Türkiye ciddi bir krizin içinden geçiyor, bu sonunda yönetimin gelip tıkandığı bir nokta. Bunun farkında olmamaları doğal, çünkü kendileri sistemin böyle olmasını ısrarla savundular ve istemeye devam ediyorlar. Denetlenmeyen bir başkanlık rejimi ve laik geleneğe alabildiğine karşı ideolojik bir tavırları var. Bu ikisiyle iktidarda kalmanın koşullarını sağladı AKP yönetimi. Baskı ve yıldırma ile muhalefeti susturmayı, baş eğmeye yatkın bir topluma çok kolay kabul ettirebiliriz sanıyorlar. Yandaş olmayan haber kanallarının çalışma özgürlüğünü çiğneyerek toplumun haber alma hakkını engellemek, her fırsatta kullanılan yöntemleri oldu. Muğla-Milas yangınında Fox TV ve Halk TV muhabirlerine getirilen yasaklamalar bunun son örneği.
Toplumun artan bir çoğunluğu olup bitenleri beğenmese de gelinen bu noktaya etkin şekilde karşı çıkmayı, örgütlü bir mücadelenin geleneğinden çoktandır uzak kaldığı için gerektiği kadar başaramıyor. Demokratik hak arama yolları alabildiğince tıkanmış, yönetene hesap sorulamayan bir çıkmaza girilmiş. Korku dağıtarak sağlanıyor bu da. Dışarıdan yardım isteyen sosyal medya çağrıları bile devlet aleyhinde işlenmiş suçlardan sayılıyor, soruşturma konusu olabiliyor.
İçinden geçtiğimiz günler ülkenin ne kadar kötü yönetildiğini daha doğrusu nasıl bir yönetim boşluğuna düştüğünü kanıtlıyor.
Sorun bir yönetim krizinin ötesinde ciddi hukuksal, yapısal sorunları barındıran bir siyasal tercihin sonucu olarak karşımızda.
Kendisini ayakta tutmak üzere işe yarayan parasal yardım gibi araçları ekonomi yönetimindeki başarısızlık nedeniyle eskisi kadar kullanamayan iktidar, şimdi kaybettiği toplumsal desteği geri almayı umarken muhalefet cephesindeki zayıf halkların üstüne giderek ayrılıkları körükleyen yöntemlere başvuruyor. Ayakta kalabilmek için alınan hatalı kararlar ve tercihlerle ülkeyi çıkmaza iten yönetim krizi, bir yandan da kendi başarısızlığını açığa vuran kendi içindeki başka bir krize yol açıyor. Hükümet içindeki çatışma, gruplaşma bunun bir sonucu.
Gerek kontrolsüz göçmenlik, gerekse son yangın olaylarında kullandığı yöntemler ve açıklamalar bu krizi derinleştiriyor. Meseleyi çözmek, toplumsal yaraları sarmak, toplu yaşamı tehdit eden afetlerden ve çatışmalardan korunmak yerine, yönetim sorumsuzca yorumlar ve tespitlerde bulunarak çözümsüzlüğü doğallaştırıyor, diğer yandan bundan güç devşirmeye çalışıyor, ama aynı zamanda kendi içindeki krizi de büyütüyor. En son Milli Eğitim Bakanı hakkında konuşulan istifa haberleri işlerin eskisi gibi yürümediğinin göstergesi. Bakanların, bürokratların açıklamaları da ayrıca şaşkınlık yaratıyor, bu kadarı da olmaz dedirtiyor. Yanlış kararlar, öngörüsüz yaklaşımlar ülkeyi bir kaosa itiyor. Bir korku filmi seyreder gibiyiz. Küle dönmüş ormanları, terkedilen yaşam alanları, çaresiz kalan insanlarıyla bütün canlıları tehdit eden korkutucu bir manzara var karşımızda.
Buradan bir çıkış olmalı elbette. Demokrasiyi ve hukuk düzenini kuracak bir siyasal dönüşüme ihtiyaç var bunun için. Acil olan şey, bu iradeyi hayata dönüştürecek demokratik dayanışmayı sağlamak ve bu düşünce ekseninde geleceğin temellerini atmak olmalı.
Bekleyen bir toplum yerine zorlayan, dayatan bir toplum olabilmek, demokratik yolları sonuna kadar kullanabilmek asıl mesele. Bunu biliyor herkes zaten, ama hayata geçirmek söylendiği kadar kolay değil.
Ateş her alanda kapıya dayanmış. Eski alışkanlıkları, saplantıları bırakarak, sağ duyu merkezinde toplanmak gerekiyor. Muhalefeti geniş bir mutabakat etrafında birleştirmek bir zorunluluk. Farklılıkları gözeterek öncelikleri belirlemek yerine, birbirini anlamaya çalışma, makul olanı isteme ile başarı sağlanabilecek ancak. Demokratik, dayanışmacı bir çizgide, birlikte hareket etmenin ne kadar önemli olduğunu öğreten önemli günlerden geçiyoruz. Ülkenin kaderini bu çizgi belirleyecek.