“Değil mi ki, dilin biraz sivri / Yolun sonu Silivri” diye yazmıştı, “Düşünüyorum O Halde Sanığım” adlı kitabında Mustafa Balbay. O dönem, hem tabiri caizse kurunun yanına yaş da eklenerek artık “eleştirenlerin susturulması” hâlini alması hem de hukukçuların tanımıyla, “adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi”, gizli tanık durumları ve “delillerde sahtecilik” iddialarının gündeme gelmesiyle amacından saptırılan, böyle olduğu için de fail-i meçhul cinayetlerin hesabının sorulamadığı bir davaya dönüşen Ergenekon Davası’ndan tutukluydu.

Balbay’ın yargılandığı dava, kendisi gibi Ahmet Şık, Nedim Şener, Tuncay Özkan, Soner Yalçın gibi gazetecilerin tutuklanmasının yanı sıra taslak hâlindeki “kitapları bombadan daha tesirli bulduğunu” ifade eden dönemin başbakanı Erdoğan’ın “savcısı olduğunu söylediği” bir davaydı.

Üzerine çokça konuşuldu; gün geldi Ergenekon gibi Oda TV, KCK davalarından tutuklular berat etti.

Bu tam da eski ortak olan Gülen Cemaati ile ortaklık bozulmaya yüz tutunca, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet olaylarının ifşa edilmesinden sonra Cemaat’in bir numaralı “düşman” olduğu “zaman”a denk gelmişti. Ve nihayet siyasî iktidarın yetkilileri ağızlarındaki baklayı çıkarmışlardı: “Millî orduya kumpas kuruldu.” İşin sonrasında dönemin Başbakanı Erdoğan, “Ne istediler de vermedik” itirafında bulunacak; görünürde bakanların, gazetecilerin, ama herhâlde en çok da Başbakan’ın (Erdoğan) kriptolu telefonunun dinlendiği gerekçesiyle, işin göz ardı edilen arka planında ise yolsuzluk olayları açığa çıktığı için “onların (Cemaat’in) inlerine gireceklerdi.” Artık Milli Güvenlik Kurulu’na göre de Cemaat, “Fethullah Gülen Terör Örgütü”, onu destekleyenler ise hükümetin ortaya attığı bir kavrama göre “paralelci” idi.

Cemaat, AKP iktidarının yolsuzluk, rüşvet olaylarını ifşa ederek onu yumuşak karnından vurmuş, Türkiye bu şekilde duymuştu verilen “sıfırlama” talimatlarını.

“AKP-Cemaat kavgası” öyle yerlere gelecekti ki, işin medya ayağında 14 Aralık operasyonlarıyla, “ateşlerde açan bir çiçek olan” Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Samanyolu TV’nin Genel Yayın Yönetmeni Hidayet Karaca da dâhil çok sayıda kişi gözaltına alınacaktı.

Ergenekon davası döneminde faal olan Taraf gazetesinin muhabiri Mehmet Baransu tutuklanacak, bu kez o gönderilecekti Silivri zindanına. “Katilim kim?” diye sorduğu yazısında şöyle demişti Baransu: “Hukuksuz uygulamalarınız, işkenceleriniz, baskılarınız sonuç verdi. ‘Aşırı stres, eşime ve bize yaşattıklarınız’ sonucu, çocuğumuzu kaybettik. Daha dünyaya gözlerini açmadan, isimsiz bir bebeği, elbirliğiyle anne karnında öldürdünüz.”

Silivri’de tutuklu bulunan Karaca da benzerini yaşıyordu. Son olarak şuna dikkat çekti: “Duvarlar ses veriyor ama hukuktan ses gelmiyor. Dedim ya elinde somut ve sağlam bir delil olmadığı için gözüme bakamayan bir savcıyla karşı karşıyayım. İddiasını delillendiremeyen savcı, hakkımda ‘gizli tanık’ ifadesine dayanarak iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istiyor.”

Yalnız bunlar değildi olanlar!

