7 Haziran seçimi Cumhuriyet tarihinin en önemli ve en adaletsiz seçimlerindendi. Daha önce de yazdığımız gibi 15 sosyalizm iddialı milletvekillinin parlamentoya girdiği 1965 seçimleri, nasıl bir hegemonya çemberinin göreli olarak kırılmasını yaratmış ise, 7 Haziran seçimi de 1965’dekinden daha da önemli olarak faşist bir seçim hukukunun yadsınmasını, parçalanmasını doğurdu.

Statüko yıkılmadı ama sarsıldı. AKP yine kazandı. Ama bu bir Pirus zaferi oldu. Çöküşünün, iflasının derinleştiğinin fotoğrafı ortaya çıktı. Milliyetçi, şoven partiler de kayda değer bir kazanım edinemediler.

Seçimin tek galibi herkesin kabul ettiği gibi özgürlükçü tüm güçleri temsil eden HDP oldu. Buna rağmen seçim özgürlükçü bir çözüm yaratamadı. Ütopik analiz yapalım. Keşke HDP iktidar olsaydı. O olmadığı takdirde tali olarak keşke CHP+HDP iktidar olabilseydi. Bu da olmadığı takdirde keşke üçüncü şık olarak MHP faşizmden arınmış, şovenizmden kopmuş, demokratik çözümü kabul eden bir yeni konumla; CHP+HDP+MHP koalisyonu olsaydı.

Dördüncü şık keşke AKP ilk dört yılındaki konumundan geriye düşmemiş bir AKP olsaydı ve AKP+HDP veya AKP+HDP+CHP koalisyonu olsaydı.

Bu keşkelerin hiçbirisi artık mümkün olmadığına göre, denebilir ki seçim sonuçları HDP’ye kirlenmeden gerçek manada ana muhalefet görevini vermiştir. Zorlayıcı, ilkeli, özgürlükçü politikalar üretici, canhıraş aktif bir muhalefet.

Seçim sonrası bakıldığında MHP şovenist çizgisinde daha da katılaştı. 6 milyondan fazla özgürlükçüleri temsil eden HDP’ye düşmanlık çizgisini koruyor. CHP ise deli dana gibi, ipe sapa gelmez, ilkesiz politikalarına devam ediyor. Faşist MHP başkanına başbakanlık öneriyor. Koalisyon için şart koştuğu 14 ilkesinde demokratik çözümden, Kürt sorununun çözümü sorunundan en ufak eser yok. AKP ile de koalisyona fit.

Kuşkusuz bir AKP+MHP koalisyonundan, bir AKP+CHP koalisyonu daha ehveni şer görülebilir. En azından savaşçı dış politikalar, İŞID gibi kökten dinci faşist örgütlenmelere destek yolu tıkanır. Ama AKP o kadar kirlendi ki, AKP’ye bu haliyle, kendini yenilemediği sürece kim yaklaşırsa yaklaşsın erimeye, dibe doğru gitmeye yüz tutar. Bazı siyaset sosyologları AKP ile HDP tabanlarının sosyolojik kimyalarında yakınlık olduğunu söylüyorlar. Bu kısmen doğru. Ama buradan yola çıkarak bu haliyle AKP ‘ye yaklaşmak, hatta AKP+CHP koalisyonuna da çok sıcak jestler yapmak HDP’ye de çok şey kaybettirir.

Seçim sonrası, gerek KCK, gerekse HDP yetkililerinde sanki kafa karışıklığı var gibi. Ben Duran Kalkan’ın doğru bir hat vurguladığını düşünenlerdenim. HDP aslında seçim sürecini bazı hatalar dışında genel olarak iyi götürdü. O bazı hataları da ‘kol kırılsın yen içinde kalsın’ mantığını tekmeleyerek belirtmek gerek. HDP hiç olmazsa Kürdistan sınırından batıya önseçim yapabilmeliydi. 3/1 kontejan bileşenlere ayrılabilir, 3/2 batı, Akdeniz, Karadeniz, Orta Anadolu, Adana, Gaziantep’te dahil bu alanlarda ön seçim olmalıydı. Teorik olarak demokratik özerkliği savunan HDP’ye bu yakışırdı. Böylesi demokratik bir yöntem izlenseydi oy oranının %15 ile %20 arası olması kuvvetle muhtemeldi. Tüm zorluklara rağmen alınan %13’lik oy oranı bu gerçeği işaret ediyor. Aday belirlemelerde emek, samimiyet, liyakat çok fazla belirleyici olmadığı gibi, aday eğilim yoklamaları da dikkate alınmadı. Bir başka yazımızda kuruluşundan itibaren HDP’de doğrudan demokrasi meselesini irdeleyeceğiz.

