Üniversiteleri topyekûn inkâr etmek, orada bilim üretmeye çalışan, bilimsel faaliyetlerde bulunan, haktan hukuktan bahseden; derslerin yanında, farkında olarak ya da olmadan, davranışıyla, tutumuyla, yaklaşımıyla, nezaketiyle, güler yüzüyle öğrencilerine insanî değerleri de aktaran birçok akademisyene haksızlık olur.

Bununla birlikte, o üniversitelerde, fakültelerde pek çok “akademisyen” de var ki, farklı görüşlere, düşüncelere saygı duymak gibi bir asgari tutumu bile sergilemekten uzak.

Bahsettiğiniz bilimin, bilginin üretilmesi beklenen, rutin derslerin dışında demokratik bir ortamda münazaraların, tartışmaların, konferansların, panellerin de olabileceği bir üniversite modeli ise; elbette anlayamazsınız, kimi isimlerin o üniversiteye, fakülteye kabul edilmemesinin nedenini.

Siz bir etkinlik düzenlemek istersiniz. Bu kimilerince desteklenir, beğenilir, kimilerince de beğenilmeyebilir, karşı çıkılabilir; belki etkinliğin konusu, belki de davet edeceğiniz isimler birilerini memnun edeceği gibi rahatsız da edebilir.

Burada bir sorun yok!

Ancak anlayamadığınız, ne beğenilmemesi ne karşı çıkılması değil, sizin düzenleyeceğiniz etkinliğe saygı duyulmamasıdır. Konuk edeceğiniz insanın “sakıncalı” bulunması ve bu kararın hiçbir aklıselim bir gerekçesinin olmamasıdır.

Asıl olaya gelelim. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde faaliyet gösteren Okuma ve Düşünce Kulübü (O’DÜŞ) olarak “Barış Gazeteciliği Bağlamında Azınlıklar, Ötekiler ve Medya” konulu bir panel düzenleme kararı aldık. Kulüp üyeleri olarak ortaya atılan üç-beş isimden Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu ve Radikal’in deneyimli muhabirlerinden İsmail Saymaz adında yoğunlaştık. Konuklarımız kulüp üyelerinden herkesin hemfikir olduğu isimlerdi.

NEDEN PROF. İNCEOĞLU VE SAYMAZ?

İnceoğlu, medya alanında şimdiye dek yazdığı makale ve kitaplarıyla, katıldığı konferans, sempozyum ve panellerle birikimini ortaya koymuş, insanî duyarlılığa sahip, çağın can yakıcı sorunlarına yönelik fikirleriyle kamuoyuna katkı sağlamış değerli bir akademisyendi. Medyada nefret söylemi, barış haberciliği, yurttaş gazeteciliği, “medyada kadın imajı” konularında çalışmalar yapan İnceoğlu, “Avrupa Komisyonu Uzmanı” olarak Avrupa Konseyi’nin “medya okuryazarlığı” toplantılarına da katılmıştı. Ayrıca İnceoğlu’nun 2014’te “Azınlıklar, Medya ve Ötekiler” adıyla yayınlanan kitabı etkinliğimizin konusunun belirlenmesi noktasında bize yol göstermişti.

Saymaz ise şimdiye dek gazeteci gözünden olayların olguların irdelenmesi anlamında yayınladığı kitaplarıyla okura ulaşmış, mesleğin namusuna sahip çıkan deneyimli bir gazeteciydi. Saymaz, insan hakkı ihlâlleri, düşünceyi ifade özgürlüğü ve polis-adliye alanında yaptığı haberlerle, “Esas Duruşta Cinayet” ve “Ali İsmail” adlı kitaplarıyla tanınmıştı. Aynı zamanda 2014’te Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün yılın “100 Basın Kahramanı” listesine alınmasıyla biliniyordu. Doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, bir kısır döngü hâlini almış sorunlar söz konusu olduğunda taşın altına elini koyabilen sayılı gazetecilerden biriydi.

Dahası biz kulüp üyelerinden genç gazetecilerin, haberciliği bağlamında kendimize yakın bulduğumuz bir isimdi.

Etkinliğimizin konusunu ve konukları İletişim Fakültesi’nin Dekanı’na bildirdiğimizde bizi sıcak karşılamış, ertesi gün paneli düzenlemekte bir sıkıntı olmayacağını ve hatta panel Fakülte bünyesinde olduğundan, maddi manevi destekleyeceğini de söylemişti. İçimizi ısıtan, iyi niyetli, samimi bir yaklaşımdı Dekan’ınki.

Bir umutla, heyecanla çalışmalara başlamıştık. İlk işimiz konukları aramaktı. Aradık. Davetimizi sıcak bir tebessümle karşıladılar. O an dünyalar bizim oldu!

Her şey yolundaydı. Hazırlıkların bir kısmı bitmişti. İnceoğlu ve Saymaz 4 Mart’ta İletişim Fakültesi’ndeki panelde iletişim öğrencileriyle buluşacaktı.

