“Hakikat” filmini, Şeyh Bedrettin öğretisinin yansımalarını tarihsel süreçteki aktörleriyle birlikte kurgusal gerçeklik içerisinde bulma hevesiyle seyrettim.

Ali Şahin ve Hakan Alak’ın senaryosunu birlikte yazdığı çalışmada, Şeyh Bedreddin’i müzisyen Suavi, Börklüce Mustafa’yı dizi ve sinema filmleriyle tanıdığımız Bülent Emrah Parlak, Torlak Kemal karakterini de Saygın Soysal canlandırmış. 2020 Eylül’ünde başlayan filmin çekimleri Edirne, İzmir Karaburun, İzmit ve İstanbul’da yapılmış.

Nazım Hikmet’in cezaevinde 1936 yılında bitirdiği Şeyh Bedreddin Destanı’nın “Ahmet’in Hikayesi” bölümünden esinlenildiği filmin hareket noktası olarak sonunda özellikle belirtilmiş. 1900’lü yıllarda yaşayan Ahmet de bu isyan hikayesini bir Alevi topluluğunun içinde geçirdiği zorunlu konuklukta öğreniyor. Yaşadığı görsellik ve mistik havadan etkilenen Hasan ”hakikat” öğretisinin peşinde bir çocuk olarak veriliyor.

Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’ndan esinlenerek senaryonun oluşturulduğuna dair filmin sonuna bir bilgi notunun iliştirilmiş olması esinlenmenin yaratıcılık ve dramatik gerilimi tarihsel süreçte ortaya koyması açısından asıl metnin (destanın) gölgesinde kaldığını da bize düşündürdü.

Sinemanın görsel dilinin derinliğine olaya ve kurguya hükmetmesini beklerken hem kurgu hem de olayın tarihsel gerçekliği olduğu varsayılan karakterler üzerinden yüzeysel bir anlatıma dönüştüğünü filmin daha ilk enstantanelerinde fark etmeye başlıyoruz. Yalnız bu yüzeysellik ve aksaklıklar oyunculardan kaynaklı değil, onlar performanslarıyla zaten üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yapıyor.

Çağına göre ilkel komünizm ya da ortaklaşmacı bir öğretinin savunucusu sayılan Şeyh Bedrettin’in Nazım Hikmet tarafından isyan motifi üzerinden devrimci bir retorikle işlenmesine karşı çıkanların olduğunu biliyoruz. Bu anlamda film, Nazım’ın Şeyh’e biçtiği devrimci retoriği bir isyan üzerinden sinemaya aktarma iddiası taşımakta. Bu iddia yüzündendir ki yönetmen aynı zamanda senaryo aşamasındaki katkılarıyla da isyanı bütün taraflarıyla birlikte kurgunun merkezine yerleştirmek için çaba sarf ediyor.

Tarihsel gerçekliğin gölgesinde bir kalkışmanın dramatik geriliminden kaynaklı yansımaları, filmin bütününe baktığımızda; görüntü ses, efekt, müzikle özgün bir şekilde yansıtılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu konuda özellikle filmin müziklerini yapan Levent Güneş’in başarılı bir çalışmaya imza attığını söyleyebiliriz.

Fakat aynı başarının senaryodaki kopukluklar, klişe yüzeysel diyaloglar ve anlatımlar yüzünden gösterilemediği ortada. Filmin içeriğiyle uyumlu dekorlar ve kostümler, olayın anlatıldığı zamana ilişkin mekânsal sınırlılıklar yüzünden başarılı bir çalışma olmasına rağmen izleyicide istenilen etkiyi yaratması zor görünüyor.