Seçim sürecinde yer yer hatalı söylemlerde oldu. Kuşkusuz bunlar birazda seçim sürecinin kritikliğinden, ortamın koşullarından kaynaklanıyor olabilir. Ama yine de vurgulamak zorundayız. Örneğin; ‘İslam dini hiçbir zaman asimileci olmadı’ sözü ç ok tehlikeli ve yanlıştı. Gerçek odur ki İslam dini mevcut dinler içinde reform yaşamayan en asimileci bir din olarak kılıç zoruyla, cihat mantığıyla yaşama egemen olmaya çalıştı. Yine Ermeni soykırımı ile ilgili oportünist ve eklektik söylemler dile getirildi. ‘tarihsel ve bilimsel olarak araştırılsın, ona göre değerlendiririz’ falan gibi. Keza çok isabetli ve cesurca diyanet işleri başkanlığının kaldırılması dile getirilirken, inanç işleri başkanlığı kurulacağı gibi çelişkilere de düşüldü. Devletin asla böyle bir işlevi olamaz.

Bu sadece isim değişikliği olur. Ha Ali, ha Veli hesabı. Gerçek laiklikte inançlar kendi maddi, manevi varlıklarını kendileri organize ederler. Devlet ancak inançlar arasında fiili bir çatışma olur ise, işte o zaman çatışmayı önlemek üzere araya girebilir. Yine seçimlere birkaç gün kala CHP ile koalisyon olabilirlik sinyali verilmesi de yanlıştı. CHP hala anadilde eğitimi dahi savunamıyor.

Seçim sonrasında da yer yer kafa karışıklığı devam etti. Açıkça söylemek gerekirse meclis başkan adayı saptaması asla isabetli değildir. HDP mayasını temsil eden, HDP mayası için emek vermiş biri gösterilmeliydi. Bu bir kadında olabilirdi. Çünkü biz yeniyi, geleceği temsil ediyoruz. Kitleler bizim öz ve yeni alternatiflerimizi şimdiden görmeli. Yeni yaşam şimdiden örülmeli.

İstanbul milletvekillerinin mazbatayı alır almaz, biber gazı patronu İstanbul Valisine ve kentsel dönüşüm altında yeşil ve yerleşim alanlarını büyük Anadolu sermayesine peşkeş çeken anakent belediye başkanına nezaket ziyaretlerini de, doğrusu makul karşılamak mümkün değildir. Hiç şık olmadı. Kuşkusuz yeri geldiğinde bir talep için, bir sıkıştırma için veya bir protesto için vali ve belediye başkanı kim olursa olsun gidilebilir, konuşulabilir. Ama bu şekilde bir nezaket ziyaretini hoş karşılamak mümkün değil. HDP milletvekilleri, HDP ilkelerine ve kendilerine güven duyan milyonlara layık olmalı, her sözlerini, her davranışlarını tabiri caizse gırtlak kırk boğum olduğuna göre 39. boğumdan geçirmelidir. Hele hele yalvara yalvara Gaziantep’ten birinci sıradan milletvekili yapılan; geçmiş, siyasi yaşamı çelişkilerle dolu, Hüsamettin Cindoruk’un partisinde bile kuruculuk yapmış, devletin kirli adamlarıyla dahi geçmişte dostluklar yapmış, fotoğraflar çektirmiş, Demirel’in has yakını kişinin uyarılması gerek.

Yeri geldiğinde Deniz Gezmiş’in arkadaşı olmakla övünen bu kişi, Deniz Gezmiş’in katlinde baş rolü oynayan, Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlığı döneminde 360 kişinin kayıp olduğu, Madımak katliamının yaşandığı, Kürdistan’da olağanüstü hallerin yaşandığı Demirel’in evine koşa koşa taziyeye gitti. HDP milletvekilleri HDP’ye layık olmalıdır. Bu zat artık geçmiş konumundan farklı olarak HDP’yi temsil eden 80 milletvekilinden biri olduğunu unutmamalıdır. Süleyman Demirel kontra cinayetlerinden sorumludur. ‘Gerektiğinde devlet rutin dışına çıkar’ diyerek Carl Scmith’in faşist anlayışını devlet politikası yapan kişidir. O 1965’lerin Morrison Süleyman’ıdır.

