“1945” adlı bir film seyrettim. Siyah beyaz filmleri pek sevmiyorum ama bu filme o kadar yakışmış ki başka türlü halini düşünemiyorum.

Film, Gabor T. Szanto’nun kısa hikayesinden uyarlanmış.

Macar Yönetmen Ferenc Török’ün son filmi.

Hikaye, iki Ortodoks Yahudi’nin 1945 Temmuzunda saat 11’de bir Macar kasabasının tren istasyonunda inmesiyle başlıyor.

Onları gören tren istasyonu şefi, bisikletine atladığı gibi kasabanın katibi Istvan’a haber veriyor, baba oğul Yahudilerin gizemli iki sandıkla kasabaya girdiklerini.

Katip Istvan, akşam oğlunun düğün hazırlığının arifesinde aldığı bu haberden hiç hoşlanmıyor.

Ya, diyor, bu mallarına el koydukları Yahudi aile gönderdiyse bu insanları.

Çünkü evinin karşı kaldırımında oturan en yakın arkadaşı Yahudi aileyi Almanlara ihbar eden kendisi. Almanlar en yakın arkadaşını, karısını ve çocuklarını alıp götürürken, o evinin penceresinden, tülün arkasından olanları seyretmiş.

Kocasıyla o günden beri arası açık olan karısı, kasabaya gelen baba oğul evlerinin önünden bir at arabasının ardında siyahlar giymiş, yürüyerek geçerken yine tül perdenin ardından seyredişini gördüğünde, o günü hatırlattı kocasına öfkeyle.

Adam aynı sinirlilikle, ne oldu sevgilin için hala üzülüyor musun? diye sordu karısına.

Sürekli yatağında uykulu halde olan kadın yatağına geri dönüp hüzünlü gözlerini boşluğa dikip; yanılıyorsun diye, cevap verdi.

Bu ailenin oğlu Arpad, babası ile pek anlaşamıyor, sürekli çatışma halindeler. Annesinin kuzusu olan Arpad, evleneceği kızı seviyor. Ama annesi gelinini köylü kızı olduğu için oğluna layık görmüyor.

Baba oğlun zorla düğüne götürdüğü anne orada gelini bir köşeye sıkıştırıp oğlumu sevmiyorsun sen onun başında olduğu dükkanı seviyorsun diyor.

Katibin oğlunun dükkanı diye böbürlendiği yer, kasabanın eczanesi. Bir zamanlar kocasının Almanlara ihbar ettiği en yakın dostu Yahudi ailenin dükkanı zaten. Aile gittikten sonra yalancı bir tanıkla tüm mallarına el koyan da zenginliği ile övündüğü o koca işte.

O küçümsediği gelin de aslında basit bir köylü olan Jancsi’ye aşık. Hatta sabah düğün hazırlıklarına başlamadan önce gidip onunla bir güzel sevişiyor.

Damat Arpad, düğün meydanına gelmeden önce sipariş edilen şampanyaları hazırlarken eczaneye sarhoş köylü Bandi giriyor. O da rahatsız köye gelen baba oğuldan. Haberi aldığında o hemen eczaneye girip kucağında uzun zamandır taşıdığı ateş topunu Arpad’ın kucağına atmak ister gibi, beni zorladılar, babanla karım bana yalan şahitlik ettirdiler. O kağıtları onlar imzala dediği için imzaladım diyor. Eczaneye Katibin geldiğini görünce de hızla uzaklaşıyor dükkandan.

Arpad, şaşkın, duyduklarını hazmetmek ister gibi etrafına bakınırken, ne duyduğunu bilmediği babası, suçluluk duygusuyla yüksek perdeden oğluna çıkışıyor.

Ne bakıyorsun seni işe yaramaz diyor, seni savaşın ateşinden ben kurtardım. Yoksa sen bu salaklıkla cephede ölüp gidecektin. Seni işe yaramaz senin hayatını kurtardım.

O sırada savaş bitmiş olmasına rağmen hala kasabada Alman askerleri var.

Bindikleri jiplerin tepesinde, yolda yürüyen kızlara laf atıyorlar falan, baskı yaptıkları köyde keyifleri hala yerinde.

Kasabanın katibi Yahudi ailenin evini sarhoş Bandi’nin karısıyla anlaşıp ona vermiş.

Hırslı haris kadın, benim çocuklarım var. İki tanesini de cephede kaybettim kimse bu evi benden alamaz deyip ortalıkta geziyor.

Düğünde bir ara kadının birine yanaşıp öfkeyle duydun mu, Yahudiler köye gelmiş hiç kimse sevinmesin evi kimseye vermem diyor. Cephede ölen çocuklarımın dışında benim hala geride kalan çocuklarım var diyor.

Onu dinleyen kadın hiç aldırış etmeden işine devam ederken kadına cevap vermeyi ihmal etmiyor. Köye kimin geldiği umurumda değil, evet geride kalmış çocukların var, Allah bilir kimden.

Sarhoş Bandi’nin karısı fahişe diyerek uzaklaşıyor diğer kadının yanından.

Bandi ise hala günahının ağırlığı üzerinde kiliseye koşuyor. Rahibe uzun zamandır günah çıkarmadığını günah çıkarmak istediğini söylüyor.

Rahip onu kiliseden kovuyor söze başladığında neden bahsedeceğini anladığı için.

Çünkü rahip de bu günahın ortağı.

Yahudi ailenin malları geride kalan kasaba halkının bir kısmı tarafından talan edilirken buna şahitlik eden, göz yuman kişilerden biri de rahip.