“SAKINCALI”

Fakültede bir gün yönetim kurulu toplandı. Kurulda bizim panel konusu da görüşülmüş olmalı ki, İsmail Saymaz adının “sakıncalı” olduğunu öğrendik.

Dekan’ın onayladığı isime, yönetim kurulu karşı çıkmıştı.

Neydi gerekçe?

Saymaz’ı “sakıncalı” yapan neydi?

Yazdığı haberler mi? Kitapları mı? Sözünü sakınmadan söylemesi mi? Dünya görüşü mü? Yoksa egemen yapıyı eleştiren, basın açıklamaları yapan, barışçı eylemlerde bulunan insanlar gibi “potansiyel terörist” ilan edilmesi mi söz konusuydu? Hangisi?

Ya da ülkücü gruplar faktörünü düşünüp geçmiş yıllarda o grupların fakültede yarattıkları huzursuzluktan mı çekinmişti yönetim kurulu? Peki öyleyse burası bir kabile devleti miydi? İnsanların can güvenliğini korumak devletin görevi değil miydi?

Saymaz’ın “sakıncalı” bulunmasında bu nedenlerin belki hepsi, belki bir kısmı geçerli. Ama şu bir gerçek ki, bir iletişim fakültesinin yönetim kurulunun kimi üyeleri Saymaz’ın fakülteye girişini yasaklamışlardı işte. Henüz daha panel düzenleneceğinden Rektörlüğün bile haberi olmadan.

Evet, medyada çıkan pek çok haber “Rektörlüğün İsmail Saymaz adını onaylamaması” üzerineydi ama daha fakültede başlamıştı olay. Rektörlüğün onay vermeyeceğini mi düşünmüşlerdi, yönetim kurulu üyelerinden Saymaz adını “sakıncalı” bulanlar? Bu da olabilir. Fakülte ile Rektörlüğün arası bozulmasın diye. Çünkü orasının da benzer tavrı sergileyeceği biliniyordu. (Yeri gelmişken, bazı haberlerde O’DÜŞ üyelerinin Rektör Hikmet Koçak ile görüştüğü yazılmış. Böyle bir olayın gerçekleşmediğini, haberin gerçeği yansıtmadığını belirtmek gerekir!)

Bu yazıda ne fakülteyi ne de üniversiteyi şikâyet ettiğim sanılmasın. Öyle bir yankı uyanırsa yazının en baştan okunmasında fayda var. Diğer yandan şunu da belirtmek gerekir ki evet, fakültede değer verdiğim birçok hocam da var.

Benim asıl sorguladığım, üzüntü duyduğum yasakçılığın bir iletişim fakültesinde böyle bir otosansür mekanizması hâline gelmesi… Örneğin daha Rektörlüğün tutumu dahi resmî olarak bilinmeden yönetimdeki kimi isimlerin hiç ama hiç çaba vermeden yasakçılığa başvurması!

Derdim elbette olayı kişiselleştirmek değil! Derdim yasakçı sistemin bilim ve bilgiyle var olması gereken bir kurumda böylesine kabullenilmesi, içselleştirilmesi, pekiştirilmesi!.. Ve tabi ki, en nihayetinde sergilenen bu tutumla O’DÜŞ adı altında düzenleyecek olduğumuz paneli iptal etmek zorunda kalmamız.

Sizce de bu fakültede bu paneli yapamamamız bir sorun değil mi? Bir demokrasi ayıbı yok mu ortada? Konuk ismi “sakıncalı” bulanlar, aldıkları bu kararı gerçekten içlerine sindirebildiler mi?

Diyelim ki “sakıncalı” bulunan ismin fikirleri “aykırı”.

Tam da bu konu ifade özgürlüğü bağlamında İletişim Fakültesi’nde konuşulmayacak da nerede konuşulacak?

İletişim Fakülteleri gazeteciliğin ilminin öğretildiği yerler ise, ifade özgürlüğünün, yalnız olağan fikirlerin değil, kişilerin veya toplumun bir kısmına aykırı gelecek, onları rahatsız edebilecek fikirlerin açıklanmasını kapsadığı söylenmeyecek mi?

Fakültedeki basın tarihi olmak üzere daha pek çok derste sansürlerden, gazete kapatmalardan, gazete toplatmalardan, öldürülen ilk gazeteci olan Hasan Fehmi’den, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Metin Göktepe ve Hrant Dink’e dek basın ve ifade özgürlüğü ihlâllerinden ve bunun yaşam hakkıyla doğrudan olan ilişkisinden bahsetmedik mi? Bu fakültede bunun üzerine tezler yazılmadı mı? Fakültedeki hocalarımızla bu konular üzerine konuşmadık mı? Birçoğuyla çoksesliliğin öneminden söz etmedik mi?

Şimdi savunduğumuz değerlere ters mi düşeceğiz, fakültenin yönetim kurulundaki kimi isimler hangi kaygılarla, hangi gerekçeyle olursa olsun böyle bir tutum sergiledi diye?

Tam aksine, demokrasinin ipine sarılmanın, basın ve ifade özgürlüğüne sahip çıkmanın vakti asıl şimdi!