İslami toplumlarda toplumsal bellek zayıflığı derindir. Toplumsal bir ikiyüzlülük vardır. Aynı iki yüzlülüğü sadece Demirel olayında değil, Cüneyt Arcayürek’in ölümü olayında da görüyoruz. Demirel’in danışmanlığını da yapmış olan Cüneyt Arcayürek devletin has apoletli medya generallerindendi. Kürt sorununda, Ermeni soykırımında, azınlıklara yapılan baskılarda, emekçilerin sömürülmesinde hiçbir zaman kılı kıpırdamamış bir medyacıydı. Basında şimdi sol geçinen bazı yazarlarında Cüneyt Arcayürek’e övgüler düzmesine şaşmamak mümkün değil. 9 köyden kovulup 10. köyün kapısında can versek de özgürlükçülerin, ezilenlerden yana olanların her zaman doğruya doğru, eğriye eğri deme tavırlarını koruması gerekir.

Aynı bakış açımız küresel problemler için de geçerli. Örneğin, Sudan’ın soykırımcı katil Beşir’ini, Mandela’nın Güney Afrika’sı utanç verici bir tarzla korudu, tutuklamadı. Üstelik Güney Afrika uluslar arası ceza mahkemesine taraf olduğu ve bir mahkemenin de geçici olarak tutuklama kararı verdiği halde. BU Güney Afrika için bir kara lekedir. Mandela’nın halefiyle, Tayyibin aynılaşmasıdır. Kuşkusuz Güney Afrika bu noktaya şimdi gelmedi. Mandela iktidara geldikten sonra yozlaştı, bozuldu, büyük devletlerle teslimiyet içine girdi. Büyük servet sahibi oldu. Şimdi varisler birbiri ile kapışıyor. Bir zamanlar yakından tanımaktan onur duyduğum EL Fetih’in teorisyeni ve genel kurmayı Marksistyan Ebu Cihadın öldürülmesinden sonra, Yaser Arafat’ın bozulup, yolsuzluklara karışıp büyük servet sahibi olması gibi. Onunda varisleri birbirine girdi.

Dönelim kendimize. Peki çare üretmeyecek miyiz? Eğer CHP anadilde eğitimi ve Kürt sorununda parlamento teminatıyla aynı zamanda Kandil ve İmralı’yı da muhatap alarak çözmeyi savunursa, eğer AKP İŞID’e desteğe son verip Rojava’yı dost, komşu kabul edip, özgürlükçü bir anayasa inşasına, dillerin ve halkların hak eşitliği temelinde Kürt sorununun çözümüne ciddiyetle sarılırsa, güvenlik yasasının ılgasını, yolsuzluk yapan bakanların yargı önüne çıkartılmasını gündeme alırsa bu kez ehveni şerlerin en zararsızı olur. Ama bu şimdilik hayal. O zaman onurlu, ilkeli, politika üreten ana muhalefet yoluna devam.

19, 20, 21 Haziran’da Brüksel’deydik. 21 Haziran’da Brüksel’de Syriza’ya, Tsipraz’a destek için özgürlükçüler büyük bir yürüyüş yaptılar. 3-4 bin kişi saatlerce Yunanistan’a yönelik ekonomik kuşatmayı protesto ettiler. Aslında HDP’de böyle bir enternasyonal dayanışma organize etse iyi olur.

Amerikan yüksek mahkemesi LGBTİ‘lerle ilgili tarihi bir karar verdi. Bu karar ile aşk, eşitlik, özgürlük kazandı. Bizde ise biber gazı valisi bir yürüyüşe bile izin vermedi. Yolumuz uzun, işimiz hayli zor. Son mülakatında ‘ne yazık ki hayal ettiğimiz demokrasiyi göremeden gideceğim’ diyen Çetin Altan’ın ünlü sözüyle noktalayalım. Hiçbir zaman ne olursa olsun enseyi karartmayalım.