Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Demirtaş sürecin vahametini ve karakteristiğini, önemini doğru bir şekilde yukardaki cümle ile vurguladı. Çok ağır koşullarda, keyfi sıkıyönetim koşullarında (zira ulusalüstü hukuka ve iç hukuka uygun bir OHAL söz konusu değil) adil olmayan bir seçimle karşı karşıyayız. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri dün bir kez daha seçimden önce OHAL’in kaldırılması çağrısını yaptı.

"BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi"nin mütemmim cüzü olan Sirakuza ilkelerinde vurgulanan, savaşta dahi ihlal edilemeyecek tüm çekirdek haklar aylardır hatta yıllardır ayaklar altında. Dünya Adalet Projesi hukuk kalitesi ve hak arama özgürlüğü sıralamasında Türkiye’nin 121 ülke arasında 112. olduğunu (2017 sonu itibariyle) yayınladı.

Türkiye Cezaevi nüfusunun toplam nüfusa oranla dünyada Rusya’dan sonra en büyük olduğu bir ülke haline geldi. Dünyada en çok gazetecinin, en çok akademisyenin, en çok avukatın, 70 bin civarında öğrencinin tutuklu olduğu ve yargılandığı ülke oldu.

Kuşkusuz milletvekillerinin de en çok tutuklu olduğu ve yargılandığı, bu açıdan da dünyada ilk sırada olan ülke. Basına bile kayyum atanan ülke.

Dinci ve şövenist uygulamalar yaşamın her alanını istila etti. Barış demenin, diktatörlüğe hayır demenin tutuklanmak ve yargılanmak için yeterli neden olduğu bir ülke durumunda.

24 Haziran’da mevcut tiranlık, çalsa da çırpsa da her türlü zorluklara rağmen halktan dersini almazsa, 16 Nisan plebisiti ile oyların gasp edilmesiyle kabul ettirilen, Başkanlık-yarıbaşkanlık rejimleriyle hiç ilgisi olmayan, esas olarak Azerbaycan tipi faşist bir diktatörlüğü kalıcı hale getirecek olan Anayasal değişiklikler tamamen kalıcı olarak yürürlüğe girecek. Yargı, yasama ve yürütmenin bir tek şefte toplanması sağlanmış olacak. Onun için Sayın Demirtaş’ın vurgulaması hayati öneme sahip.

Kuşkusuz bizim nihai özlemimiz doğrudan demokrasinin yaşam biçimine dönüştüğü anarko komünal bir rejimdir. Halkın dolaylı olarak değil doğrudan yasa yapma işlevinin olduğu, halkın hem yasamada hem yürütmede doğrudan belirleyici ve azledici olduğu, demokratik jüri sistemleriyle yargısal faaliyete katılabildiği, tüm idare edenlerin halk tarafından seçildiği, dillerin ve halkların hak eşitliğinin olduğu bir özlem.

Ne var ki AKP iktidarının coğrafyamızı getirdiği nokta şimdi acilen "Ya demokrasi, ya diktatörlük" saptamasıyla davranmamızı gerektiriyor. Aslında iktidarın başı da izlediği savaş politikalarıyla, baskı politikalarıyla, hak ve özgürlükleri gasp eden uygulamalarıyla coğrafyayı ne hale getirdiğinin sanki farkında gibidir. Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada "adalet çığlıkları her tarafa yayılmışsa orada zulüm var" diyebilmiştir. Nereyi kastetti bilemiyoruz ama bu tasvir tam da kendi iktidarının sebep olduğu coğrafyamızın şimdiki haline tıpatıp uymaktadır. Keza gerek aynı konuşmada gerekse AKP İstanbul il kongresinde yaptığı konuşmada "yargıyı daha bağımsız yapacağız" demesi, yargının AKP döneminde geçmiş dönemlerle kıyaslanmayacak kadar yürütmenin kılıcı haline geldiğinin dolaylı itirafıdır. Yargının, hukukun kırıntılarından bile uzaklaşarak yürütmeye bağlı operasyonel faaliyet yapan bir birim haline geldiğini iki gün önce görevinden istifa eden Ankara Cumhuriyet başsavcısı da, Nazi dönemi Almanyasıyla kıyaslayarak haykırmıştır.

Haddi hesabı olmayan engellere, zorluklara rağmen 24 Haziran’da diktatörlüğe hayır demek için canla başla çalışmak hayati önem taşımaktadır.

İki sağ ittifaka karşı tek özgürlükçü alternatif olan HDP’yi tüm oyunları, kumpasları bozarak eskisinden daha güçlü hale getirmek toplumsal özgürlükler için, su, oksijen kadar yaşamsal önem taşımaktadır. Siyasal rehin olarak içerde tutulan, salt iktidar istediği için siyasal faaliyet yapması engellenen başta Selahattin Demirtaş olmak üzere tutuklu milletvekilleri serbest bırakılmalı, bu yönde kampanya yürütülmelidir. Demirtaş özgürce adaylık çalışmasını yürütebilmelidir.

Yukarda vurguladık. AKP dönemi Cumhuriyet tarihinin en çok avukatın tutuklandığı ve yargılandığı, halkın hak arama özgürlüğünün temsilcilerine bir baskı dönemidir. Yarın çok sayıda avukat özgürlükleri, gerçekleri savundukları için, savaşı değil barışı savundukları için, diktatörlüğü değil gerçek demokrasiyi savundukları için, dillerin ve halkların hak eşitliğini savundukları için 10 Mayıs 2018’de Çağlayan Adliyesinde duruşmalara "sanık" olarak çıkacaklar. 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Asrın Hukuk bürosu davası, 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ÖHD/TUAD davası, 36. Ağır Ceza Mahkemesinde bizim de içinde olduğumuz 19 avukat sokağa çıkma yasağı sürecinde Cizre’de sivillere yönelik suçları teşhir edip kınadığımız için "sanık" kürsüsünde olacağız.

Demokrat, özgürlükçü, sosyalist avukatlar Napolyon diktatörlükleri döneminde savunmanlık yapan Av. Beriare’nin sözünü düstur edinir: "Biz avukatlar masanın bir tarafına gerçekleri, diğer tarafa kellemizi koyarız. Önce gerçekleri dinleyin sonra isterseniz kellemizi alın."