Evet, ama yetmez!   12 Eylül davasına eleştirel yaklaşanlar, sadece Evren ve Şahinkaya’nın sanık sandalyesine oturacağı bir yargılamanın “darbecilerden hesap sormak” anlamına gelmeyeceğini savunuyorlar.
Böyle düşünenlerin çoğu 12 Eylül referandumunda geçici 15. maddedeki dokunulmazlıkların kaldırılarak 12 Eylül’e yargı yolunun açılmasını inandırıcı bulmadıkları ve “yetmez ama evet” diyenlerin de gerisine düştükleri için şimdi mahcubiyetlerini örtecek yeni gerekçeler aramak zorundalar. (Şimdilerde moda benzetme; tiyatro! Tiyatro sanki sanat değil de, bir aldatma oyunuymuş gibi nedense küçümseyici şekilde kullanılıyor.)
Oysa ortalama demokrasi kültürüne sahip her yurttaş Türkiye’nin altmış yıllık darbeler tarihinde bu davanın gecikmiş bir hesaplaşma-yüzleşme olduğunun ayırdındadır.
Dışarıdan bakıldığında tablo daha da nettir.
AP ajansı, Evren davası için “birkaç yıl önce hayal bile edilemezdi” diye yorum yapmış.
Kabul edelim ki, 12 Mart ve 12 Eylül’de darbeyle iki kez iktidardan uzaklaştırılan Demirel’in, “Bu halk beni başbakan, cumhurbaşkanı seçti, 12 Eylül’le zaten hesaplaştım” mantığına karşın demokrasilerde diktalara karşı mücadelenin tek ve geçerli yolu vardır: Askeri vesayete teslim olmamak. Darbelere zamanında karşı çıkmak. Darbecileri yargı önüne çıkarmak. AKP, on yıllık iktidar sürecinde 28 Şubat ve 27 Nisan deneyimlerinin de etkisiyle bunu yapmıştır.
Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıcı gibi davalarla hem “darbeye teşebbüs” çabalarının üzerine gitmiş, hem de Anayasa değişikliğiyle, “Yapılmış darbeleri neden yargılamıyorsunuz” diyenlere 12 Eylül davasıyla yanıt vermiştir.
2007’de “e-muhtıra” ve Anayasa Mahkemesi’nin “367 darbesi”yle Cumhurbaşkanı seçemez duruma düşürülen AKP seçim sonrası aynı cesaretle olayların üzerine gitmese 12 Eylül’ü yargılayacak güce erişemezdi.
Bu dava elbette Evren ve Şahinkaya ile sınırlı kalmaz.
Daha ilk günden Ankara Adliyesi önünde kuyruklar oluştu.
500’den fazla dilekçe verilmiş.
17 yaşında asılan Erdal Eren’in ailesinden, Evren’in “asmayalım da besleyelim mi?” buyruğu üzerine yaşamlarından olanlara dek darbe mağdurlarının ortak beklentisi, “insanlık suçu” işleyenlerden tümüyle hesap sorulması. Dönemin iktidar sorumluları, sıkıyönetim komutanları, Mamak’ta, Selimiye’de, Diyarbakır’da işkence yapanlar. Askerler, polisler, hekimler.
Hukukçu Mithat Sancar’ın Arjantin örneğinden hareketle önerdiği gibi, 12 Eylül mağdurları davanın “darbe suçu”nun ötesinde bir çerçeveye kavuşması gerekiyor. Vicdanlar o zaman rahatlayacak.
Yine de gelinen aşama önemlidir.
Ancak “darbecilerin yargılanıyor olması” kullanılan dilin “nefret söylemi”ne dönüşmesini haklı kılmaz.
“Kafeste getirilsinler, gebersinler” gibi sözcükler yakışmıyor!