Mustafa Eroğlu’nun “Son Mektup” adlı öykü kitabı Şykitap yayınlarından kasım ayında yayımlanarak raflarda yerini aldı.
Kitapta; “Tandoğan, Son Kitap, Güven Bey, Fiks Menü, Mezbaha, Haydar Abi, Yaşlı Yerli” adlı yedi öykü bulunmakta.
Öyküleri okuyup bitirdiğinizde aslında küçük hacimli bir romanın özetini okumuş olduğunuz ya da öykünün biraz daha devamı gelse romandan çıkmış birinin hissine kapılmanız mümkün.
Mustafa Eroğlu, kitabında ayrıntılı tasvirleri, uzun soluklu cümleleriyle okuyucuyu yarattığı atmosferin içine çekme arzusuyla modern öykücülüğün anlatım özelliklerini satırlarına taşıyor.
Anlatım teknikleri öykünün estetik değerini belirleyen en önemli etkenlerden biridir. Yazar metinde okuyucuya iletmek istediği mesajlarını temayı kurgularken bu tekniklerden yararlanarak yol alır.
Özellikle son yüzyılda psikoloji biliminin ilerlemesiyle psikolojinin edebiyatla kurduğu ilişki zamanla boyut kazanarak günümüze kadar gelmiştir.
Öyküde gerçekliğin kurgulanmasında çizilen karakterlerin olay örgüsündeki sağlamlığı yazılanlara inandırıcılık boyutunun kazandırılmış olması açısından okuyucunun bakışında oldukça önemlidir.
Son yıllarda bireyin iç dünyasını anlatan modern/post modern öyküde karakterin psikolojik derinliğinin ayna metaforuyla verilmesi anlatım teknikleri üzerinde de etkili olmuştur.
Klasik öykünün olay- tema ve kurgusunun aşıldığı iddiasıyla durum öyküsünün öne çıkarıldığı, olayın geri planda kaldığı betimleme üzerine kurulu öyküler artık ön planda.
Günümüzde de etkisini sürdüren post modern anlatı teknikleri Mustafa Eroğlu’nun öykülerinde tematik kurgunun önemli bir unsuru olarak ele almış.
Bunu yaparken de beslendiği kaynaklar itibarıyla durum hikayesini bu tekniklerin kullanıldığı deneysel bir alan haline getirmek çoğu yazarın zorunlu durağı olduğu için aynı yolu izlemiş olması doğal bir sonuçtur.
Bu durum, yazarın modern öyküye okuduklarından, izlenimlerinden bilinçli bir çabayla ulaştığı bir şey olmayabilir. Çünkü 1970’lerden beri dünyada ve ülkemizde post modern edebiyatın bilinçli bir şekilde görünür kılındığını biliyoruz.
İçerik toplumsal sorunlara eğilse de biçim ve anlatım teknikleri bakımından son yıllarda öykücülüğümüz olay ve mekânın belirsizleştiği modern anlatıya yaslanıyor.
Aşağıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere anlatım teknikleri sanatçının anlatımına derinlik kazandırmasını da sağlar.
“‘İç monolog’ ve ‘bilinç akışı’ teknikleri, birinci şahıs (ben) anlatıcının ve kahraman bakış açısının kullanıldığı anlatma yöntemleridir. ‘Bilinç akışı’ ve ‘iç monolog’ tekniğinde sanatçı anlatı kişileri üzerinden değişik düşünce ayrıntıları sunma imkanına sahip” olur ve “eserde kalabalık şahıs kadrosuna olan ihtiyacı ortadan kaldırır” (1)
İç monolog Eroğlu’nun öykülerinde sıkça başvurduğu bir anlatım tekniği olarak karşımıza çıkıyor.
“İşte o anda benim de dibim düştü baba; benim dibimi de hanım kızcağızın o müthiş analizi düşürdü. Dibimi toplamamak için usulca yerimden doğruldum. Sandalyemi kızlı erkekli masaya yanaştırıp teklifsizce aralarına sokuluverdim.”(Güven Bey/Syf:31)
“Hakkını teslim etmeliyim; şimdiye kadar her seferinde elimden tutup beni o kaza yerinden en az hasarla, selametle çıkarmayı bildi. Koluma girip beni istasyondaki o kızın yanına götürdü. “Şu an yaptığı da bu zaten…İçinde bir mezar ha!” diyor.” (Fiks Menü/Syf:45)
Eroğlu, öykülerinde kahramanlarını birinci şahıs üzerinden konuşturarak, okuyucu nezdinde yer mekân ve nesnelerin ayrıntılı betimlemelerinin katkısıyla psikoloji tahlilini derinleştirme gayretine girmiş.
“Karşılıklı oturuyoruz. ’Sıcak oldu’ diyor. Çıkarıp sırtındaki hırkayı sandalyesinin arkasına asıyor.” ( Syf:1)“Bir restoranın genişçe bahçesinde karşılıklı oturuyoruz.” (Syf:40)“Bir fotoğrafın kalmış bende Geç bir hazan zamanı olmalı.” (Syf:21)
Uzun cümlelerle devam eden betimlemeler durum öykücülüğü sınırları içinde devindiğinden kurguda olayın arka plana itilmesiyle öykülerde durağanlık olduğunu görüyoruz.
“Çok tuhaf! Bir yandan eylediğin anı yutarken, diğer yandan bir dağın kederli gölgesini sürükleyip götürüyor ayaklarının dibinden. Sadece o gölgeyi değil, fotoğrafın kurak hazanına karıştıkça, beni de senden koparıp ıssız çıplak bir şimdiye savuran bir uzak! Bir dağın asi görkemini senden eksilten, eksik ve yaralı bir şimdiye bakıyorsun.” (Syf:21)
Kısacası ana kurguda olay yok ve akış okuyucuda merak duygusu da uyandırmıyor. Durum böyle olunca metnin akışında sürece katılmak isteyen okuyucuda bu özellik hayal kırıklığı yaratabilir.
Fakat son yıllarda yönlendirmelerle post modern öykü ve romanları okuma alışkanlığı edinmiş okuyucu içinse bir arkeolojik kazı alanı gibi heyecan verici olabilir.
Kısacası “Son Mektup” Mustafa Eroğlu’nun beslendiği kaynakların izlerini taşırken son yıllarda cilalanıp piyasaya sürülen Hasan Ali Toptaş vb. muadillerinden dil ve anlatım olarak eksiği yok fazlası var.
Tek şanssızlığı kendini sosyalist olarak tanımlaması ve bu haliyle popüler kültür mekanizmasında aykırı bir duruşu temsil etmesidir. Fakat bu temsiliyetin öykülerinin öz ve biçim özelliklerine tam olarak yansıtamaması en büyük handikabı olarak ortada durmaktadır.
Son söz olarak Mustafa Eroğlu’nun öykülerinde tespitlerimin birçoğunun onun içeriği işlemede seçtiği yöntemlerden kaynaklandığını düşünüyorum.
Devrimci gerçekçi bakış açısıyla metinleri çözümlediğimizde biçim ve anlatım teknikleri ve devrimci dönüşüm açısından yeniyi ortaya koyma zorunluluğu sanatçının en önemli görevidir.
Bir yol bulmak gerekiyorsa bunu hep birlikte eleştiri-özeleştiri mekanizmasını işleterek beton kabuklarımıza gömülmeden el birliği ve dayanışmayla yapacağız.
__________
(1) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/908945