Anayasa çalışmalarına umut bağlamayanlar çoktu, aylar geçtikçe bunlara yeni kişiler eklendi. Son zamanlarda umutsuzluğunu dışa vuranlar çoğaldı.
Ben, sonucunu görmeye kafa yormadan, anayasa çalışmalarını izleyen ve yapabildiğimce katkı verenlerdenim.
Önceleri ‘demokratik bir anayasa ihtimaline epeyce umut’ bağlayıp, şimdi heyecanlarını kaybedenlerden ikisinin yazısını bu hafta okuduk.
Görüşlerinden ve ahlakından ödün vermeden Babıâli’de kırk yıl yaşayabilmiş Hasan Cemal, ‘anayasa heyecanı bırakmayan durum vaziyeti ve ihtimal hesaplarını’ salı günü yazdı. (Milliyet, 06 Mart)
Sevgili Hasan’ın beklentisi, kırmızı çizgiler koyarak masaya oturmadan Kürt sorununun önünü açan, vatandaşlık tanımını değiştiren, askeri vesayeti sona erdirecek, yerel yönetim anlayışının önünü kapatan tanımlardan kaçınan bir anayasa hazırlanmasıymış. Kusura bakmasın, benim beklentilerim daha çok!
Olumlu gelişmeler beklemeyen Hasan Cemal yazısını “Keşke yanılsam” diye bitiriyor.
Değerli öğretim üyelerinden Mithat Sancar dünkü yazısında bir hayli kötümser görünüyordu: “82 Anayasası ‘zihniyet kalıplarının ve davranış normlarının hâkimiyeti altında, yeni bir anayasa yapmaya çalışıyoruz’ dedikten sonra bu işin böyle olmayacağını anlamak o kadar zor mu?” diye yazmış. (Taraf, 07 Mart)
Bu iki kıymetli yazarın gerekçelerinde belirttikleri düşüncelere ve işe etkilerine itirazım yok ama bunlardan çıkardıkları sonuçlar tartışılmalıdır.
Anayasa çalışması, nasıl biteceği tasarlanacak ve hesaplanacak işlerden değildir. Herkesin konuşmasını istiyoruz, azımsansa da katılanlar az değil, konuşuldukça görüşler, umutlar, istenenler, toplumun beklentileri değişecektir ve de değişiyor. Böyle bir sürecin sonunda varılacak yer tasarlanıp, tahmin edilemez.
Esas aktörler ve partiler umutlarımıza ve düşüncelerimize karşı, kararlar vererek başlamış olabilirler.
Meclis dışı düşünceleri dinleme süresinin nisan sonu olarak belirlenmesi bunlardan biri sayılabilir.
Eksik kararlarından biri de ‘tamamın uzlaştığı konuların’ Uzlaşma Komisyonu’nun kararı olarak tanımlanmasıdır.
Bu karara göre Meclis’e sunulacak yeni anayasa üzerinde tam uzlaşma sağlanacaktır. Yani, toplumun tartıştığı birçok konu, iktidarın kararıyla çıkarılacak veya çıkarılamayacak yasalara bırakılacaktır. Bana göre, ‘oy çokluğu’, ‘uzlaşmaya bırakma’,‘erteleme’ gibi kararlar da ‘komisyon’un kararları arasında sayılmalıydı.
Baştan beri çok tekrarlanan bir husus var: Yasalar ifade özgürlüğünü kısıtlamaktadır; bu dar zamanda yasaları nasıl değiştirip düzelteceğiz? Bu siyasal yapı ve zihinlerimizi kapsayan önyargılarımızla yeni bir anayasa yapılabilir mi?
Bu itirazlar hem doğru hem de yanlıştır. Doğrudur, siyasal hayatın tabiileşmemiş olması tartışmayı da tabiilikten çıkarmaktadır, en azından çıkarabilir. Yanlıştır çünkü, her toplumun yeniliklere karşı, az ya da çok tutsaklıkları vardır; var diye, yenilikleri tartışmaktan kimse vazgeçmedi biz de vazgeçmemeliyiz!
İktidar veya muhalefet şunu istiyor, bahane arıyor gibi varsayımlara dayanarak umutsuzluğa kapılmak yerine, o ihtimallerin zararları anlatılmalıdır.
Yeni anayasa çalışmalarının, olumsuz sonuçlanacağı ihtimaline açık durumunu düşünmek faydasız yoldur. Bu yol insanları, mücadeleyi bırakacağı yere taşır, koşulları tartma imkânından uzaklaştırabilir!
Benim önerim şudur: Yeni anayasa yazma yoluna girdik, kim nasıl davranırsa davransın, ne söylerse söylesin, geriye dönüşü olmayan bir yolda bulunduğumuzu, birlikte yazacağımızı kabul etmeliyiz!
Vazgeçersem kendime güvenimi kaybedeceğimi sanıyorum; bu nedenle sonuna kadar uğraşacağım! Asıl önemlisi toplum da kendine güvenini kaybedecektir!
Anayasayı yeniden yazma yoluna girmek için neler yaşadık bir düşünün! Anlaşıncaya kadar konuşalım; evet, yazmamak yazmaktan daha iyidir denilebilir mi?