Tim Berners-Lee’yi bilir misiniz? Kendisi, World Wide Web’in, yani şu an kullandığımız İnternet’in mucidi olan İngiliz bilgisayar bilimleri profesörü. CERN Labaratuvarlarında çalışmalarını sürdürürken, bilim adamları arasındaki bilgi paylaşımını kolaylaştırmak için, HTTP protokolünü yazarak bildiğimiz anlamda ilk web sitesini yaptı. Bugün kullandığımız milyarlarca web sayfası onun icadı sayesinde var olabildi ve birbirine bağlanabildi. Üstelik bu icadı için bir patent başvurusu yapmadı. Eğer yapsaydı, bugün yapılan her web sayfası için ücret alarak dünyanın en zengin insanlarından biri olacaktı. Ticari zekâsı olmadığı için değil, son derece bilinçli bir şekilde, İnternet’in sadece özgür ve ücretsiz olduğu takdirde insanlığa faydalı olabileceği inancıyla, icadını insanlığa hediye etti. Ayrıca İnternet’in ücretsiz ve herkes için kullanılabilir olarak kalmasını sağlayabilmek için World Wide Web Consortium’u (W3C) kurdu ve web sitesi kodlarının teknik ve etik standartlarını belirlemek ve özgür İnternet idealini sürdürebilmek için halen çalışıyor.

Tim Berners-Lee İnternet’i herkesin bilgi paylaşabildiği, ihtiyacı olanların bilgiye özgürce ulaşabildiği, işbirliği ve dayanışma için coğrafi sınırları kaldıran bir platform olarak görüyordu. İnternet teknolojisi insanlığa bu fırsatı veriyordu ancak özellikle son 10 yıldır süregelen ticarileşme; özgür İnternet’in temel ilkelerinden biri olan Ağ Tarafsızlığı’nı yitirmesi, yalan haber ve propagandayla İnternet’in bir manipülasyon makinesine dönüşerek kutuplaşmayı arttırması ve İnternet trafiğinin birkaç uluslararası şirket tarafından yönetilmesi ile sonuçlandı. Çevrimiçi olmayı, standartları ve etik değerleri belirlenmesi gereken bir insan hakkı gibi gören, Berners-Lee’nin İnternet’in daha fazla demokrasi getireceği yolundaki inancı, özellikle son 10 yıldaki gelişmelerle oldukça sarsıldı. Berners-Lee yaptığı açıklamalarda, etik ilkelere bağlı kalmadan yapılan çevrimiçi reklamcılığın, bir yandan mahremiyete büyük zarar verirken, öte yandan, internet trafiğinin belli başlı şirketler tarafından yönlendirmesine sebep olduğunu, ağ tarafsızlığının yitirilmesiyle İnternet’in devletlerin ve uluslararası şirketlerin oyun sahasına dönüştüğünü ifade ediyor.

Gerçekten de iki uluslararası şirket; Google ve Facebook İnternet trafiğinin %70’den fazlasını elinde tutuyor. Türkiye dâhil hemen her ülkede en fazla trafik alan siteler haber siteleri. Örneğin ABD’de ilk 10 siteden 6’sı, Brezilya’da 7’si, İngiltere’de 5’i, Türkiye’de 4’ü haber sitesi. (Diğer siteler de Google, Facebook, You Tube zaten) Haber siteleri trafiğin %80’ini Google ve Facebook üzerinden sağlıyorlar. Bu iki firma bütün iş modellerini İnternet trafiğini kontrol etmek ve bunun üzerinden reklam satmak üzerine kuruyorlar. Bu ikisine bir e-ticaret sitesi olarak tanınan ancak gelirinin büyük bir kısmını bulut hizmetlerinden sağlayan Amazon da ekleniyor. Bulut hizmetleri aslında, kişiselleştirmeye yönelik özel çevrimiçi alanlar yaratarak, İnternet içinde internetler oluşturuyor. İnsanlar bilgisayarlarındaki tüm veriyi bulut üzerinden İnternet’e aktarırken, şirketlere de kullanıcıların sadece web üzerindeki davranışlarından, aramalarından, epostalarından, konumlarından, paylaşımlarından vs. değil, tüm özel dosyalarından, belgelerinden, medyalarından veri sağlama imkânı doğuyor. Özellikle yapay zekâ alanındaki gelişmeler bütün bu büyük veriyi işlemeye imkân tanıyor. Amazon Echo, Google Home gibi ürünler de bu kişiselleştirmenin şimdilik son aşaması olarak önümüzde duruyor.

Bu 3 şirketin gelecek vizyonlarına bakarsak kişiye özel internet sunabilecekleri bir alt yapı oluşturduklarını görebiliriz. Böylece kullanıcılara belirli web sitelerine ya da verilere erişmek için ekstra ücret talep edebilecekleri, bazı sitelerin hızını arttırırken bazılarını yavaşlatabilecekleri, bir takım web sitelerini tamamen İnternet’in dışına atabilecekleri büyük bir güç elde ediyorlar. Tıpkı şu an Digitürk, Dsmart, Tivibu’nun, TV kanallarını paketleyip satmaları gibi, bir takım web sitelerini de paket olarak satabilecekler.

Elbette kişiselleştirme hayatlarımızı çok kolaylaştırıyor. İstediğimiz bilgiye ulaşmak ya da İnternet üzerinden işlem yapmak için daha az zaman ve güç harcamak oldukça çekici. Zaten bu konformizm bu şirketlerin dijital mahremiyeti ihlal eden veri avcılığına en önemli gerekçeyi oluşturuyor. Öte yandan veriyi ve trafiği kontrol etmek, bu şirketlere, sadece kullanıcıların hayatlarını değil, piyasayı da, siyaseti de, popüler kültürü de, kontrol edebilme ve yönlendirebilme gücü veriyor. Son zamanlarda skandal olarak nitelendirilen veri mahremiyeti ihlalleri ve siyasi manipülasyonlar aslında bu şirketlerin iş modellerinin zorunlu bir sonucu.

Özellikle 2014 yılından itibaren iyice ağırlığını hissettiren internet trafiği ve veri üzerindeki bu tekelleşme ve kontrol süreci, ağlar ağı olan İnternetin, bu 3 şirket; Google, Facebook ve Amazon’un ağları haline gelmesine, Trinet’e (3net) dönüşmesine yol açıyor. Belki bunlara mobil veri akışı üzerinde büyük bir hakimiyet kuran Apple’ı, işletim sistemlerindeki gücünü bulut teknolojilerine aktaran Microsoft’u, film ve dizi sektörüne yön veren Netflix’i, hizmet sektöründe giderek büyüyen Uber’i de ekleyebiliriz. Ancak görünen o ki, bildiğimiz İnternet’in sonuna çoktan geldik. Bundan sonra büyük oranda şirketlerin bize sunduğu ile yetinmek durumunda kalacağız. Bu şirketlerin ürünleri dışında özgür bir dijital hayat ise oldukça meşakkatli ve konforsuz olacak. Ya da bize öyle gelecek.