En büyük korkum kedilerim varken onların balkondan düşüp ölmesiydi. Ne zaman ortadan kaybolsalar panikler önce pencereden aşağıya bakardım düştüler mi diye. Bir gece kardeşlerimle oturup kedi ölümlerini özellikle de balkondan düşen kedileri konuştuktan sonra benim kedim düşerse ne hissedeceğimi anlatırken yaşadıktan sonra onlar evine gitmiş ben kardeşimle sohbet ederken kedim halının üzerinde yün yumağı gibi katladığım çoraplarımla oynarken balkona çıkmış birden bir çuvalın yere düşüp çıkardığı kof bir sesle sohbetimiz aniden kesilmiş, balkona koşmuştuk kız kardeşimle, kedim dokucu kattaki balkonumuzun altında yerde hareketsiz yatarken görmüştük, koşarak aşağı inmiş taksiyle onu veterinere yetiştirmiş, odadan iniltilerini duymuş sonra uyutmalarına izin vermiştik. İki kedim de korkularım yüzünden balkondan düşüp öldüler.

Kırmızı Saçlı Kadını okurken korkularım aklıma geldi. Oğul Cem kendi oğluyla karşılaşma ihtimalini karısının telefonuyla düşünmeye başlayınca hayatı boyunca kendi kaderinin ağlarını ördüğünü anladım.

Kitabın sonunda oğlu da tıpkı kitabın başında olduğu babasının okuduğu kitapları okuyup dedesinin ve babasının olmak istediği ama sonra vazgeçtiği yazarlığa soyunuyor. Şiirler yazan torun, dedesinin ve babasının hayatını anlatmaya annesinin de isteği ile karar veriyor.

Oğul Cem pişmanlık duygusuna ilk aşkı olan kadını tiyatro sahnesinde seyrederken yakalanıyor. Nedeni bilmeden Firdevsi’nin Rüstem ve Sührab eserinden son sahneyi canlandıran oyuncuların karşısında, babanın oğlunu bilmeden öldürdüğü andaki pişmanlık ve Kırmızı Saçlı Kadının ağıtını duyduğunda pişmanlığın ne demek olduğunu o anlıyor.

Kendi hikayesini anlatırken, bazen düşünürken aklında resimlerin canlandığını, bazen de sadece düşündüğünü kelimelerden öteye gidemediğini söylüyor. O tiyatro sahnesinde ise resme bakarak duyguyu hissediyor, tanıyor.

Ertesi sabah ise ömrü boyunca pişman olacağı hareketi yapıp, babasından daha çok baba bildiği, bir ay da babası yerine koyduğu adamı kuyuda bırakıp onu orada terk edip hayatından çıkıyor.

Hayatından çıkmak istiyor aslında ama bunu başaramıyor. Son seyrettiği oyun yüzünden belki de öldüğü güne dek Rüstem ile Sührab’ın ve ilk çalıştığı kitap evinde okuduğu Sophokles’in Kral Oidipus efsanesi ile ilgili envanterleri araştırmakla geçiriyor zamanını.

Bu araştırmaları sırasında fark ediyor ki Firdevsi’nin hikayesi doğuda benimsenin öyküsü resmedilip oyunlara filmlere konu olurken, yani bir babanın oğlunu bilmeden dahi olsa öldürmesi halk tarafından ilginç ama ilgilenilen bir konuyken, oğlun annesi ile bilmeden evlenip ondan dört çocuk edinmesi pek tasvip edilen görülmek istenen bir konu değil. Hiç resimleri yapılmamış, çok fazla filmlere tiyatro oyunlarına konu edilmemiş ve insanlar kadınların üzerinden acılarını yaşamayı seviyorlar.

Baba Rüstem oğlunu öldürdüğünde ikisine ağıtlar yakan annenin üzerinden acılarını yaşıyor insanlar ve seyreden okuyan herkes oğlun yerine koyup kendini acısına ağlıyor.

Duygusal düşünceli insanlar yaşamlarında kendilerini didikliyorlar önce ve eksik ya da fazla yanlarının nedenlerine kafa yoruyorlar. Zihinlerindeki imgeleri avuçlarına alıp inceler gibi zaaflarını iğdiş ediyorlar kendilerinde.

Bunun sebebi belki kendilerini çok önemsemeleri ya da sorun ettikleri yanlarının nedeni çözme arzusu, onları zihin açıklığına yönlendiriyor.

