Seçim anketlerinin ortalaması sayılacak bir değerlendirme yaparsak:

-10 kişiden 3'ü mevcut iktidardan memnun;

-10 kişiden 3'ü Millet ittifakına destek veririm diyor;

-10 kişiden 3'ü ya kararsız ya da oy vermeyeceğini söylüyor;

-10 kişiden 1'i ise HDP'li...

Türkiye seçmeninin onca acı tecrübeye rağmen geldiği çizgi özetle budur.

Bu tabloyu önce seçmenler olarak bizler son derece dikkatli analiz etmeliyiz.

Mesela bu tabloya bakarsak, seçime katılmama oranındaki artış ya da kararsızların sandığa gitse bile geçersiz oy kullanmaları iktidarın işini epey kolaylaştıracaktır...

Kararsızım diyenlerin seçim günü geldiğinde yine eski oy verdiği partiye yönelmeleri de mümkündür. Tıpkı, beğenmese de hep aynı partiye istemeyerek oy veren başka seçmenlerin yaptığı gibi...

Bu nedenle ben seçimlere ait anket sonuçlarına bakarken özellikle kararsız gözüken kitlenin partilere dağıtılmasından sonra ortaya çıkan sonuca pek güvenemiyorum. Dağıtılmış oranların riskleri ve olası yönelimleri göz ardı ettiği kanısındayım. Oysa önümüzdeki seçimlerin sonucunu büyük ölçüde kararsızların tutumu belirleyecek.

***

Rusya'da Duma seçimlerini yine Putin kazandı. Birleşik Rusya partisi yüzde 49.8 oy alarak 450 kişilik Duma'da 324 sandalyeye kavuştu ama dikkatinizi çekerim seçime katılma oranı sadece yüzde 51.7. Yani toplam seçmenlerin sadece dörtte birinin oyunu alarak Duma'da büyük bir çoğunluğa sahip durumda. Söylentilere bakılırsa bu "başarıda" şaibeli oyların da rolü büyük.

Bize dönersek, iktidar partisine hala destek verebilen kabaca üçte birlik bir kesim var ve kalan üçte ikinin yarısı da kararsız ve seçime katılmayacağını söyleyenlerden oluşuyor...

Duma'da Putin çoğunluğu seçmenlerin dörtte biriyle kazanmışsa bizde meclis seçimlerinde neden aynısı yaşanmasın? Mecliste çoğunluğu kazanan, Cumhurbaşkanı da olur sonunda...

Yani önümüzdeki seçimler çok kritik dengeler üzerine kurulu.

Yine hatırlatmak isterim ki iktidara bir şekilde oy vermese de muhalefete de güven duymayan veya henüz tereddüt eden ciddi bir kararsız ve küskün kitle var. Bunları hesaba katmadan seçimde ipi göğüslemek zor.

Ancak iyimserlik sarhoşluğuna kapılmadan şunu da görüyorum: Bu sisteme karşı çıkarken birlikte hareket etmenin çok yaşamsal olduğunu idrak edenlerin giderek çoğaldığı bir gerçek. Geçenlerde Kılıçdaroğlu’ndan yapılan işbirliği çağrısına eski eş başkandan gelen tepkiye HDP’den gelen itirazlar bence çok olumlu işaretler. Bu sinyalleri önemsiyorum.

 ***

Sezai Temelli'nin sözlerinin yaşanan ciddi siyasi krizin aşılmasını hedefleyen, demokratik bir hukuk devletinin kurulmasına yönelik partiler arası işbirliğine zarar vereceğini düşünüyorum. Bu çıkış tahmin ettiğim gibi duyarlı demokrat kesimlerce tasdik edilmedi ve eleştirildi. Selahattin Demirtaş benzer kaygılarla Sezai Temelli gibi düşünmediğini açıkladı. Şu sözleri bu açıdan çok önemli:

"Benim bildiğim HDP, Kürt sorunu dahil olmak üzere, Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne taliptir, irade sahibi siyasi bir aktördür ve elbette muhataptır. Çözümün adresi de doğal olarak TBMM’dir. Tabii ki HDP, Kürt sorununun çözümünde tüm tarafların ve her kesimin, açık ve şeffaf katılımını, muhataplığını bilecek siyasi birikime ve deneyime sahiptir. Faydasız ve çoktan tükenmiş tartışmalar gündeme getirmek çözüme katkı sunmaz."