Biraz önce klişe göndermelerin isyanın maddi tarihsel koşullarının yani ayaklanmayı doğuran sosyo ekonomik, kültürel koşulların açıklanmasında yetersiz kaldığına dair yaptığımız saptamaya birkaç örnek vermek istiyorum. Bunlardan biri; gölden balık tutan yoksul birinin yakalanarak tutuklanması, diğeri de tahsildarların vergi almak için çocuklarıyla çalışan kadına saldırdıkları sahne. Osmanlının yoksul halka uyguladığı zulmü böyle klişeler üzerinden vermeye çalışmak isyanın ortaya çıkış sebeplerinin seyirciye tüm gerçekliğiyle aktarılmasının önüne geçiyor.

Filmin ön kabulünden başlayarak Şeyh Bedrettin’in öğretisinin toplumsal dayanaklarını ve müritlerin üzerine yürüyen Osmanlı güçlerine karşı hazırlıklarını, sürdüğü coğrafyanın kültürel alt yapısını bütün detaylarıyla izleyebileceği gibi bir düşünceye seyirciyi sevk ediyor. Ama ne yazık ki çatışmanın yaşandığı coğrafyaya ilişkin yansıtılanlar kısıtlı.

Kameranın boş topraklar üzerinde gezdirilmesiyle seyircinin olay mekân ilişkisi hakkında bir çıkarıma ulaşması oldukça zor. Filmin olayların geçtiği coğrafyaya ait boş alanlarda seyirciyi dolandırması görselliğin sağlayacağı katkıyı kısıtlamış gibi. Olay-mekân, mekân kahraman, kurgusal gerçeklik ilişkisi olay merkezli bir çalışmada bütün sınırlılıklara rağmen daha iyi olabilirdi.

Bu arada filmin bir sinema kooperatifi olan İMECE tarafından çekimleri yapıldı. Belirli bir sermaye grubuna yaslanmadan çekimleri yapılan bağımsız sinemacılığın ilk ürünü olmasının da önemini vurgulamak gerekir. Sinema sektöründeki maliyetlerin yüksekliği, kısıtlı bütçelerle yola çıkan yapımcıları oldukça zorlamakta. Bütçe kısıtlılıkları hem filmin kalitesine etki etmekte hem de sermaye gruplarına bağımlılığı arttırmakta. Bir çıkış yolunun aranması ve bu arayışın sonuçları aynı çizgiden gitmek isteyen sinemacılar için yol gösterici olacaktır.

Açıklandığı üzere filme 129 kurum destek vermiş. Popüler kültürün kuşatması altında piyasa koşullarına bağlı kalmadan eser üretme fikri gerçekten değerli bir çaba. Filmin yukarıda saydığımız eksikliklerine rağmen toplumcu bir anlayışla çekilmiş olması önemli. Bu anlayışın daha güçlü çıkışlara yol açabilmesi için kolektif sinemacılık girişimleri desteklenmeli. Aynı çabanın diğer sanat dallarında da gösterilmesinin kültür endüstrisinin yarattığı ikonlara karşı oluş halini örgütleyeceği aşikar.

Yazımızı sonlarken tekrar vurgulamak istersek film, senaryo ve kurgu olarak çeşitli sınırlılıklar taşımakta. Daha önce de belirttiğim gibi verilmek istenenlerin bir isyanın bütün bileşenleriyle vurucu bir şekilde kameraya yansıtılamadığını düşünüyorum. Bunda da en önemli etken kahramanların şematize edilmesi, klişe örneklemeler üzerinden hareket edilerek verilmek istenenlerin yüzeysel kalmasıdır.

Sonuç olarak bütün eksikliklere rağmen bu tür çalışmaların çoğaltılması gerekir. Devrimci sanatın kapitalizmin tahakkümüne karşı daha nitelikli çalışmaların ortaya çıkmasında itici güç olacağına inanarak filmde emeği geçenleri kutluyorum.

Aynı türden çalışmalarla bir devrim sinemasının oluşturularak toplumsal değişim ve dönüşümde etkileşimi arttıracak çalışmaların çoğalması ve Hakikat’ın herkese ulaşması dileğiyle…