Son yıllarda Türkiye’de edebiyatla ilgilenenler arasında sık olmasa da bazen dile gelen bir konudur bu aslında. Anayasanın “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” maddesinden yola çıkarak ya da buna benzer bir düşünce kalıbına sahip bazı yazar-şairler Türkçe yazılmış eserlerin ancak Türk Edebiyatı sayılabileceğini, Türkçe Edebiyatı ya da Türkiye Edebiyatı veya başka bir adla adlandırılamayacağını, bu konuda hassasiyetlerinin olduğunu dile getirirler.
Dil bilimci değilim ancak bu topraklarda doğup büyümüş, kendi hikâyesini ve kendi derdini Türkçe (bu arada ileride Kürtçe yazmak istediğimi de eklemeliyim) yazan ama Türk olamamış birçokları gibi kendimi hâlâ Kürt görenlerdenim. Bu arada Kürt kimliğim üzerinden itelenmesem açıkçası kendimi Kürt olarak ifade etmeyi de istemem, sonuçta hepimiz gezegeni yağmalayan homo sapiensten başka bir şey değiliz. Ancak zalimin sömürüsüne ve zulmüne çanak tutacak kadar da aptallaşmadım ve de alçalmadım.
Bu coğrafyada tüm sömürü ve baskılara rağmen hâlâ birçok dil konuşuluyor ve o dilde yazılıyor da.
Uzlaştırıcının dili kapsayıcı olmak zorundadır, aksi takdirde gün olur savurulması kaçınılmazdır. Bu nedenle kapsayıcı ve birleştirici bir dil benimseyenler alkışlanmalıdır. Zira burada da tek tipten kurtulmanın biricik yolu budur.
Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil, tek mezhep ve daha birçok teklerden yola çıkarak bu coğrafyada yaşayan insanların başına ne belalar getirildiğini hepimiz biliyoruz, yaşadık çünkü ve halen de yaşıyoruz. Tekliği bugün savunanlar bunun altında aslında daha neler neler çıkabileceğini ya düşünememekteler ya da zaten bunu benimsemektedirler. Bunu hâlâ sahiplenip keyif alanlar olacaktır elbette, bunu da engelleyebilecek ne gücümüz ne de kudretimiz var. Ama bu dilin sonunun ırkçılığa kadar varabileceğini de unutmamalıdırlar. Hassasiyetlerimiz’in kökeninde bugün “öteki” kavramına karşılık gelenlere hangi zulümlerin yapıldığını hepimiz görmekteyiz. Umudumuz bunlara karşı çıkan kişilerin gün geçtikçe artmasıdır.
Türkiye gibi bir ülkede maalesef tekçilerin gücü ve nefreti her zaman daha fazla olmuştur. Bu da ülkeyi bugünkü harabe durumuna getirmiştir. Bu nedenle bazılarının birçok konuda olduğu gibi dilde de daha kapsayıcı bir tanım bulmaya çalışıyor olması kadar yerinde bir şey olamaz, desteklenmelidirler de.
Edebiyat gibi bireyin daha çok iç dünyasıyla ilgilenen bir alanın tek tip bir kavrama-düşünceye savrulmaya çalışılması biraz üzücüdür, elbette burada kast edilen yazar-şairdir yoksa eserin kendisi böyle bir duruma düşerse durum çok daha vahim olurdu.
Sözcükler, kavramlar zaman içerisinde başka kılıklara bürünebilirler. Çok uzağa gitmeye bile gerek yok, her gün uğradığımız mahalle manavından ele alalım: Kimse artık uzun, yeşil, tuzlanıp kıtır kıtır yenilen sebzeye “hıyar” demiyor, “salatalık” demeyi tercih ediyor. Belli olmaz belki de çok geçmeden “salatalık” demekten de vazgeçilir. Zira bugün “hıyar” sözcüğü aklımıza başka anlamlar da getirebileceğinden dolayıdır ki bundan kaçınılıyor. Zira “hıyar” sözcüğü bugün tek başına sadece bu sebzeyi temsil etmiyor, argonun alanına da giriyor.
Hangi dil olursa olsun, dilde cinsiyetçi, ayrıştırıcı, aşağılayıcı ve ırkçı sözcüklerden kaçınmaya çalışmak ve dili bunlardan arındırmaya çalışmak uzlaştırıcıdır-birleştiricidir. Ben elbette ki birileri “Türk Edebiyatı” kavramında ısrar olmasında ırkçılık aramıyorum, ama ipin ucunun nereye kadar varabileceğini de bilsinler istiyorum. Birçokları da dün kullandığı sözcüğü bugün kullanmayı tercih etmiyor-etmiyoruz. Dilin daima kendini yenilediğini, sözcüklerin durmadan başka anlamlara büründüğünü hissedilmesindendir.
Hassasiyetlerinin olduğunu (son yıllarda “hassasiyetlerimiz” sözcüğünden irrite olduğum kadar başka bir sözcükten irrite olduğumu hatırlamıyorum) iddia edenler, Rus Edebiyatına Rusça edebiyatı denilmediğini, Fransız Edebiyatına Fransızca Edebiyatı ya da İngiliz Edebiyatına İngiliz Edebiyatı denilmediğini, bu durumda Türk Edebiyatına neden Türkçe Edebiyatı ya da Türkiye Edebiyatı denilmeye çalışıldığını anlamadıklarını söylüyor ve buna şiddetle karşı çıkıyorlar. Bence bunlara da karşı çıkalım.
Kendi adıma söyleyeyim Salman Rushdie’yi, eserlerini İngilizce yazmasına rağmen anlattığı hikâyelerden ve seçtiği karakterlerden dolayıdır belki (bu örneği birçok yerde de yazmışımdır) hep Hindistan’ı gördüm ya da batıya gelmiş Hintli’yi. Rüshdie gibi benzer binlerce kişi vardır dünyada.
Belki de ileride edebiyatlar yazıldıkları dile göre değil, hikâyelerine göre adlandırılacaklardır, kim bilebilir. Küreselleşen dünyada artık hangi dilde yazdığının bir önemi de kalmayacaktır. Bugün kaç okur çeviriden okuduğu yazarın hangi dilde yazdığıyla ilgileniyor ki. İnsanları ilgilendiren eserin ne dediğidir aslında, asıl olan da budur. Belki de tüm edebiyat dünyası bu konuda kendini yeniden tanımlamalıdır, o günün geleceğini umut edenlerdenim.