İHD İstanbul Şubesi, 12.09.2022 tarihinde yaptığı basın açıklamasının ekinde, 12 Eylül Darbesi sürecinde yaşananları kamuoyuyla paylaştı. Paylaşımda, yaşananlarla ilgili verilen bazı bilgiler şöyle:

“Darbe 12 Eylül 1980 ‘de ilan edilmiş ve 1982 darbe anayasası ile de kurumsallaştırılmıştı. 1983 yılında kurulan Bülent Ulusu hükümeti ve sonrasında kurulan hükümetler darbeci zihniyetin ve darbe uygulamalarının aracı olmuşlardı. 19 Temmuz 1987 tarihine kadar sıkıyönetim devam ettirilmiş ve sonrasında 1983 tarihli Olağanüstü Hal Kanunu uygulamaya konularak, 30 Kasım 2002 yılına kadar da zaman zaman bölgesel uygulanmış olsa da kesintisiz OHAL uygulaması ile hak ve özgürlüklerimize yönelik saldırılar ve gasplar sürdürülmüştü.

2002 yılında demokrasi ve insan hakları diyerek hükümet olan AKP ise 12 Eylül’e ve darbelere karşı olmakla övünmekten hiç vazgeçmemiş ama 82 darbe Anayasası, YÖK, MGK gibi 12 Eylül kurumlarını kaldırmak için anlamlı adımlar atmaya yanaşmamıştı. Uluslararası baskılar ve toplumun demokrasi, özgürlük ve barış taleplerinin baskısıyla zaman zaman darbe anayasasını tamamen değiştirme, darbecileri lanetleme gibi söylemlere yönelmişse de bu söylemlerin sözden öteye geçemeyeceğini de 12 Eylül davası açıkça göstermişti.”

Darbeciler yargılanamadı

12 Eylül 1980 darbesini yapanların yargılanamadıkları ileri sürülen bildiride, bu konuda şunlar söylendi:

“Anayasanın 15. maddesinin kaldırılması ve darbecilerin yargılanmasının önünün açılması sonucunda; bir anlamda ‘dağ fare doğurmuş’, göstermelik bir dava açılarak, darbecileri mahkeme salonuna bile getirmeden 7 yıldızlı otellerde ağırlayarak ve milyonlarca mağduriyeti bir davaya hapsedip üstüne zamanaşımı zırhını geçirerek darbecileri korumuş, davayı siyasi çıkar amaçlı bir gösteriye dönüştürmüştü hükümet”.

İnsanlığa karşı işlenen suçlar

Darbe sürecinde yaşananlarla ilgileri sayısal verilerin paylaşıldığı bildiride, insanlığa karşı işlenen suçlar konusunda şu bilgiler paylaşıldı:

“12 Eylül darbesi sürecinde işlenen insanlığa karşı suçlar vardı;  Alelacele ve adil yargılanma ilkelerine uyulmadan yapılan yargılamalarla 517 kişiye idam cezası verilmiş ve 50‘si infaz edilmişti; 300 kişi “kuşkulu” bir şekilde ölmüş 171 kişinin 'işkenceden’ öldüğü belgelerle kanıtlanmış,  11 kişi gözaltında kaybedilmişti.

 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 650 bin kişi gözaltına alınmıştı.

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitmek zorunda kalmış,  30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atılmıştı.

937 film 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklanmış, 23 bin 667 derneğin faaliyeti durdurulmuş, sırf İstanbul’da 300 gün gazetelerin çıkması engellenmişti.

31 gazeteci tutuklanmış, 300 gazeteci saldırıya uğramış ve 3 gazeteci öldürülmüştü ve tam 49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu iddiasıyla imha edilmiş, basın özgürlüğünü kısıtlayan 151 yasa çıkartılmıştı”.

Yeni baskı yönetimleri üretildi

12 Eylül darbesinden sonra yönetime gelenlerin, yaşananlarla yüzleşme yerine, işlenen suçların üstünü örtmeye çalıştıkları, yapılanlarla yüzleşerek, bir kez daha yaşanmaması için çalışılması yerine, yeni baskı yönetimleri üretildiği konusunda şu bilgiler verildi:

“Göstermelik bir dava ve zamanaşımı ile üstü örtülerek tüm bu suçlardan aklandı darbeciler ve devlet. Suçlarıyla yüzleşmedi, cezasını çekmedi. Bu yüzden de hükümet; 2015 Nisan seçimleri sonrasında sokağa çıkma yasakları ile attığı adımı,15 Temmuz sonrasında 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan ettiği OHAL ile taçlandırdı ve ülkeyi 12 Eylül’ün ta başına döndürmekte bir beis görmedi.

