Tolstoy’un bu kısa öyküsü Kral Esarhaddon ülkesini yağmalayıp taş üstüne taş bırakmadığı, askerlerini hepsini öldürüp halkını sürdüğü esir Kral Lailie’yi bir kafese koyup akşam yatağında uzanmış bu yenik kralı nasıl öldüreceğiyle ilgili zihni meşgulken yakınında bitiveren yaşlı bir adamın ona yaşamla ilgili, yaşamın tüm canlıların ortak birleşiminden oluştuğunu, Esarhaddon’nun da Lailie’nin de aslında aynı kişi olduğunu anlatmaya çalışmasıyla başlar. Bunu kanıtlamak için orada bulunan içi su dolu bir leğene kudretli Asur kralı Esarhaddon’nun başını sokmasıyla yapar.

lev-tolstoy

Rüya ya da başka bir şey, Asur kralı Eserhaddon kendini bir anda Kral Lailie’nin bedeninde bulur. Ava çıkıp hayvanları öldürdüğü, elçisini henüz Asur krallığına barış için gönderdiği bir dönemdir. Savaş başlar. Kalabalık Asur krallığı, Lailie’nin, yani onun ordusunu kılıçtan geçirir. Onu, yani Lailie’yi esir alıp bir kafese koyarlar. Geriye kalan askerlerinin, akraba ve hizmetkârlarının öldürüşlerini kalan onurunu da kaybetmemek için sessizce izler.

Burada her şeyi sırasıyla anlatır Tolstoy.

Sıra kazığa oturtulmak ve idamı gelir. Yerdeki kan gölünü ve biraz önce öldürülen arkadaşının cesedinin çıkarıldığı kanlı, sivri kazığı görür. Kazığın onun için hazırlandığını anlar. Giysilerini çıkarırlar, Lailie bir zamanlar heybetli olan vücudunun zayıflığından dehşete düşer. İki cellat onu kazığa oturtmak için zayıf baldırlarından tutup havaya kaldırırlar. “İşte ölüm ve yok oluş” diye düşünür Lailie ve burada yiğitçe durma kararını unutup ağlayıp hıçkırarak aman dilemeye başlar.

İhtiyar adam, kudretli Kral Esarhaddon’nun başını sudan geri çeker.

Lailie’nin bedeninde aylarca yaşamış gibidir ancak geçen tüm bu zaman Muhammed’in miraca çıkıp geri döndüğünde hâlâ soğumamış yatağını bulması kadar kısaymış.

Kral Eserhaddon bu deneyimden yaşamın tüm canlılarda ortak olduğu dersini çıkararak tahtını oğluna devredip ömrünün geri kalanında bir derviş olur, öyküden anladığımız kadarıyla.

Tosltoy’da tıpkı Kral Eserhaddon gibi yaşamının sonlarına doğru, belki de bir derviş hayatı yaşamak için evini barkını terk edip her şeyden vazgeçerek yollara düşer. Sonunda cesedi soğuk bir kış günü bir tren rayında bulunur.

İnsanın usuna 21. Yüzyılda yaşasalardı acaba nasıl olurdu diye bir soru takılıp kalmıyor değil.

Kral Esarhaddon ya da Tolstoy her şeyden elini çekmiş birer derviş mi olurdu, yoksa savaşa ve hayvan-doğa katliamlarına karşı şiddetle çıkan birer eylemci mi?

Bugün yaşamdan soyutlanmış bir derviş suçlu bile bulunabilir, bulunmalıdır da. Çünkü yaşamdaki katliamlara (insan, hayvan, doğa)  sesiz-pasif kalmak, dünyanın biraz daha yağmalanmasına seyirci kalmak demekle aynı şey olsa gerek: “İşte ölüm ve yok oluş.”                        

Tolstoy, Bütün Eserleri XIV, Çeviri: Uğur Buke, Alfa Yayınları