Gerek iktidarın gerekse muhalefetin mülteci, sığınmacı, göçmen politikaları insan haklarına aykırıdır.

İnsan hakları açısından mülteci, sığınmacı, göçmen hakları temel sınav konularıdır. Bu açıdan baktığımızda hem iktidar, hem de muhalefet sınıfta kalmış durumda. Kitleler içinde şöven ve ırkçı eğilimler kabarıyor. Demokratik toplum kurumlarından ise insan haklarına uygun doğru ve gür sesler çıkmıyor. İktidar çelişkili söylemlerde. Daha çok islami kesimlerin duygularını tatmin temelinde politikalar üretiyor. Ana muhalefet ise milliyetçi duygulara hitap ediyor. Kuşkusuz bu konuda devasa bir sorunun oluşmasında iktidarın Ortadoğu’daki gerilimleri artıran, savaş politikalarını tahrik eden, yangına körükle giden politikaları temel etmenlerden.

İnsan hakları savunucuları ve sosyalistler soruna nasıl bakmalı? Bu sorunun yanıtına geçmeden önce bu üç olgunun doktrindeki anlamına bakmakta yarar var.

Mülteci, kendi ülkesinde ağır insan hakları ihlallerine ve zulme uğrama tehlikesi altında olduğu için ülkesinden ayrılmak zorunda kalan kişidir. Mültecilerin uluslararası koruma edinme hakları vardır.

Sığınmacı ise ülkesinden ayrılmış olan zulüm ve ağır insan hakları ihlallerinden korunmak için başka bir ülkeye sığınan, ancak hukuki anlamda henüz mülteci olarak kabul edilmeyen ve sığınma başvurusunun sonucunu bekleyen kişidir. Sığınma talep etmek bir insan hakkıdır. Bu da herkesin sığınma talebinde bulunmak üzere başka bir ülkeye kabul edilmesine izin verilmesi gerektiği anlamına gelir.

Göçmenler ise şu veya bu nedenle kendi ülkeleri dışında yaşamak zorunda kalan ancak sığınmacı veya mülteci olmayan kişilerdir.

Tüm dünyada 26 milyon civarında mülteci bulunuyor. Egemenler bu kadar yüksek sayı nedeniyle sınırlar arasında hareket eden insanları küresel bir kriz olarak değerlendiriyor. Ve insan haklarına aykırı önlemlere başvuruyorlar. Duvarlar oluşturuyorlar. Oysa esas sorun aileleri ve kişileri sınırları geçmeye zorlayan sebeplerle iktidarların insan haklarına aykırı politikalarıdır.

Unutulmamalıdır ki her insan birden fazla kimliğe sahiptir. "Mülteci", "sığınmacı", "göçmen" gibi terimler yalnızca geçici terimlerdir. Bu tür terimler insan kimliklerini tam olarak yansıtamaz . Kişinin hukuki statüsü; bir mültecinin, bir sığınmacının veya göçmenin tüm kimliğini ve kişiliğini ifade edemez. Hiç kimse yalnızca hukuki statüsü üzerinden tanımlanamaz. Önemli olan küreselleşmiş bir dünyada adil olan, küresel sorunların sorumluluğunun küresel çapta paylaşılmasıdır.

Devletler, hiç kimseyi insan hakları ihlallerine uğrayabilecekleri bir ülkeye geri dönmeye zorlamamalıdır. Onun yerine mültecilere, yaşayacakları güvenli bir yer ve iş, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim olanağı sağlamalıdır.

Ulusalüstü insan hakları hukukunda yavaş da olsa gelişen mültecilere, sığınmacılara ve göçmenlere ilişkin teminat hükümleri vardır. Bunların başlıcalarından İnsan hakları Evrensel Beyannamesi 14. Maddesinde “Herkesin, sürekli baskı altında tutulduğunda, başka ülkelere sığınma ve kabul edilme hakkı” olduğunu belirtir.

1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin BM Sözleşmesi ve 1967 protokolü; Mültecilerin zulüm görme riski altına girebilecekleri ülkelere geri gönderilmesini yasaklıyor.

1990 tarihli Tüm Göçmen İşçilerin Ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme; göçmenleri ve ailelerini koruma altına alır.

Bölgesel Mülteci hukuku düzenlemeleri (1969 Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi, 1984 Cartagena bildirisi, Avrupa Birliği ortak sığınma sistemi ve Dublin prosedürü) mültecilere özel koruma sağlıyor. Yetersiz de olsa.

Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşmenin 32. Maddesinde "Taraf devletler, ülkelerinde yasal olarak bulunan bir mülteciyi ulusal güvenlik veya kamu düzeni ile ilgili sebepler dışında sınır dışı edemeyeceklerdir” denmektedir. Aynı sözleşmenin 33. maddesinde ise "hiçbir taraf devlet, bir mülteciye, ırkı, dini, tabiyeti, belli bir sosyal guruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı yada özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade etmeyecektir” denmektedir.

Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmenin 22. maddesinde ise "göçmen işçiler ve aile fertleri toplu sınır dışı edilme tedbirlerine maruz bırakılamazlar" denmekte. 24. Maddede ise "Her göçmen işçi ve ailesinin her ferdi yasalar önünde bir kişi olarak tanınma hakkına sahip olacaktır "denmekte. Aynı sözleşmenin 40 ve 41. maddelerinde dernek kurma, seçme ve seçilme hakkı da tanınmaktadır.

Ana muhalefet partisi iktidara geldiğimizde yukardaki statüde bulunanları geri göndereceğiz diyor. Bu, konuya ilişkin vurguladığımız tüm insan hakları belgelerinin ihlali anlamına gelir. İktidar da aslında göndermek istemekte , ama politik kaygılarla islami kesimi hoşnut etmek için zikzaklı söylemlerde bulunmakta.

Sözleşmelerin de üstünde ve ötesinde savunmamız gereken her insanın istediği coğrafyada özgürce yaşama hakkıdır. Bir kişinin hangi coğrafyada yaşamasını devletler belirlememelidir. Naziler de her zaman başka ülkelerden gelen mültecilerin, göçmenlerin, sığınmacıların ülkelerine gönderilmelerini savunmuşlardı. Halen de savunuyorlar. Evren tüm canlılarındır. Dini veya milliyetçi bakışlarla yaklaşılmamalıdır. Bu konuda gerek HDP gerekse sol muhalefet de cereyan göğüsleyen politikalar üretmelidir.