20 Temmuz 2016 tarihinden başlayarak 7 kez süresi uzatılan ve 2 yıl yürürlükte kalan OHAL’ de arkasında ağır bir bilanço bıraktı.

Bu süreçte, ikisi cumhurbaşkanlığı seçimlerden sonra olmak üzere 34 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldı.

OHAL KHK’ları ile sadece OHAL amacı ve süresi ile sınırlı işler yapılabilecekken bu yasal sınır aşıldı ve pek çok kanunda kalıcı düzenlemeler gerçekleştirildi. OHAL uygulamaları ile telafisi imkânsız mağduriyetler yaratıldı.

Bu KHK’lar ile yaşam hakkından çalışma hakkına kadar pek çok alanda temel haklar ve özgürlükler budandı, kazanılmış haklar gasp edildi.                                   

İşkence, hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri, keyfi gözaltı ve tutuklamalar, çalışma hakkı ihlalleri, örgütlenme hakkına ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlalleler giderek arttı.

Basına ve kamuoyuna yansıyan, resmi kurumların ve sivil örgütlerin raporlarından derlediğimiz bilançoya göre 2 yıllık OHAL süresince;

125 bin 800 kamu görevlisi meslekten ihraç edildi,  20 bin dolayında memur açığa alındı.

446 bin kişi hakkında adli işlem yapıldı. OHAL nedeniyle tutuklananların sayısı 80 bine yaklaştı, 50 bin civarında kişi adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.

OHAL süresince 15 milletvekili tutuklandı,

99 Belediyeye kayyım atandı Belediye başkanları tutuklandı.

174 medya ve yayın kuruluşu kapatıldı, Türkiye, gazeteci tutuklama konusunda dünyada birinci sıraya yükseldi.

Haklarında soruşturma açılanlar ve kamudan ihraç edilenlerin kendileri ve eşlerinin pasaportlarına el konuldu.

7 grev yasaklandı

Hapishanelerde mahpus haklarına ağır sınırlamalar getirildi. Sohbet, arkadaş görüşü gibi kimi haklar tamamen rafa kaldırıldı

OHAL mağduru 50 kişi intihar etti.

İş cinayetleri, kadın cinayetleri ve çocuklara yönelik istismar olaylarında ciddi artışlar oldu.

Ekonomik kriz derinleşti. İşsizlik ve yoksulluk arttı.

Bu ağır bilançoya rağmen OHAL’i sürekli hale getirecek bir yasal düzenleme,  7145 sayılı torba yasa 31 Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe sokuldu.

Bu kanunun gerekçesinde; OHAL’in hükümete sağladığı olağanüstü yetkiler ile hak ve özgürlükler üzerindeki baskının OHAL koşullarında olduğu gibi devamını sağlamak gayesi güdüldüğü açık olarak yer aldı.

Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan, kullanılamaz hale getiren, yaşam hakkı, işkence yasağı gibi temel haklara tehdit oluşturan bu yasa, açıklamanın giriş bölümünde de değindiğimiz üzere OHAL’i olağanlaştırdı ve iktidara bu kez yasa yoluyla kontrolsüz bir güç sağladı. Bu kontrolsüz güçle desteklenen iktidar bu gün, idam cezasını geri getirmeyi vaat ediyor.

Bu yasa ve hukuka aykırı idari kararlar ile;  Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin teminat altına aldığı hak ve özgürlükler, özellikle ifade özgürlüğü ve barışçıl toplantı ve gösteri hakkı neredeyse tamamen kullanılamaz hale getirildi. Galatasaray Meydanı’nda oturan Cumartesi Annelerinin eylemi 700. haftasında yasaklandı. Halen, Galatasaray Meydanı da dahil meydanlar insan hakları savunucularına, kayıp yakınlarına, adalet arayan ailelere dahi yasak”.