Kürt sorununun çözümü için muhatap kimdir sorusu epey tartışıldı, daha da devam edecek görünüyor. Faydalı da oldu, zihinlerin netleşmesine yaradı. 27 Eylül'de paylaşılacak Tutum Belgesi bu nedenle dikkatle bekleniyor.

Ama bakıyorsunuz iktidar cephesi ortağı ile başka bir havada, daha doğrusu yan çizdiği çözüm sürecinden vazgeçince savunduğu noktada, yani sorun falan kalmadı diyor yine.

Konuştuğumuz zor bir konu aslında. Nedenlerin, koşulların nesnel analizini ve siyasi olgunluğu gerektiriyor. Sorunun çok değişkenli, çok katmanlı olması doğru tespitler yapmayı zorlaştırıyor. Ama siyasetin daima çetrefilli zorluklara rağmen mesafe aldığı bir yolu vardır, bu da bulunur. Siyasetin fiiliyata dönüştüğü noktada çözüm için adımlar da başlar. Bu süreç tarafların işbirliğinden ne umduklarına bağlı olarak daha başarılı sonuçlara da everilebilir, ama tersi de olabilir.

Bu gün gelinen noktada muhalefeti temsil eden siyasi partilerin, etrafındaki destek gruplarının, kanaat önderlerinin sorumlulukları çok fazla bu yüzden. Sadece HDP açısından değil, bütün muhalefet partilerinin eski alışkanlıklarından vazgeçip, değeri kalmamış tartışmaları bir yana atmaları gerekiyor.

Esas sorunun çözümü etrafında yürütülecek bir işbirliği her konuda ilkeli olmayı da taraflara zorlayacak sonunda. Geri dönülmez bir yola girdik. Yönümüzü belirleyen hukuk, özgürlük ve demokrasi ilkelerine dayanarak kalıcı barışı sağlamak dahil her sorunu anayasal zeminde ve toplumun temsilcileri ile beraber çözme zorunluluğu var. Tıpkı 101 yıl önce Ankara'da başarıldığı gibi.

***

Farklı siyasi kanatlardan Atatürkçüyüm diyenlere karşı değilim, herkesin kendini tanımladığı başka bir Atatürk olması doğal. Şimdi Atatürk'e düşman sandıkları, liberal diye küçümsedikleri kimi aydınları Atatürk'e yaklaşımları değişti diye ciddiye almayanlar, dışlayıcı davrananlar var. Eleştirsinler, ama karalayıp haksız yakıştırmalar yapmalarını ayıplıyorum. Atatürk’ün değerini anlamak, onu doğru yorumlamak kimsenin tekelinde bir çaba sayılmamalı.

Atatürk'ü sadece belirli sıfatlar yükleyerek tek bir siyasi kategoriye sokarak anlamak zor.

O modern Cumhuriyetin kurulmasını sağlayan tarihi bir sürecin kahramanı ve toplumu ileriye taşıyan bu sürecin içinde rol alan tüm etkenlerin toplamıdır.

Bu yüzden hala birçok özelliği ile Atatürk, yarını yaratmak zorunda olan bizleri yan yana getirebilen, karşılıklı düşünmeye zorlayan bir güce sahiptir. Bunun değerini anlamak lazım. Kimse beğenmediğini Atatürk üzerinden, onu kullanarak dışlamaya kalkmasın. Onun eserlerinin önemini, yapmak istediklerinin anlamını çağdaş hukuk ve özgürlük ilkeleri ile birlikte kavramak zorundayız.

Kurucu felsefe olarak Atatürk'ün düşünce sisteminde bir “Atatürkçülük” aranıyorsa benim anladığım bu.