Arkadaşım geçenlerde telefon edip birlikte kahvaltı yapmayı teklif etti. Önce birlikte İstanbul Kafkas Derneği’ne gidip ayırttığı biletleri alacağını söyledi, "Olur," dedim.  O, biletlerini alırken duvardaki afiş dikkatimi çekti. İslamey Dans ve Müzik Topluluğu yazıyordu, ama arkadaşım söylerken başka bir ses çıkıyordu ağzından. İslamey, benim için "ey İslam" gibi bir şeyi çağrıştırıyordu okuduğumda. Okuduğumla, arkadaşımın gideceğini söylediği dans topluluğu arasında bir tutarsızlık vardı. "Nasıl yani?" dediğim zaman konuya hakim olduğumu sanıp dernekte görevli olan hanım, ben de şimdi onun yazısını yazıyorum dedi. 

Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED), sonuçta Milli Eğitim Bakanlığı önünde bir araya gelip bir açıklama yaptılar.

Seçmeli ders olan Adige dili için iki ayrı müfredat ortaya çıkmış görünüyor şimdi ve buna itiraz ediyorlar.  MEB‘in düsturuna bile ters olduğunu iddia ediyorlar. Öyle çift başlılık olmaz diyorlar.

KAFFED, Türkiye’deki dernekleri çatısı altında toplayan bir sivil toplum kuruluş örgütü ve 2012 yılında Kiril alfabesinin ortaokullarda seçmeli ders olarak okutulacak olan Adige dillerinin alfabesini hazırlayıp Milli Eğitim Bakanlığı'na sunmuş, onlar da yürürlüğe koymuşlar. Bu sene de 2015 yılında Adige Dil Derneği’nin Latin alfabesi hazırlayıp bakanlığa sunmuş, onu da onaylamış bakanlık; o da öğrencilere öğretilmek üzere yürürlüğe konmuş.

Etrafımdakilere sordum, kendi anadilini konuşan, okuyanlara, "Sen hangi alfabe de öğrendin?" dedim, "Ben Latin alfabesinde öğrendim," dedi biri. Sonuçta alfabe sembollerden oluşuyor, önemli olan öğrenmek, hangi alfabede öğrendiğinin ne önemi var. Üstelik konuşmayı bilen birini öğrendiğinde diğerinin de mantığını kolaylıkla çözermiş. Önemli olan konuşabilmekmiş. Her sesin bir anlamı varmış çünkü. Konu karışıkmış aslında ya neyse ben anladığım kadarından bulaşırım artık.

Ben de birazcık baktım bu Latin alfabeyi ilk kim hazırlamış falan diye.

Fransız tarihçi George Dumezil 1925 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine Türkiye’ye gelmiş, 6 sene boyunca İstanbul Üniversitesi’nde ders vermiş. Onun sosyoloji dersi verdiği dönemde harf devrimi yapılmış ülkede. George Dumazil bu ülkeyi çok sevmiş, bir daha dünyaya gelse İstanbul’da yaşamak istediğini bile söylemiş. Kafkas halklarıyla ilgilenmiş, özellikle yok olmakta olan Wubıh dilini araştırmış. Onun Abhaz ve Adige dilleri ile akrabalığından kaynaklanan ortak benzerlikleriyle ilgilenmiş. Bu yüzden sık sık gelmiş, ziyaret etmiş memleketi. Son Wubıh Tevik Esenç ile birlikte araştırmalar yapmış ve çalışmasını  “Hayatta en az günah işlediğim ve en çok benimsediğim” olarak değerlendirmiş. (Neden bilmem)

30 dil bilen George Dumazil, bu ülkede kaldığı kısa süre içinde bir sürü şey yapmış ancak yaptıkları bize sadece makalelerle ulaşmış. Onun dışında kitaplaşmış fazla bir şey yok hakkında ya da ben henüz yolun başında olduğum için bir günde bir şey bulamadım.

Adige dilini, Kiril alfabesinden Latin alfabesine dönüştüren de o olmuş.

Yeni okumaya başladığım C.G. Jung’dan öğrendiğime göre; 'Tarih, içinde yaşarken hissedilmeyen, aslında bir bütün değil, kişilerle varolan ve öyle bakılması gereken bir şeymiş. Bir duruma kişisel tarihten yola çıkıp bakmak daha aydınlatıcı bir durummuş.'  Toplumlar, çağ için de geçerli bir durum bu.

Hal böyleyken efendim hiç dilini bilmeyen,  sadece anlayan biri olarak hangi harflerle öğretildiğini umursamadan, bana kültürümün duygusunu verebilecek alfabeyi ben kabul ederim.

Alfabeyi öğrenmek çok kısa bir zamanını alıyor insanın, bu sorun değil; ama konuşmak, duyguyu yazıya aktarmak gerek. Bunun için ortaokula giden çocuk, hangi alfabeyi bilen öğretmen bulabiliyorlarsa ona tutunsun, sonra kitaplar basılsın, hem Kiril alfabesinde hem Latin alfabesinde. Ne olmuş.

Kiril alfabesi 9 yy. dan beri var. Dil insan yaşadıkça dönüşür; onun da tarihine bakınca değiştiğini, içinden fazlalıkların çıkarıldığını yeni harflerin girdiğini görüyorsunuz. "Bunun devamını sürdürecek benim çocuğum" diyorsa, veli süpermiş, buyursun okusun. Yok, "benim çocuğum Latin alfabesinde başladı, hayata şimdi onun kafasını bulandırmayalım annesi" der, kimi; o da Latince öğrensin. Elin oğlu 30 dil bilmiş ne var yani bizim çocukların kafa biraz karışsa.

Bir dönem şanslı insanlar duyarak öğrendiler anadillerini, kimileri kütüphaneden çalıp alfabeyi, evinde kendi başına öğrendi.

Benim gibi zır Fransızlara da mantık yürütmek kaldı.

Çok seslilik iyidir, sonunda bir fikir çıkıyorsa şayet, ama herkes bir yandan konuşup, diğerini dinlemeden sadece kendi sesine açıksa, işte o zaman kuru gürültüden başka bir şey çıkmaz ortaya ve düşünme zahmetine katlanmak istemeyenler, hızla uzaklaşırlar oradan. 

Göçebe kaderimizin, Araf’ta kalmış yerleşik yanıyla düşünüp, artık yerleşik kararlar alma zamanı geldi belki de.

Güzel günlerde görüşelim

Abziyariza haybabayt