Şiir yaşamın kendisi olma iddiasını taşısa da birebir yaşamı karşılamaz. Çünkü imgelerle kurgulanan gerçeklik var olanın dışındadır. Bu dışarıda olma durumu şiirin kendine özgü yapısından kaynaklanır. Şairin bilinçaltı ve yaşanmışlık izleriyle sürekli yeniden biçimlendirdiği gerçekler dünyası sürekli sıçramalarla var olanın dışına taşar. İşte bu taşma halinin aşkınlığı şairin yeteneği ve işçiliğiyle ortaya çıkar. Bu işçiliğin niteliği şiirinde niteliğini belirler. Şairin gönüllü çabası ve kapasitesi olağanüstü bir özellik taşıyorsa özgün şiire ulaşılmış demektir. Bu özgün şiirde yaşamın birebir ruh ikizi değil olsa olsa kan kardeşidir. Kardeşlik öylesine şiirle yaşamı birbirine bağlamıştır ki bunun olası reddi şiiri günlük yaşamın dışına düşürür. Yazılan şiirin toplumdan kaynaklan bir enerjisi ritmi olmaz. Durum böyle olunca da şair kelime oyunlarına dayalı, anlamı zorlayan(ama aşamayan)imge yığınıyla dolu bir şiir enkazıyla karşımıza çıkar. Bu enkaz şiir lobilerinin özsever efendileri tarafından kitlelere gerçek şiir diye sunulur. Şiir kitabının parayla basıldığı, parayla dergilerde tanıtımının yapıldığı piyasa koşulları oluşur. Yapay şekilde olgunlaştırılan şiir piyasasında işe bir de ödül ayağı eklendi mi iktidar sahiplerinin emelleri gerçekleşir, kısır döngü sürekliliğini sağlamış olur.

Günlük yaşamımız TV, basın vb. organlarla nasıl maniple ediliyorlarsa, ömrü boyunca kamyon kasasına  doluşup bir plajı  bile görmemiş insanların evlerinde beş yıldızlı tatil haberlerinin yanılsamasını yaşatıyorlarsa, bu enkazla da aynı etkiyi yaratıyorlar. Piyasaya durmadan yeni yüzler ve durmadan birbirine benzeyen şiirler yazan insanları sürüyorlar. Birileri tarafından keşfedilip sırça köşküne oturtulan şair, artık eski ağabeylerinin yolundan geçerek yeni keşiflere çıkan bir bilgin edasıyla dolaşıyor ortalıkta. Kendisi gibi duymayan düşünmeyen yazmayan hiç kimse bu kâşifin menziline giremiyor. Salondan salona koşturan şiir bezginleri ortalık yerde şiir pratiğinin belirleyicisi gibi görüyorlar kendilerini. Mağrurlukları yüzlerinden okunuyor. Hasbelkader toplantıların birinde ezberi bozacak bir soru sorduğun zaman da öyle bilmiş ve sert cevaplarla soruyu ağzına tıkıveriyorlar. Nasılsa yanılmaz şiraze ellerinde…

Bir de sol cenahta görünen şairlerimiz var. Yukarıdakilerin ara sıra elinden tuttukları övdükleri, medyalarında meddahlık yaptırdıkları. Bunlar da birincilerden farklı değil. Sözde dilin günlük yaşamdaki yapısını kıracaklar. Şiiri düzenin yerleşik kurgularının dışına çıkaracaklar. Söylenince kulağa hoş gelen bu savlar, şiire dönüşünce karşı olduklarıyla hemen benzeşiveriyor. Dil üzerindeki tahakkümü kırmak bir yana, zorlama ve benzer şiirle birinci gruptakilere bile parmak ısırtıyorlar. Yani niyet yapılan işle örtüşmüyor.

Günümüzde sol basın diye adlandırılan basın yayın organları da burjuva medyasının kötü bir benzeri. Onlar da birinci gruptaki şair ve yazarların peşinde kuyruk oluyor. Onlardan bir imza alıp bir şiir yayınlamak büyük bir olaya dönüşüyor. Falanca ünlü yazar şair gazetemize destek sundu. Falancası şu eylemimize destek verdi. Herkes popüler olanın tanınmışlığından faydalanma peşinde. Fakat kendisi gibi düşünen, ablukayı aşmaya çalışan şaire destek vermiyor. Vermiyor çünkü o kendine benziyor.

Kendine benzeyenin popülaritesi yok, ondan faydalanamaz, yani kullanabileceği adı yok.

Yukarıda anlatılanlar bir şiir kirliliği yaratıyor. Toz duman içinde iyi şiire ulaşmak çok zorlaşıyor.

Yaşamın kan kardeşi kan kaybediyor…

Siz hala iç odanızda uyuyor musunuz?