Toplumun baskı altında tutulması sürüyor

12 Eylül 1980 darbesinin izlerinin sürdüğü ileri sürülen açıklamaya şöyle devam edildi:

“Bu süreçte, idari ve yargısal kararlarla toplumun tüm kesimleri baskı altına alındı. İşkence vakalarını artırdığı, yasa ve anayasaya aykırı olduğu bilinmesine rağmen 12 güne varan uzun gözaltı süresi uygulaması devam ediyor.

İdari kararlarla ve güvenlik soruşturması sonucunda işten atılmalar devam ediyor.

Hapishanelerde yaşanan sorunlar devasa boyutlara ulaştı ve can kayıpları arttı.

Kişi özgürlüğü ve güvenliğine yönelik tehditler ve ihlaller daha da görünür oldu. 80’lerden, 2020’ye kaçırılma vakalarında kullanılan araçlar beyaz toroslardan siyah transporterlara değişim göstermiş olsa da kaçırılma biçimleri, alıkonulma yerleri, uygulanan işkence yöntemleri neredeyse aynı.

Haksız yere tutuklanan milletvekilleri ve belediye başkanları halen tutuklu. Akademisyenler, hekimler, öğretmenler, siyasetçiler her an göz altına alınma, işlerinden edilme ihtimali ile yaşamlarına devam ediyorlar. Sudan sebeplerle ve sürekli tekrar eden gözaltı ve tutuklamalarla muhalifler baskı altında tutuluyor, faaliyetleri engelleniyor.

Basın ve internet yasakları, gazetecilere yönelik baskılar devam ediyor. Halen, gazeteci tutuklayan ülkeler arasında birinci sıradayız.

Kişilerin hak ve özgürlüklerinin, can, mal, inanç ve kültürel değerlerinin hukuk kuralları tarafından korunacağına olan inanç olarak ifade edilen, hukuk kurallarının kişiler tarafından öngörülebilir olmasını ve o kuralları uygulayan idarenin işlem ve eylemlerinin de kanunlara uygun olmasını gerektiren hukuk güvenliğinin kalmadığı, adalete ve yargı bağımsızlığına inancın ortadan kalktığı bugün; Anayasa’yla, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa insan Hakları Mahkemesi kararlarıyla bağlı olmadığını açıklayan iktidar, faaliyetlerini hukuk dışı alanda sürdürüyor. Üstelik  kamu görevlilerinin faaliyetleri denetim ve hesap verebilirlik dışına çıkarılarak ya da MİT mensuplarında olduğu gibi denetimleri, atamaları  sadece Cumhurbaşkanına bağlanarak yargıdan güvenliğe tüm kamusal faaliyetler iktidarın eline teslim edildi.

2021'de tablo daha da ağırlaştı.

2020 yılında çıkarılan Yeni Bekçiler Kanunu, Çoklu Baro Yasası, Sosyal Medyaya Sansür Yasası, Ceza İnfazında eşitsizliği derinleştiren yasal düzenlemelerden sonra 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve hükümetin OHAL yetkilerini 3 yıl süreyle yeniden uzatan yasanın 18 Temmuz 2021 tarihinde kabulü ile rejim, hak ve özgürlüklerden uzaklaşmaya devam edeceğini ve otoriterleşme yönündeki ısrarını göstermiş oldu.

2022: Artık otoriter bir rejimden söz ediyoruz.

2022 İnsan hakları normlarını hiçe sayan, temel hakların keyfi karar ve uygulamalarla ortadan kaldırıldığı, kaosun ve krizin derinleştiği bir yıl oldu”.

Bunları, bu ülke insanına yaşatanlar kimlerdi? Bu uygulamaları yapanlar, uzaydan gelerek, ülke insanına akıl almaz uygulamalarla acılar yaşatarak geri dönmediler. Rusya, Yunanistan,  ABD uyruklu birileri gelerek bu acıları yaşatmadılar bu ülkenin gençlerine, aydınlarına, insanlarına. Bu acıları çekenlerin dedeleri, babaları, nineleri, anneleri, ülkenin kuruluşunda, kurtarılmasında hiç emek harcamamışlar mıydı? Bu ülkede herkes, ülkeyi yönetenler gibi düşünmek zorunda mıydı? İnsanımıza bunca acıyı çektirenler, neden korunup kollanarak yaptıklarının bedellerini ödemediler?

Bu soruların yanıtlarını aramak, geleceğimizi belirleyecek günler için adımlar atmak olacak.