Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili 27 Nisan (2007) e-muhtırası konusunda ülke çapında yapılan suç duyurularını birleştirdi ve bu bildiriyi yazmakla öğünen Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt hakkında soruşturma başlattı. Haftanın büyük haberi buydu. 28 Şubat 1997'de başlatılan askeri ve bürokratik baskılarla 18 Nisan 1997'de "irtica odağı olmak" gerekçesiyle istifaya zorlanan Erbakan-Çiller (Refah-Doğruyol) koalisyon hükümeti darbe geleneğinin son kurbanı oldu.

Bu geleneği sürdürmek isteyen asker-sivil merkez güçler, toplumun iradesine değil kendilerinin sahip olduklarına inandıkları doğru yönetim anlayışını, Genelkurmay eski Başkanı (GKB) Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun deyişiyle 1000 yıl yaşatmak amacıyla, 2002 yazında seçilen AK Parti'yi devirmek için harekete geçtiler. Ancak bu kez "şapkasını alıp giden" hükümet örneğinin tersine baskılara direnen ve siyasal meşruiyetin kaynağını halkın tercihlerinde arayan bir hükümetle karşılaştılar. Askeri vesayetin sonunun başlangıcı, bu dik duruş oldu.

Laik değil diye TSK ve onun müdahaleci tutumunu destekleyen sivillerin girişimiyle cumhurbaşkanı seçtirilmek istenmeyen Abdullah Gül'ün önüne çeşitli engeller çıkarıldı. Zamanın GKB, Yaşar Büyükanıt, TSK'nın web sitesinde 4 yıl kalan tehditlerle yüklü bir ihtar yayımladı. AK Parti'ye karşı sağda bir muhalefet odağı olması için ANAP ve DYP birleşmeye zorlandı. 367 milletvekilinin katılmadığı turlar yasal sayılmadı. Bu komploya Anayasa Mahkemesi de alet edildi.

Adayını siyaset dışı engeller nedeniyle seçtiremeyen AK Parti genel seçime gitti ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinin ardından tek başına iktidara geldi. Bu zaferi, halkın AK Parti'yi toplumsal iradeyi hiçe sayan vesayetçi güçlere yeğlemesi olarak yorumlamak mümkündür. Genel seçim sonrasında yinelenen cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk iki turda üçte iki çoğunluk (367) şartı, ANAP ve DYP oylamaya katılmadığı için gerçekleşemedi. ANAP ve DYP başkanların (Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'ın) baskılar sonucunda oylamaya katılmaması nedeniyle Abdullah Gül ancak 28 Ağustos 2007 tarihinde yapılan üçüncü turda 339 oyla 11. cumhurbaşkanı seçildi. Yani askeri muhtıranın üzerinden aylar ve bir genel seçim geçtikten sonra Türkiye cumhurbaşkanını seçebildi.
Ne vardı bu pervasız bildiride ki toplum kendi ordusunun tehdidine karşı direndi ve direnen siyasal grubu da ödüllendirdi? "Devletin temel değerlerini aşındırmak" ithamına itibar etmedi. Çünkü mevcut anayasa ne toplumsal iradeyi yansıtıyordu (darbe ürünüydü) ne de bu iradenin oluşumuna saygı duyan bir güç bu bildiriyi yayımlamıştı.

"Din ile oynamanın ve inancın siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin Malatya gibi olaylara yol açabileceği" iddia ediliyordu. Malatya katliamı ve benzerlerinin militarist sistemin devamı için bir tezgâh olduğu ortaya çıktı.

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çağdaş bir demokrasi" olduğunu iddia eden kişinin istemediği cumhurbaşkanı adayını seçtirmemek için siyasete müdahale eden bir kurumun başında bulunması ve bu kurumun geçmişte bir dizi darbe yapmış olması onun inandırıcılığına gölge düşürüyordu.
"Atatürk'ün 'Ne mutlu Türküm diyene' anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır" önermesi, asker yapımı anayasa açısından bile bir suçtur. Halk arasına nifak sokmak ve toplumsal kesitleri birbirine düşman edecek biçimde nefret yaymak fiilini gerçekleştirmektedir.

Böylesine anti-demokratik ve halkına düşmanlık içeren bildiri ve hazırlayanlar soruşturmaya tabi olmalıdır. Bu, onları küçük düşürmek veya intikam almak için değil, halkı aşağıladıkları, demokrasiyi hiçe saydıkları ve devletin imkânlarını milleti tehdit etmek amacıyla kullandıkları için yapılmalıdır. Bir de böyle yapmaya heves edenleri caydırmak için...