Orhan Pamuk, Öteki Renkler kitabında babasını anlatır. Orada kardeşiyle kendisini götürdüğü bir futbol maçından bahseder. Babasının davranışlarında erkek arkadaşlarıyla maça giden genç bir adamın edası vardır. Galiba ertesi günde hiç haber vermeden ortadan kaybolur. Böyle gidişlerine aslında alışıktır çocuklar ama her seferinde annelerinin üzüntüsü yüzünden kendilerini yalnız hissederler. O zamanlar her evde aynı resim asılıdır neredeyse, gözünde bir damla yaş olan çocuk resmiden bahseder yazar. Onu kardeşi kadar kendine yakın hisseder böyle babasız kaldığı zamanlarda.

Benim Adım Kırmızı kitabında yine efsanelerden bahsedilir ve sonunda kardeş ihaneti vardır. Kırmızı Saçlı Kadın da olduğu gibi orada da Müze müdürü kadınla sohbet edip minyatürler hakkında bilgi alır yazar.

Tıpkı romanın kahramanın babasında uzak bir çocukluk geçirmesi, ilk aşkını tanıdığı Öngören de seyrettiği kadının oyununda hayatının yol haritasının çizilmesi gibi yazarın romanına seçtiği konu, içine düştüğü dünyada kendi sorunsalının da bir yansıması sanki.

Cem’in babası onunla yeterince ilgilenmese de ondan çekiniyor, saygı duyuyor fakat bir aydır tanıdığı ustasının ona öncelikle kendi güvenliği için dikkatli ol demesinde bile bir baba şefkati buluyor. Onu koruduğunu, sakındığını bilmek hoşuna gidiyor. Hatırını sorması, hikayeler anlatması babasının hiç yapmadığı şeyler olduğunu hatırlatsa da çok sevindiriyor onu ama öfkelenmesini de engellenmiyor. Gerçek bir ebeveyne duyulduğu gibi sevgi ve öfkeyi yan yana hissediyor adama karşı.

Tüm roman boyunca adı geçen iki hikayede de oğullar hep yabancı yerlerde yabancılar yüzünden karşı karşıya gelmek zorunda kalıyorlar.

Oğluyla karşılaştığında da ölüm korkusunu ilk aklına getiren oradan kaçmasını söyleyen yine bir yabancı oluyor. Kırmızı Saçlı Kadından sonra sevdiği ikinci kadın olan karısı ona oğlunun onu öldüreceğini, oradan hemen kaçmasını söylüyor. Belki de o kadar telaşlı konuşmasa, o kadar emin kocasına öldürüleceğinden bahsetmese, Cem oğlunun ona yılların babasızlığının hesabını öfkeyle sorarken silahını çıkarıp ona doğrultmaz, oğlunun öfkesini yatıştırmak için tıpkı hayal ettiği gibi ona sarılır onu yumuşatırdı.

Ayşe’nin ise talihsizliği kocasının takıntısını fark etmeyip onunla birlikte bu hikayeleri içselleştirmesiydi belki de.

Oğlunun hiç varlığını bilmeden yaşantısını sürdürürken, babasının gözleminden uzakta bir insanın özgür olacağını, içinde ikinci kişiliğin ortaya çıkacağından bahseden Cem gibi hiç sohbet etmedikleri oğlu da senin gözlerini kör etmek isterdim dedi babasına. Böylece beni görmekten mahrum olurdun. “Bir babada dayanılmayacak yan hep seni görmesi” diyor oğlu kızgınlıkla Cem’e ve şair olduğu için gerçek düşüncelerin kelimelerden değil resimlerden çıkacağını biliyorum diyor. Kelimelerle düşünemediğim asıl düşünceyi ancak bir resim olarak getirebiliyorum diyor. Seni kör edersem işte o zaman senin istediğin gibi bir birey olacağım, kendim olacağım, kendi kelimelerimle yazıp, kendi efsanemi yazacağım diyor.

Roman da beni tek sıkan yer üçüncü bölüm oldu. Kırmızı Saçlı Kadın anlatmaya başlayınca anlatının temposu düştü. Baba oğlun karşılaşmasından sonra birden tempo düştü, kadının kendince olayı anlatması hikayeye sahicilik getiriyordu çünkü okuyucunun biraz önce okuduklarının bazı yanlarını farklı anlatıyordu. Herkes baktığında aynı yeri görmez, aynı şey hissetmez o yüzden aynı olayın farklı biri tarafından kendinden yola çıkıp anlatması öyküyü daha da sahici yapsa da ben düşen tempo ve ilk anlatıcının tarafında olduğumdan belki kadının anlattıkları bir an önce bitsin istedim.

Bir de romanda ya da öyküde kötü yanları üçüncü kişinin anlatmasına alışık bir okuyucu olarak bana göre kötücül zayıf yanları fazla olan kadının duygularını anlatması pek tahammül edici değildi.