CB için uygun bir insan olmadığı, toplumun tamamını kapsayamayacağı, zaten parçalamış olduğu toplumu daha da ayrıştıracağı yönündeki eleştirilere katılıyorum ben de. Ancak mesele şu ki, Erdoğan’ın “herkesin CB olmak” gibi bir niyeti yok bence. İkinci aday Ekmelettin İhsanoğlu, İhsanoğlu’nun mütedeyyin bir geleneğin temsilcisi olması tek başına CB adaylığı için, hele çatı adaylık gibi bir sıfata uygun olmadığını iddia etmek klasik Beyaz Türk refleksi olacaktır. Ancak İhsanoğlu’u aday gösteren partilerin ortaklaştıkları milliyetçi-tekçi-muhafazakar (laik demiyorum çünkü iki parti de evrensel sekülerlik çizgisini temsil etmiyor) siyasal hatta uygun bu adayları, ülkede yaşayan milyonlarca Alevi yurttaşı, devletin elinden kurtulabilen az sayıda gayrı-Müslümanı, başta Kürtler olmak üzere diğer milletler açısından bir çatı adayı değil, herkesi içinde eritecek bir “pota” adayı gibi görünüyor. Dikkat edilirse iki adayın da “kapsayıcılığına” dair bir tartışma var. Ancak bu tartışma adayların etnik kökeni üzerinden değil, siyasal çizgilerinden ve siyasal pratikleri üzerinden yapılıyor, olması gereken de bu. Mesela Erdoğan ya da İhsanoğlu Türk olduğu için bu ülkenin tamamını temsil edemez diye bir tartışma yok ya da ikisi de Müslüman olduğu için gayrı Müslümanları, Alevileri temsil edemezler denilmiyor, edememeleri Müslüman olmalarından kaynaklı değil, siyasal İslami bir çizgide bulunmaları ve ikisinin de Türk-İslam sentezinden beslenmelerinden ileri geliyor.

Üçüncü aday Selahattin Demirtaş üzerinden de bir “kapsayıcılık” tartışılmasının yapılması gayet normal fakat bu tartışmanın hangi belirlenimler üzerinden yürütüldüğüne bakalım. Yazının başında aktardığım Bahçeli’nin talihsiz açıklamaları “kapsayıcılığın” hangi belirlenin üzerinden yapıldığının en kaba örneği. Bahçeli’nin tutumu çok net, ona göre bir Kürt’ün bırakın CB adayı olması siyaset yapmasına izin verilmesi bile züldür. Bahçeli’nin temsil ettiği ırkçı siyasi aklın somut bir ifadesi olan bu sözler Demirtaş’ın “kimleri kapsayıp kapsamayacağı” tartışmasının en uç noktası. Ne yazık ki bu en üst uğraktan aşağıya doğru, liberal, sosyal demokrat, demokrat, solcu ve dahi sosyalist, iddialı tüm uğraklarda Demirtaş’ın “kapsayıcılık” tartışması Kürt kimliği üzerinden yapılıyor. Ancak bu tartışmayı de facto olarak Kürt kimliği üzerinden yapmayı dâhili oldukları siyasal çizgilerin muhtevasına uygun bulmayanlar tartışmayı Kürt kimliği değil de Kürt Hareketi üzerinden yürütmeyi uygun buluyorlar. Bu yaklaşıma göre Demirtaş’ın Kürt Hareketi içinden bir Kürt olması “kapsayıcı” olamaması önünde bir engel. Bunun üzerine üç şey söylenebilir.

Birincisi; İrfan Aktan’ın müthiş tespitiyle, “Bu ülkede bir Kürt siyasetçi Türkleri temsil edemez ama Türk siyasetçi Kürtleri (ve herkesi) temsil edebilir" mantığının açık ya da zımni olarak kendini göstermesidir.

İkincisi; Özellikle siyaseten kendini solda görenler ne Kürt Hareketini tanıyıp analiz edebilmişlerdir, ki etselerdi eğer bir bütün olarak neredeyse kırk yıllık bir mücadelenin sadece Kürtlük meselesinden ibaret olmadığını anlarlardı, ne de mevcut tekçi ulus devlet aklından kurtulabilmişlerdir.

Üçüncüsü; Egemen devlet aklının Kürt Hareketini sıkıştırarak siyaset dışına itmek için kullandığı Kürt Hareketinin salt Kürt meselesi etrafında siyaset ürettiği retoriği, devlet aklından koptuğunu iddia eden kesimler tarafından yeniden üretilmektedir.

SOL’DA DURANLARA BİRKAÇ SÖZ

Milliyetçi-muhafazakar-devletçi-tekçi siyasal çizgilerin Demirtaş’ı “kapsayıcı” bulmamaları malumun ilanıdır ve en önemlisi Demirtaş ve HDP çizgisi zaten bahsi geçen siyasal aklı kapsamamaktadır.

Ancak özgürlük-eşitlik-demokrasi-sosyalizm iddialı çevrelerin Demirtaş’ın “kapsayıcı” ve “alternatif” olmadığı gerekçesiyle CB seçimlerini boykot etmeleri, üstelik hiçbir seçimde boykot kararı almayan çevrelerin, siyaset üretememenin bir sonucu ve demokrasi adına bir talihsizliktir.

Sorulacak soru şu: Demirtaş ve HDP kimleri “kapsamıyor”?

Demokrasi güçlerini mi, sosyalistleri mi, Alevileri mi, Müslümanları mı, Ermenileri mi, Süryanileri mi, Kürtleri mi, Türkleri mi, köylüleri mi, işçileri mi, kadınları mı, LGBTİ’leri mi, geçleri mi, kent yoksullarını mı…? Eğer Demirtaş ve HDP, tüm bunları kapsamıyorsa başta sol çevrelerden gelenler olmak üzere “kapsayıcılık” adına tüm eleştirilerin altına ben de imzamı atarım. Yok, eğer sorun Demirtaş’ın Kürt ve Kürt Hareketi içinden geliyor olması ise evet bu aklı “kapsamıyor” Demirtaş ve HDP çizgisi.

HDP ya da Demirtaş eleştirilebilir şüphesiz, bunu ilkesel bir düzeyde herkesin ve her çevrenin de yapmaya hakkı vardır, özellikle sol çevrelerin. Ancak ülkenin giderek totaliter bir rejime doğru yol aldığı bir siyasal atmosferde gerçekleştirilecek olan CB seçimlerinde insan hakları, demokrasi, adalet, barış ve özgürlüğü temsil eden tek adayın “kapsayıcı ve alternatif” değil denilerek desteklenmemesi en hafif tabirle ilkesel bir tutum değildir sol adına.

Son bir söz; egemen ulus devlet zihniyetinin yarattığı politik yanlış bilinç ve zihin bulanıklığı ne yazık ki bir kısım sola da tesir etmiştir ve esas alternatif ya da kapsayıcı olmayan bu yaklaşımdır.