Her gün yeni bir çevre tahribatı ve bu gidişe dur diyen var güçleriyle çırpınan köylülerin, bir avuç çevre gönüllüsünün direniş haberlerini izleyerek güne başlıyoruz.

Sonu gelmeyecekmiş gibi tekrarlanan, giderek yayılan yok edici bir saldırıyla karşı karşıya bütün doğal kaynaklarımız. Bu gidişle soluduğumuz bir hava, ekilebilir arazi, sulanabilir toprak, içilecek yeterli suyumuz kalmayacak. Kaynaklar azalırken, bir yandan da zehirli atıklarla kirletilen dereler, nehirler yaşanan çevre felaketini daha geniş boyutlara taşıyor.

Mesela Trakya'da bu kış görülen su kıtlığı, iklimsel dönüşüm kadar suları yok eden maden ve taş ocaklarının yarattığı bir sonuç. Tarım yapmakta zorlanan köy halkı şimdi kirlenmiş suları, kuruyan dere yatakları ile Baş başa çaresiz haldeler. Artan maliyetler kadar susuzluğun getirdiği felaketle de boğuşmak zorundalar.

Bu durum hazırlanan planlara göre düzenlenen yasaklamalara rağmen merkezden yönetilen siyasi koruma kalkanı altında devam ediyor. Yasa dinlemeyen gözü kara girişimciler ve onları denetlemekten çekinen görevliler bu olayların tekrar tekrar yaşanmasına yol açıyorlar.

Bu gün 83 Milyonu geçen Türkiye nüfusunun sadece yüzde 7.2'si köylerde ve beldelerde yaşıyor. Orman ve tarım arazileri boşaldıkça burada yaşayanların sorunlarıyla kimse ilgilenmiyor. Bunun için çiftçi borçları ertelenmiyor, üretici desteklemiyor, doğa tahribatı korkusuzca devam ediyor. Kırsal nüfusun siyasetteki ağırlığı kalmadı artık. Böyle olunca da en büyük darbeyi onlar yaşıyor.

Tarımın gerilemesi, çevrenin tahribatı nüfusun geri kalanına, yetersiz üretim, pahalılık ve kötü beslenme olarak yansıyor. Şehirler kırsal hayattaki hataların sonuçlarını daha ağır bedeller ödeyerek yaşıyorlar. Betonlar arasına sıkışmış hayatlar bu çevresel değişimi kolayca fark edemiyorlar hemen. Toprakla ilişkileri kopunca başka türlü toplumsal ilişkilerin kıskacına yuvarlanıyorlar. Onların topraktan koparılmış hayatları şimdi şehir düzeninin yorucu, bıktırıcı, adaletsiz akışına bırakılmış durumda. Hayatlarını sürdürmek için günlük koşturmaca, ağır çalışma koşulları, ve işsizlik bellerini bükmeye devam ederken neyin, nasıl farklı olması hakkında doğru tercihler yapamaz haldeler. Onları eski alışkanlıklara bağlayan değerlerin ve önceliklerin güdümünde bir süre daha beklemekten başka çareleri yok.

Şehirlerde onca yoksulluğa rağmen sosyal harcamalar ile sağlanan sürdürülebilir bir fakirlik ve eşitsizliğe rağmen çaresizliğin ürünü sayılacak bir sadakat, bu değişimi frenleyen önemli bir etken şüphesiz.

Susuzluk, çevre katliamı diye başlayıp nereye geldik. Hepsi aynı sorunda düğümleniyor. Toplumsal farkındalık, çok yönlü sorunlarımızın çözümü için önemli. Doğayı tahrip eden saldırı toplumsal bir yok ediliş sürecine dönüşmüş durumdayken yasal güvenceleri uygulanamaz hale getiren hukuk tanımazlık bu süreci besleyen bir denetimsizlik ve keyfilik demek.

Buradan çıkışı sağlayacak hukuk ilkelerine uyan tam demokrasiyle beslenecek çoğulcu bir sisteme kavuşmadıkça kaybettiklerimizi geri almamız mümkün olmayacak.