Bandi kiliseden kovulunca meyhaneye gidip içmeye başlıyor. İçerken konuşuyor da elbet.

Katibe haber veriyor başka bir günah ortağı meyhanede olanları. Adam derhal gidip elinden şişeyi kaptığı gibi Bandi’ye bir tokat patlatıp adamı kolundan tuttuğu gibi iş yerine götürüyor.

Orada tüm günah ortakları sarhoş adama gözdağı veriyorlar.

Bandi’nin karısı bu arada evine konduğu Yahudi ailenin değerli eşyalarını günden güne garajda bir arabada saklama işini hızlandırıyor. Kaçmak zorunda kalırsa Yahudiler gibi faka basmak istemiyor.

Düğün hazırlıklarının yapıldığı yerde bir başka kadın ağlayarak Yahudi ailenin annesinin küçük çocuğunu kendisinin saklaması için yalvardığını, onun da kabul edip sakladığını ama son dakika gelen jandarmalardan nasıl korktuğunu anlatıyor.

Kasabanın bu huzursuz günah kusan insanlarının arasından siyahlar giyinmiş baba ile oğul hiç kimseye bakmadan sadece kendi ırklarından insanların evlerinin önünde duraklayıp yollarına devam ediyorlar.

Onların o vakur yürüyüşü bir at arabası onu kullanan yine bir baba oğul ve arabanın arkasından yürüyen bu iki insandan oluşuyor.

Onların yürüyüşüyle sahnenin değiştiği sanki her biri yaslı bir tabloya, siyah beyaz fotoğrafa şahitlik ediyor seyirci.

O iki insan tarlaların, ağaçsız ıssız yılan gibi kıvrılan yolların üzerinden geçip kasabanın mezarlığına gidiyorlar.

Orada at arabasındaki yanlarında getirdikleri kutulardan itinayla katlanmış beyaz şallar çıkarıyorlar iki tane, dini törenlerde kullandıkları cinsten, özenle yere seriyorlar.

O sırada at arabasının sahibi baba oğul mezar çukuru kazıyorlar.

Örtülerden birinin üzerine yaşlı adam bir çift bir de tek çocuk patiği koyuyor, sanki sahibi olan çocuğu yatırır gibi. Bir tahta trenin kırık vagonunu yerleştiriyor ayakkabıların bir yanına sonra özenle katlıyor bohça yapıyor örtüyü ve diğer baba oğlun kazdığı mezara yerleştiriyor.

Bir diğer örtüyü de özenle yere açıp içine yıpranmış deri ciltli kitaplar koyuyor, onları da bir güzel bohça yapıp mezara indiriyor.

Çukurun üzerini örtüyorlar.

Oğul babasının ceketinin yakasında bir kesik açıyor. Birbirine sarılıyorlar. Kendi adetlerine göre cenaze merasimini tamamladıkları sırada köylülerle birlikte katip geliyor.

Onlara ne yaptıklarını soruyor. Nazikçe yardım etmek istediğini söylüyor.

Baba yardıma ihtiyaçları olmadığını, cenazeleri için geldiklerini söylüyor.

Mezarlıktan çıkarken rahatlayan katip emanetlerinize sahip çıkacağız söz veriyorum diyor, yaşlı adama.

Baba soğuk bakışlarla onu süzüyor cevap vermeden.

Onları at arabasıyla mezarlığa kadar getiren baba oğula samimiyetle teşekkür edip yürüyerek oradan ayrılacaklarını söyleyip onlar olmadan mezarlığı terk ediyorlar.

Geldikleri yoldan yine etraflarıyla ilgilenmeden vakurla yürüyerek ayrılıyorlar.

Bandi’nin karısı evin değerli eşyalarını taşırken kocasının bahçede kendini astığını görüyor.

Katip rahatlamış kasabaya döndüğünde Bandi’nin karısının soğuk ve mesafeli haliyle karşılaşıyor.

Kadın üzüntüsünü belli etmesine bile aldırmadan onu yanından uzaklaştırıyor.

Gelin Rozsi damat ona birlikte kasabayı terk etmelerini teklif ettiğinde kabul etmemişti.

Damat ona başkasını sevdiğini bildiğini söylemişti. Rozsi de damadı yanından kovmuştu. Oğlan bavulunu alıp tren istasyonuna gitmişti.

Rozsi damadı şutladıktan sonra sevdiği adamı başka bir kadınla gördü. Seviştikleri yerden bu sefer başka bir kadınla çıkıyordu adam.

O da tuttu, kayınvalidesinin sen dükkanı seviyorsun dediği kasabanın eczanesine gitti hışımla, etrafa baktı, raftaki parfümleri kokladı sonra etrafa saçtı ve bir kibritle sevmekle itham edildiği dükkanı yaktı.

Birine beddua etmek istediğinizde kötülüğünde boğulsun dersiniz. Kötülüğü ile sizin canınızı yaktıysa yani.

Oysa onun kendi karakteri zaten onun başının belasıdır. Aldığı kararlar, tercihleri, başına gelen olaylar karşısındaki analizleri onun belası ya da duasıdır.

Bu film 91 dakikalık süresinde bu duyguyu hatırlattı bana.

Birçok Çerkes’in hayalidir muhteşem bir göç filmi çekmek. Oysa bu kadar yalın bu kadar masrafsız kısa zamanda çarpıcı bir öyküde ne çok şey anlatılır.

Yeter ki anlatacak size değen bir hikayeniz olsun.

Güzel günlerde görüşelim. Görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.