Kitaplar yazarı için evlatları gibidir, yeni bir kitabı ise az önce doğurduğu bebeği gibidir. Doğuran ölümsüzlüğe küçücük bir nokta bile olsa eklediği için mutludur, ancak yine de tedirgindir: Göremediği, farkına varamadığı bir rahatsızlığı var mıdır? Sahiden de ölümsüzlüğe bir nokta koyabilmiş midir, bunun bu çağda imkânsız olmadığını bilmiyor değildir muhtemelen, fakat yine de onu yönlendiren dürtülerine karşı koyması öyle mümkün değildir, kimse için kolay değildir.

En büyük dahiler bile görünme arzularına kapılmışlardır, belki bir ergenin sosyal medya sayfasında görünmek istediği kadar fazla değildir bu. Ancak yine de bu arzusunun hiç de küçümsenecek kadar az olmadığını bilmenizi isterim. Çevremize şöyle bir göz atarsak somut örneklerini hemen karşımızda görürüz. Ağabeylerimizden amcalarımıza, halalarımızdan teyzelerimize kadar, yok yok. Aslında belki de adı başarı olan tüm yapılar bu dürtü sayesinde gerçekleşmiştir, hatta sahip olma dürtüsünden bile daha güçlü olabilir bu dürtü, bu nedenle bu dürtünün önemini küçümsüyor değilim. Ancak yine de insan bazen bu arzusuyla ters düşmeye çalışmalı da düşünmüyor değilim. Yine de itiraf etmeliyim benim için de bu öyle kolay değil, ama çabalıyorum, belki bir gün bunun üstesinden bile gelebilirim.

Tolstoy bile yaşamının son evrelerinde ancak bu arzusunu yenebilmiştir, başka da bildiğim kimse yoktur, ne Joyce (ki herkesten daha fazla görünmek istiyormuş gibime geliyor) ne de Picasso ya da Dali, sadece görünmez kılmışlardır ya da belki de bu arzularını gerçekte de bir miktar azaltabilmişlerdir.

Tanrı'nın Kahkahası romanımın hikâyesi nasıl oluştu, bu bir röportaj olmadığı için buraya eklemeyi gerekli bulmuyorum. Ancak insan yine de anlatma arzusuna yenilebiliyor. Sanırım hiçbir şey anlatmanın arzusu kadar insanı cezp etmemişti. Anlatmanın büyüsü ve anlatıcının heyecanı... Ferxiq ve Sittî çocukluğumda hiçbir masalın etkilemediği kadar beni sarsmıştır ve kendine bağlamıştır. Bu masalı büyükannemden ve başka büyüklerimden defalarca dinledim. Sonunu bildiğin bir masalı bir hikayeyi tekrar tekrar dinlemek ve buna doyamamak. Bu doyumsuzluk hem dinleyen hem de anlatan için geçerli midir acaba, kanımca aynı etkiyi bırakmıyorsa da benzer hisler uyandırmıştır.

Tabii Ferxiq ile Sittî'yi Kürtçe dinledim, bugün ise başka bir dilin olanaklarını kullanarak bu masalın bu hikâyenin büyüsünden başka bir hikâye ürettim, üretmeye çalıştım. Yine de amacım var olan muhteşem bir masalı-hikâyeyi tahrip etmek değildi elbette, ondan yararlanarak kendi hikâyemi kurmak ve onun gücünden beslenerek yaşadığım çağa yeniden bakmak. Zira hepimizin başkalarının merceğine bir gün ihtiyacı olacak, olmalıdır da, hele ki duyarsızlaşmanın, güzel olan her şeyin bencilliğimizin açgözlülüğüyle bu kadar önemsizleştiği bir çağda. Masalın, hikâyenin ve romanın muhteşem gücü de buradan gelir zaten, birbirini tanımanın ve anlamanın dev ağzı.

Sözün kısası: Tanrı'nın Kahkahası okurunu bekliyor, ben yazarken çocukluğuma, masalın o büyülü dünyasına yeniden girmiş gibi oldum, tabii bugün yaşadıklarımız daha acı ve daha katı, bakalım okur da aynı büyüyü yakalayabilecek mi?