(…)
Alnını dayadığın yerde;
Bir yalnızlık işareti
İşleyen ta içime.
                 Behçet Aysan

Bir Kanlı Kıyam

1993 Temmuzunda Sivas'ın ortasında tutuşturulan ateş bütün sıcaklıklıyla kuşattı Pir Sultan'ının gür sesinden çağıldayan türkülerimizi. Yürekler tutuştu, canlar tutuştu, turnalar ağıtını ulaştırdı evrenin ıssız boşluklarına; dağıldı acı, kendi dilinde çoğaltarak söylemini. Semaha durdu gökyüzünde yangına su taşıyan serçeler, kırlangıçlar.

Otuz beş can gericiliğin kanlı ellerinde tutuşup akıp gitti maviye. Sivas kanarken hala kalbimizin Doğusunda bütün renkler kirlendi, mavi kuşlarıyla düşüp durdu her temmuzda omuz başlarımıza, zılgıtlarımıza.

Sivas'ta başlayan ateş bütün ülkeyi kuşattı, katillerin avukatlarından biri Adalet Bakanı oldu gözümüzün içine baka baka. Yine eli kanlı katillerin savunmasını üstlenen avukatlardan sekizi milletvekili olarak katıldı milletin yüce meclisine(!). Adeta fikirleriyle zikirleriyle gövde gösterisi ettiler yılışık suratlarıyla karşımızda. Nasılsa yakanlar şimdilik cezaevinde, fikirleri meclis sıralarında bütün ülkeyi kuşatacak büyük bir cinnetin ilmeğini örüyorlardı adım adım. Sonunda yakanların fikri tüm ülkeyi kuşattı, kıstırdı, susturdu. Geldik bu günlere.

Zamanla bir hukuk komedisine dönen davanın sonucunda zaman aşımından dava düşünce  dönemin Başbakanı: " Karar hayırlı olsun " demişti. Evet, karar sanıklar için hayırlı olmuştu. Nasıl hayırlı olmasın ki; zaten ülke koşullarında ağır işleyen hukuksal süreç derin müdahalelerle daha da yavaşlatılmış, hukuk tarihimiz açısından "suçlu nasıl korunur" sorusunun hukuk kitaplarına girebilecek çeşitlemesine örnek olmuştur.

Olayın meydana günlere tekrar geri dönecek olursak; Pir Sultan Abdal şenlikleri kapsamında  oraya giden ülkenin aydınları sanatçı ve aktivistleri 1 Temmuzda Vali Ahmet Karabilgin'inin davetlisiydi. Bu arada halk arasında Aziz Nesin’in Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabını Türkiye’de yayımladığı dedikodusu yayılmıştı. Bu dedikodu kentin varoşlarında karanlık noktalarında karşılığını bulmuş, kalkışmanın pimi çekilmişti.

Aynı günlerde yaygınlaştırılan başka bir fısıltıda “din düşmanları Kızılbaşlar, dinsizler“ gibi söylemlerle katliam kurgusu tamamlanarak 2 Temmuzda planlanan karanlık kalkışma devreye sokuldu.
Kıstırılan aydınlar yazarlar dışarıda höykürenler bağıranlar ve gergin bekleyiş. Yardım çağrıları, saatler süren ve bir türlü gelmeyen devletin kolluk kuvvetleri. Kalabalığın çığırından çıktığı anlarda başlayan cinnet hali, faşizmin gericiliğin maskelenmemiş gerçek yüzü dökülüveriyor ortalık yere.

Ankara Siyasaldan Doktora Hocam Cevat Geray, katliamdan sağ kurtulabilen o günlerin canlı tanığıdır. Dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'yü bizzat telefonla aradığını, onun Valiye ulaşarak kendilerine yardım edileceğini dile getirdiğini bir türlü destek gelmeyince de kendisinin Valiyi aradığını valinin garnizon komutanını yönlendirdiğini söylemesine rağmen herhangi bir yardımın gelmediğini, saatlerce Ankara Sivas arasında oyalandıklarını kandırıldıklarını, belirtmişti. Yine Cevat Hoca mahkemede tarihe not düşülsün diye " Eğer o gün Madımak oteline gelmeyen asker silahsız olarak sadece yaylalar türküsünü söyleyerek oradan geçseydi bile bu alaylar yaşanmazdı" dediğini belirtmişti.

Evet, itler ortalığa salınmış, taşlar bağlanmış kınalı kuzular ortalık yerde çaresiz bırakılmıştı. Şehrin orta yerinde kimsesizliği ve çaresizliği yaşayanlar kendilerini savunabilmek için otelin içinde mevzilenmişken orada devletin derinliklerinde irinleşmiş, kokuşmuş kurgusunun bir tezgâhı vardı. Bu komplonun gönüllü cellatları da daha dünden rollerini her yerde her zaman oynamaya hazırdı. Rollerini büyük bir gaddarlıkla rolden çıkararak gerçeklik içinde ifşa ettiler.

