Deprem felaketinde yaşanan acılar insanların birleşme, dayanışma duygularını açığa vurmasını sağladı. Toplum olarak epeydir unuttuğumuz, "ancak birlikte olursak üstesinden geliriz zorlukların" demeyi hatırlattı bize. Binlerce isimsiz gönüllü, deprem bölgesine elinden ne gelirse yaraları sarmaya koştular, çoğu kendi imkanlarıyla, karşılık beklemeden, oradaki insanlarla kucaklaştılar, belki kendilerini riske atarak...

Gidemeyenler, bu fedakarlığa uzakta olsam da ne yapabilirim endişesiyle gücü yettiğince bağışlarıyla, elinden ne geliyorsa bu yardım seline katıldılar. Başkasının acısı, acımdır diyerek...

Sadece acılarda mı birleştik pekiyi? Hayır. Başımıza gelenlerin nedenlerini de sorgularken birleştik. Çözüm nerde sorusunu sorarken de birleştik. Duygularımızın ötesine geçip ortak akıl ve sağduyu ile hareket etmeyi de düşünmeye başladık. Nasıl bir gelecek kurmamız gerektiğini, nerde hatalar yaptığımızı, neleri atladığımızı...

En azından bir çoğumuz bunları da düşünmenin zamanı geldi diye sormaya, hayata yeni bir yön vermeye, birlikte olacaksak çareler üretmemiz gerektiğini daha iyi anlamaya başladı.

Tamamen başarabildik mi? Hayır. Ne yazık ki hayır!

Devleti yönetenlerin depreme hazırlanmadaki ihmalleri, deprem sonrası afet yönetiminde başarısızlıkları yetmiyormuş gibi şimdi de bunu eleştirenleri susturmaya çalışması, hatta Mersin’de olduğu gibi valiliklerce yasaklar getirilmesi, hukuk dışı göz altıların, engellemelerin sindirme boyutuna taşınması, depremi bir imaj tazeleme fırsatı olarak kullanmaları alışılmış Türkiye gerçeğinin bir tekrarı değil mi?

Sadece onlara değil, depremde fırsat kollayan, felaketten maddi kazanç devşiren, zihniyettekilere ne diyeceğiz?

Stokçuluk yapanlar, fahiş fiyatlara, kiralara başvuranlar, evinin değeri düşmesin diye binası için risk tespiti yaptırmayanlar, başkalarının canı pahasına çürük evini elden çıkartabilecek utanmazlar o kadar çok ki aramızda...

Felaketler içinde bile bunları yaşarken insanlığın nasıl çürütüldüğünü, bütün bunların acımasız bir rekabet düzeninin eseri olduğunu, bencilliğin nasıl toplumsal ahlakın içini boşalttığını sorgulamalıyız şimdi.

Sorunun ekonomik ve sosyal yönüyle toplumcu, kamucu bir yapılanmanın konusu olduğunu anlamamız gerek. Deprem sonrasını yeni bir açılım için milat kabul etmek zorundayız. Yeni bir Türkiye'yi kuracaksak farklı bir duruşa, zihniyete, değerler setine, bütün muhalefetiyle bu anlayışla yürütülecek yeni bir ortaklaşmaya ihtiyacımız var.

Kolay değil. Ama değişim için denemek zorundayız.