Köyceğiz’in Yangı Mahallesi'nde, 29 Temmuz'da başlayan yangın, zamanında müdahale edilmemesi yüzünden rüzgarın da etkisiyle genişlemiş, eko sisteme büyük zararlar verdikten 14 gün sonra kontrol altına alınabilmişti.

Orman yangınları üzerine pek çok söylem geliştirilse de asıl sebebin küresel iklim değişikliğinden kaynaklı aşırı ısınma olduğu herkesçe biliniyor. Kuraklık o kadar etkili ki yamaçtan yuvarlanan bir taşın çıkaracağı kıvılcım bile koskoca ormanı kısa sürede yutabilir. Ortalık yere hesapsızca atılmış pet şişenin içindeki su, mercek görevi görerek kuru otların tutuşmasına sebep olabilir. Hatta yıllardır hiç bakımları yapılmamış ormanlardan geçen enerji hatlarının sık sık yangınlara sebebiyet verdiği biliniyor. Bunların hepsi ihtimaller dahilinde olmasına rağmen bir gerçek var ki ormanları korumakla sorumlu Bakanlığın konuya ilişkin hiçbir çalışması ve planlaması yok. Yangın söndürme uçaklarını, helikopterlerini geçtik, sahada ciddi anlamda planlama, teçhizat ve elaman eksikliği var. Orman Genel Müdürlüğünün adeta kurumsal hafızası silinmiş, zamansız yapılan personel yer değişikliğiyle kurum zayıf düşürülmüş. İç işleyişten kaynaklı sorunlara gönüllü olarak katıldığımız yangın söndürme çalışmalarında fazlasıyla tanıklık ettik. Zaten bu tanıklık yüzündendir ki bir zaman sonra yangında özverili bir şekilde, kısa sürede örgütlenen gönüllülerin sahaya girmesi engellendi.

Köyceğiz’de makilik alanda başlayan yangına ilk müdahale eden ekibin elaman yetersizliği yüzünden başarılı olamadığına dair bilgiler tanıklar tarafından dile getirilmekte. Sonrası koskoca kızılçam, karaçam ormanları gözümüzün önünde seyirlik bir oyun gibi yandı, gitti. Geriye o kadim dağların bitki örtüsünden külden ve acıdan yaralı bir çığlık kaldı. Köyceğiz, Sandras Dağı ve çevresinde endemik türleri içinde barındıran bir ekosistem yok oldu. Bunun yeniden ağaç dikmeyle, şatafatlı sözlerle geri geleceği yok. Giden hayvanların buradan çıktıktan sonra yaşama şansları var mı bilen yok. Çünkü yeni gittikleri alanlara alışık olmadıklarından yaşam onlar için çeşitli tehlikelerle dolu.

Diğer bir tespit de yöredeki su kaynaklarının zarar görerek Köyceğiz kent merkezindeki o meşhur boşa akan artezyenlerin zamanla kuruyacak olması. Dağların gözelerinden kaynayan pınarların suyu azalacak, içme suyu ve tarımsal sulamada kullanılan suya olan gereksinim önümüzdeki günlerde ciddi şekilde artacak. Her zaman olduğu gibi yangın görüntüleri, ekranlardan düştükten sonra aymazlıkla yok edilen dağları kimse hatırlamayacak. Kaçan kurdu, vaşağı, tilkiyi, şaşkınlıkla kendini alevlerin içine atan tavşanları bir daha kısa zamanda geri getirmenin bir yolu yok. Çam, püren, kekik balı bölgenin en önemli geçim kaynakları arasındaydı. Arıcılık bölgede bu saatten sonra oldukça zor koşullarda yapılacak. Yine Köyceğiz'in dağ köyleri sebze meyve tarımı yaparak geniş bir alana ürün tedarik ediyordu. Su kaynakları etkilendiği için sıcakla birlikte düşen ürün rekoltesi turizmde tedarik anlamında sıkıntılar yaşatacak.

Bütün bunların ötesinde ne yazık ki o ağaçlara, kuşlara, bu lanet çağa denk geldiler. Ne yazık ki çaresiz ve örgütsüz bir halk olarak ne kadar çaba göstersek de ne kadar üzülsek de seyirci kaldık olanlara.

GEÇMİŞTEN GELECEĞE DAĞ KÜLTÜRLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

Sandras Dağı, yörenin kültürel dünyasında ve inanç sisteminde önemli bir yer tutuyor. Toroslar binlerce yıllık geleneğin ve ritüellerin yaşatıldığı bir bölge. Halk kültüründe, inanç sisteminde günümüze kadar varlığını sürdüren “Eren Günü” etkinliklerini bu yıl yerinde izlemek üzere yola koyulduk. Zorlu yolculuğumuz zaman zaman bozuk yollarda, kartalların kanat sesleri altında geçti. Bazen yüreğimizi burkan, yanan sahalardan yol boyu devam ederek Çiçek Baba’nın zirvesine ulaştık. Zirvedeki düzlükte bir gün önceden gelenlerin kurduğu çadırlar, dumanı tüten ocaklar, keçi seslerine karışan çocuk sesleri, sabahın serinliğinde başlayan etkinliğe dair ilk izlenimlerimizdi. Orada bir gün önceden gelerek gece konaklayan “Sandras Koruma Platformu”ndan Neşe Yüzüak, Murat Demirci ve Mehmet Ali Acet ile buluştuk.