Bir Portre

O saldırı anında o korkunç ölümü yaşayanların arasında yabancı bir gazeteciden de bu arada bahsetmek isterim; Carina Cuanna’dan.

Carina Türk aile yaşamı üzerine bir tez hazırlamak için Ankaralı Sivri ailesinin yanına yerleşir. Kısa zamanda Türkçesini ilerleten, kültürel kodlara ilişkin sıkıntıları kısa zamanda aşan genç gazeteci Sivas’ta yapılacak şenliklere katılmak istediğini evin kızlarına iletir. Genç kızların gitmeme yönündeki çabalarına rağmen onu ikna edemez ve genç kızlar Sivas’a giderler. Üç arkadaş için kentten çıkış, Ankara’ya son bakış olur. Carina Cuanna tuttuğu günlüğünde son günü tarihe insanlık vesikası olsun diye şöyle yazmış:

2 Temmuz 1993
“Yine her bir şeylere şahit oldum. Şu anda kapatılmış” bir vaziyette bir otelde oturmaktayız, zira dışarıdaki kökten dinci Müslümanlar dolaşıp duruyorlar.

Bunun ile ilgili daha sonra yazacağım.

(…)kat şimdi işler ters gitmeye başlıyor… Biz uzun bir zamandır otelde oturuyoruz. Dışarıda devasa ve kökten dinci grup (aşırı sağcı) bağırıp naralar atıyor.

Bu binada solcu düşünür ve yazar Aziz Nesin’i saklıyorlarmış. Kendisi “Şeytan Ayetlerini” yayınlamak düşüncesindeymiş. Bunların hepsi nahoş şeyler. Kendimi çok zor ve sıkıntılı bir durumda hissediyorum, zira biraz sonra burada neler olacak, tahmin bile edemiyorum.

Sonunda bu şehrin bir Türk kökten dinciler topluluğunun bulunduğu bir yer olduğunu öğrendim. Bir sürü sloganlar atılıyordu ve bağrışmalar vardı. Bununla birlikte bir sürü de polis vardı. Fakat ben bütün bunlardan ne anlarım ki? Dışarıdan yüksek tonda bağırmalar geliyor ama ne olduğunu anlamıyorum.”(https://aleviyol.wordpress.com)

7 Temmuz 1970 yılında Hollanda’da bir kasabada doğan Carina Cuanna Thuijs 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Madımak ’ta canı gibi sevdiği Asuman ve Yasemin Sivri kardeşler ile yirmi üç yaşında ölümü kucaklar. Önce uzaklardan gelip karıştığı bir toplumun cinnet anında anlayamadığı şeyleri anlamak için bağrışlar içinde elindeki kalemi bırakır. Sonrası tarihe kalır, onun bıraktığı yerden genç kızlık düşlerinden bir Hollanda sabahından alıp sözü bir bozkır ateşinde bitirmek bize kalır. Bize kalır gidenlerin ardından yanık şiirler yakmak. Genç ölüler ülkesinde ne kadar çok ölüm ne kadar çok acı düşüyor payımıza.

Genç kızlık düşleri, yarınlara ait umutlar, sevinçler, kırgınlıklar silinir gider çölün aynasındaki sessizlikte. Halkların kardeşliği, dünya barışı adına ön yargısız bir sevgiyle ötekileştirmeden bize koşan Carina’yı ne yazık ki gericiliğin cehenneminden koruyamadık. Ne yazık ki insan sevgisiyle çarpan bu genç sevdalı yürek, insanlık için yapacağı çalışmalarını gerçekleştiremedi. Bilmediği bir ülkede bilmediği bir kentte korkusuzca büyük insanlık için son türküsünü söylüyor hala.

O gün orada katledilmeseydi bugün yine bizimle bize dair haberleri paylaşıyor olacaktı belki de.

O bu ülkenin karanlığının aydınlık yüzü olarak yaşayacak, barışımızın ve kardeşliğimizin gelini olarak halkların kalbinde yerini alacak.

Sonuç olarak;

Sivas’la yüzleşemeyen bir toplumsal gerçeklik, katillerden hesap soramayan bir ülke olarak kalbimizin Doğusunda Sivas’ın göğü hala dumanlı, yanıyor, kanıyor…

Yanmış insan eti kokuyor sokaklar.

Ellerinde benzin bidonları, sıkılı yumrukları

Bin kez dualı bin kez aminli.