“Paralelci” olduğu iddiasıyla İpek Grubu’na operasyonlar düzenlenecek önünde sonunda şirketlere kayyım atanacaktı. Gazetelerine, televizyonlarına el konulan bir sürece gelinmişti. Askerî darbe yönetimlerini aratmayan bir “sivil darbe” idi izlediğimiz. Zira Bugün TV’nin ana kumanda merkezine girilerek yayının nasıl durdurulduğunu, gazetecilerin nasıl gözaltına alındığını ve onların neler yaşadıklarını esefle izlemiştik canlı yayından.

Türkiye’nin demokrasi ve basın tarihine kara bir gün daha eklenmişti.

Ama daha ne kara günler yaşayacaktık ki bu kez, Cumhurbaşkanı’nın ekranlardan tehdit ettiği Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül ile birlikte MİT TIR’larıyla ilgili yaptıkları haberlerden dolayı tutuklanarak iktidarın zulmüyle somutlaşan Silivri’ye gönderileceklerdi.

“Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme”, “Devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama”, “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs etme” ve “Silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım etme” suçlarından ayrı ayrı bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir kez müebbet ve 30 yıla kadar hapis cezası istedi.

İsnat edilen suçlar çoktu, istenen ceza ve süreleri de.

Ama ortada delil namına hiçbir şey yoktu gazete haberlerinden, yazı dizilerinden, köşe yazılarından başka. Ergenekon ve ODA TV gibi davalarda sahte olsa da delil vardı, burada o da yok!

Fiilî (belki de resmî, bilemiyoruz) yukarıdan gelen talimatla gazetecilikten zorla suç üretilerek hapsetmek üzerine kurulu bir “yargı” sürecinden bahsediyoruz.

MEDYANIN YENİ GÖZDESİ: BALBAY

Dönelim başa. Uzunca bir süre Ergenekon’dan tutuklu kalan Balbay, milletvekili olduğu gerekçesiyle Cumhuriyet’teki yazılarına son verildikten sonra bu aralar “havuz”, “yandaş”, “ulusalcı” medya ve kayyım atandıktan sonra muhabirlerinin, yazarlarının topluca işlerine son verilen Bugün’ün “gözdesi.”

Balbay’ın “Cumhuriyet’te FETÖ’cülükten Kürtçülüğe kadar her şey serbest ama CHP Milletvekili olarak yazı yazmak yasak” şeklindeki twett’inden sonra Bugün, Balbay’ın kapısını çalmış. Yapılan haberde ise Balbay, kimi Cumhuriyet yazarlarının Gülen’in onursal başkanlığını yaptığını söylediği Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nca düzenlenen Abant Platformu’na katılmasına istinaden şöyle diyor: “Cumhuriyet gazetesi, attığı her adımla ‘Yönetimine FETÖ el koydu’ iddiasını güçlendiriyor.”

Cumhuriyet’in okur temsilcisi Güray Öz, yazarların Abant Toplantısı’na kendi inisiyatifleri ile katılmayı uygun bulduklarını, toplantının da, kimi yazarların toplantıya katılımının da Cumhuriyet gazetesi ile herhangi bir ilgisi ve ilişkisinin olmadığını yazmıştı.

Elbette her yazar veya gazeteci kendi inisiyatifi ile herhangi bir toplantıya katılmakta özgürdür. Bundan başkası eşyanın tabiatına aykırı.

Balbay ise Bugün’de çıkan haberi şu sözlerle onayladı: “Haberin içi doğru, manşet zorlama olmuş.”

Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay attığı tweet’te olayı “Bu gazetenin, halkı bilgilendirme, gerçekleri yazma görevini büyük bir cesaret ve kararlılıkla yerine getiren genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül, gazetecilik görevlerini yerine getirdikleri için ‘FETÖ’ye yardım ve yataklık’ suçlamasıyla tutuklu bulunuyor. Tam da bu zamanda, adeta bu suçlamaya hak verirmiş ya da tanıklık yaparmışcasına gazeteyi, yazarlarını, yöneticilerini ‘Fetoculuk’, ‘Kürtçülük’ gibi iftira söylemleriyle hedefe koymak, daha da vahimi ‘beni FETÖ kovdurdu’ manşetlerine zemin hazırlamak, bu saçmalıklara, bu ağır ve kabul edilemez iftiralara, haksızlığa neden olmak, bu noktaya kadar sürüklenmek” sözleriyle yorumladı.