Mehmet Ali Acet, çocukluğunu bu dağlarda geçirmiş, Çayan Yörüklerinden. Yine bu coğrafyada yıllarca öğretmenlik yapmış adeta günümüzde geçmişi yaşayan, yaşatan bir Şaman. Yangın sürecinde, gönüllü çalışmalara katılmış, çalışmaların organizasyonunda görev üstlenmişti. Bölgenin kültürel yapısına ait hem yaşanmışlıkları hem de araştırmaları olan yaşadığı coğrafyaya kültüre karşı kendini sorumlu hisseden biri. Eren Günü’yle ilgili onun ilk elden tanıklıkları ışığında anlatımlarını aktarmak istiyorum.

“Eren adı verilen bu zirvede, her ağustos ayının son perşembesi toplanılır. Beyağaç’tan, Köyceğiz’den, Ortaca’dan, İzmir’den, Dalaman’dan kısacası her bölgeden insan gelir. Kimse davet edilmez, herkes hesabını yapar. Çok eskiden Rodos’tan dahi gelenler vardı. Ben onlarla tanışıp konuşmuştum.

Oradaki mezar, yörede Çiçekbaba Ereni diye, geçiyor. 33-34 metre uzunluğunda, taş düzeni üç metre genişliğinde bir mezar. Büyük bir taşın yanında beş altı tane kısa taşlar var, yani Orta Asya balbal düzeniyle yapılmış bir mezar. Burada eren geleneğinin; aslında Şamanizm’den, Orta Asya’dan Türklerin getirdiği bir gelenek olduğunu belirtebiliriz.

Eren Günü için Beyağaç’tan gelenler, çarşamba günü Kartal Gölü’nde konaklar. Perşembe sabahı şafak vaktinde Eren’e doğru yürürler. Buna “Eren Yürüyüşü” derler.

Köyceğiz’den gelenler ise akşamdan Gökçeova’da toplanır. Sabah erken saatlerde Eren’e doğru hareket ederler. Güneş doğmadan herkes Eren’in başında, dağın zirvesinde toplanır.

Bizde dağ kültürü çok önemlidir. Çok eskiden beri, her köyün küçük bir ereni, bir tepesi vardır ama buradaki Eren, dedelerimizin dediğine göre erenlerin erenidir. Ayrıca bölgedeki diğer erenler daha önce kutlanırken, bu Eren belirttiğimiz gibi ağustos ayının son perşembesi kutlanır.

Eren’in başına gelenler, mezarın etrafında hayvanlarını yürütür veya kendi gezer. Adak keseceği hayvanı omzuna alır, mezarın etrafında üç veya yedi defa dolaşır. Sonrasında adağını keser ve bütün misafirlerle birlikte yer.

Kartal Gölü, bu dağın hemen arkası. Göle kartal isminin verilmesi, eskiden o bölgede kartalın bol olduğunu gösteriyor. Ama şimdi kartallar bitti. Çevredeki karakulak, kurt gibi diğer hayvanlar da azaldı. Son dağlarımız da bitecek, her şey yok oluyor burada.

Çiçekbaba ismindeki baba da insanların arkasındaki güçtür. Bu dağ; bölgedeki herkesin, çobanların, Yörüklerin bu yaylaya çıktığı, benim dedemin buralarda yaşadığı yerdir.” (1)

Geçen yıl pandemi koşullarındaki kısıtlamalar nedeniyle etkinlik sembolik olarak gerçekleştirilmişti. Bu yıl yangınların verdiği buruklukla 26 Ağustos’ta dağın zirvesinde gerçekleşen şenliklerin kökeni hakkında pek çok şey söylenmekte. Tabi ki bunların hepsi farklı yaklaşım ve anlayışlardan kaynaklanan yorum ve sözel tarihin bize yansımaları. Halkın belleğinden dağarcığından tomurcuklanan temeli iyilik ve güzellik olan söylenceler. Halk kültürünün derinliğinden süzülerek gelen “Eren Dede Şenlikleri” hala geniş bir katılımla Toroslarda sürdürülüyor.

Şaman kültürünün bir parçası olarak kabul gören etkinliklerde her yerden her mezhepten insanı bir arada görmek mümkün. Yakın civardaki Romanların, Alevilerin, Sünnilerin aynı kurganın etrafında gerçekleşmesini istedikleri düşleri için adaklarıyla döndüklerine şahit olduk. Eren’nin kutsallığı işte bu birleştirici ve iyilik gücünden gelmiş olsa gerek.

Siz de geçmişin izinde bir ritüele tanıklık etmek istiyorsanız Ağustos ayının son perşembesi mutlaka yolunuzu Çiçekbaba’ya düşürünüz.

Orada, eteklerinde, vadilerinde yanmış ormanların külleri altında inleyen bir dağın sesini duyacak ve göz yaşlarına şahit olacaksınız.

Orada, yenilenmiş ve umutla dolu olarak kıvrımlı yollardan geçerek çamlara, bulutlara rüzgarlara karışacaksınız.

Orada atalar, dağ kültürü yeni konuklarını bekliyor.

___________________________

(1) Mehmet Ali ACET, 10 Temmuz Gökçeova’daki “Sandras’a Sahip Çık“ eylemindeki konuşmasından bir bölüm