Aynı saatlerde haber sitelerine Dündar ve Gül hakkında hazırlanan iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği haberi düştü. Her iki gazetecinin de tahliye talebi reddedilmişti iki gün önce.

Balbay, “Değil mi ki, dilin biraz sivri / Yolun sonu Silivri” demişti ama sivri olmaya ne hacet: bu kez gazetecilik tutuklu!

Meslek yapılamaz duruma gelindi. Ana akım medyanın olayları hıza yetişmek için yüzeysel ve bağlamında kopararak verdiği, verilen “şehit” ve “öldürülen terörist” haberlerinden öte geçilemeyip olayların arka planındaki sorgulanmadığı, bu hâliyle sorunların çözümüne katkı sağlamak, diyalog koşullarının hazırlanmasında aracı olmak yerine “karşıtlık” üzerinden metinlerini kurduğu, kimi zaman da nefret söyleminde bulunduğu, savaş naraları attığı bir süreçte, bağımsız medya ve ilkeli yayıncılık daha da önemli hâle gelirken; gazetecilere hiçbir yaşam alanı kalmıyor.

Cumhuriyet Vakfı’nın sahipliğindeki Cumhuriyet ve geçen gün okurlarına dayanışma çağrısı yapan ve salt okurlarının sahipliğinde bir gazete olmayı hedefleyen BirGün gibi gazetelerin sahiplik yapısı elbette holdinglerin elinde olan ana akım medyadan farklılaşıyor. Ana akım kimi zaman havuç, kimi zaman da sopa gösterilerek ya satın alınıyor ya da etkisizleştiriliyor ki, bunun yansımalarını haber üretim süreçlerinde hep birlikte görüyoruz.

Bir de alternatif medya var, Demokrat Haber gibi yeni bir söylem ile okurların karşısına çıkmaya çalışan. Geçenlerde bu haber sitesi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından erişime engellendi. Başları göğe ermiştir umarım bunu yapanların.

Kimi bağımsız gazetelere sahiplik yapısından dolayı müdahale edemezlerken, internet yayıncılığını engellemeye çalışsalar bile teknolojik yönden başarılı olamazlarken; ancak gazetecilerin tutuklanması, muhabirlerinin meydanlarda başına silah dayanması, hastanedeyken gözaltına alınmak istenmesi, devlet ve kimi ana akım yayın organlarında “terörist” ilan etmeleri ile yok etmeye çalışıyorlar.

Yapmamızı istemedikleri mesleğimiz; gazetecilik!

Dün de vardı bu meslek bugün de var, yarın da var olacak.

Gazeteler ve televizyonlar, kapitalist medya düzenindeki yayıncılığın aksine; insan hakkı ihlâllerine dikkat çektiği, mağdurun madunun yanında olduğu, toplumun "öteki"lerine sayfalarını açtığı, gündemde olmayan vatandaşın sorunlarını gündemine aldığı, hukuksuzluk ve insanlık dışı muamele kime yapılırsa yapılsın dile getirdiği, toplumun kangren olmuş sorunlarının çözümü için taşın altına elini koyduğu, “barış”ı savunduğu, ateşlendiğinde bir şehri havaya uçuracak askerî mühimmat kaçakçılığını ortaya çıkardığı için ne Fetocu olur ne de Kürtçü.

Ne devletin, ne herhangi bir partinin, ne cemaat veya örgüt oluşumlarının… hiçbirinin yanında değiliz ama tarafsız da değiliz. Yaygın medyanın “tarafsızlık” kavramının kapitalist ilişkiler ağını örtmek için uydurulmuş bir kılıf olduğunun bilincindeyiz. Bunun için tarafız; insan haklarından, özgürlükten, adaletten yana… Şöyle yazar Hak ve Sorumluluk Bildirgemizde: Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur.

Örtülü ödenekleri olan bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan, makam araçları, “kıyak emeklilik”leri olan bir milletvekili, hisse senetleri olan bir iş adamı, iktidar kimse ona yamalanan üniversite rektörü değiliz ki! Sırtını güce (bu dönemde Saray’a) yaslayanları, yukarıdan direktiflerle sahibinin sesi olanları… kısacası kalemine ihanet edenleri bir yana koyarsak gazeteciyiz biz.