İstanbul Film Festivali’nde bu sene seyrettiğim ikinci film Body/Beden adını taşıyor. (İlkini burada yazdım)

Yönetmeni ve senaristi Polonyalı genç bir kadın, Malgarzata Szumowska. Özellikle cinsiyetini belirtiyorum çünkü çektiği ve ödül aldığı filmlerin konularına baktım da hepsi kadın gözüyle hayatın sorgulanmasını içeriyor.

Ödüllü filmi Ono/Stranger (2004), hamile bir kadının bebeği ile duygusal bağını ve kürtaj sorununa değinen bir film, 33. Secans (2008), Otobiyografik değil ama kendi yaşamından esintiler olan bir film. Ona Lacorno Uluslar arası Film Festivalinde özel ödül kazandırmış. Bu bir film bir nevi dönüm noktası da olmuş. Kadınlar (2012) filminde ise iki çocuklu genç gazetecinin çalıştığı dergi için üniversiteli fahişelerle ilgili araştırması hikaye edilmiş. Toplumun temel ahlak kurallarını, seyircinin yeniden zihninde yeniden tartmayı amaçlamış. W imie…/In The Name Of (2013) bu film de Berlin Festivalinden Teedy Ödülüyle döndüğü bir film orada da Katolik bir rahip, Polonya’nın banliyölerinde yetim çocukları topluma kazandırmak için kendine bir alan yaratıp çalışmak ister amacı sadece iyiliktir, onu tanımayan insanlar ise sebepsiz bu iyilikten kıllanırlar elbet. O hayatına anlam katmak isterken diğerleri hayatlarındaki bu değişikliği tedirginlikle karşılarlar. Bu arada bastırdığı cinsel duyguları da orada rastladığı genç bir adama aşık yüzünden,  bilinçdışına çıkar ve kendisini sorgulamasına sebep olur.

Benim Seyrettiğim Body/Beden(2015) filmi, Berlin Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü almış.

Bizim gişedeki çocuğa bugün hangi filme yer var değim de, ikisine de yer var dedi yine kaykıldığı yerden bıkkın bir suratla, peki dedim, sen hangisini önerirsin. Bu arada düşünmek için fırsat yaratmaktı niyetim. Birinin adı Beden diğerinin adı Baba Beni Yakalasana, isimlerin bendeki duygusunu tartarken çocuk, çekmecesini açıp Beden filmine bir bilet var dedi. Geri getirdi bir müşteri isterseniz onu vereyim. Yine 6. Sıradan dedim kesin benim gibi okuma sorunu yaşayan biri bırakmış bunu da ama üst sıralar doluymuş, iyi tamam dedim, ikimizin de aklından geçenlerin denk düşmesinde bir hayır olduğunu umup, filmin bana neler anlatacağını görmek üzere oturdum yerime.

Bu arada Kıvanç Tatlıtuğ ile biraderinin şu festivalle ilgili filmini her seyrettiğimde koltuğumda sıkıntıyla kıpırdadığımı da not düşmek istiyorum. Seyirci salak, hayal gücü sıfır, gitsin sinemada film seyretsin. Bana verdiği alt metin buydu. Oldu canım diyorum festivalin sponsörüne, biletlerin 16.00 dan sonra 17 TL olması, galanın 20 TL olması evet hafif salak hissettirdi parasını öderken ama ne yapalım, tüm filmleri bir arada bulma, araştırma imkanımız olmadığı için  modern hayatın sillesi deyip sineye çekiyoruz sadece, böyle bilene.

Filmin ilk karesinde savcı baba, ormanda kendini ağaca asmış bir adamın resmi işlemini yapmak için görevlilerle birlikte görülüyor. Adamın bedenini ağaçtan indiriyorlar, alışık oldukları ölüme fazla tepki vermeden rutin konuşmalarını yaparken, ölü adam boynundan ipi çıkarıp onlara bakmadan kalkıp gidiyor. Aha dedim adam ölmemiş, kalktı gidiyor. Sonra hım ruhu o ikinci adam diyerek kendime açıklama yaptım. Vay be dedim yine doğru filme geldim, düşündüklerime, okuduklarıma örnek bir hikaye. Hani bir mente var ya “..Onlar bilmezler mi ki, sizden iki tane vardır, çünkü biz öyle uygun gördük. Bu sebepledir ki, hem altındadır hem üstündesinizdir derinizin...”

İkinci sahnede savcı adam, baharatlı tavukları öyle bir hırsla yiyordu ki hay maşallah dedim bu ne açlık/öfke. Karşısında oturan soluk benizli, birderibirkemikkalmışsaçıbaşıdağınıkgözlerininaltındamorluklarolankız da ona, çok mu acıktın, diyordu. Adam  alay etme babayla der gibi öyle dedi ama bıkkınlıkla. Anoreksi  olduğunu sonra öğrendiğimiz kızı, biliyor musun dedi, tavuklar kendi cinslerini yiyen hayvanlar. Parçalayıp önüne atıyorsun araza çıkanları, onlarda afiyetle yiyorlar. Adam zaten bir sürü iğrenç şey görmeye alışık olduğundan herhalde kızını kovmadı masadan, yemeğini iştahla yemeğe devam etti.

Buzdolabını açıp votkasını içmek istediğinde, üzerine bir post it yapıştırılmış gördü. “Atları kıyımdan kurtarın” yazıyor üzerinde. Yüzünü buruşturduğu gibi kağıdı buruşturup içkisini bardağına doldurup içti adam.

Oturup evde bir şeyler yaparken kız yanından geçiyor, iç çamaşırlarıyla, kafasını bacaklarının arasına alıp yürümeye çalışıyor falan. Sonuçta filmin adı Beden kız da babasının gözüne sokmaya çalışıyor kendini. Birkaç kere yiyerek öldürmek istemiş kendini, normal zamanında annesinin babasıyla ilişkisine tepkisini dünyaya yemeyerek ilan etmiş biri o. Bedenine öyle zarar veriyor.

Anna adında bir terapistin seanslarına katılıyor. Orada bebek kıvamında, soluk, renksiz kızlar var. Hepsinin yüzündeki harita silinmiş. Çığlık atmaya cesaretleri yok yani içlerinde patlatıyorlar tüm duygularını o yüzden dışarı renksiz, izsiz.

Anna, onlara içlerinde yaptıkları yolculukta rehberlik etmeye çalışıyor. Çığlıklarını dışarı savurmaları için cesaretlendiriyor, sakin ve sabırla gözlerinin içine bakıp güven telkin ediyor.

Savcıbaba, kızının son intiharında artık onunla baş edemeyeceğine karar verip hastaneye yatmasına karar veriyor. Anna’ın çalıştığı hastanede yer olmamasına rağmen prestijini kullanıp kızını yatırıyor. Kızın zaten umurunda değil nerede olduğu, o babasından nefret ediyor, annesinin ölümüne öfkeli, annesine babasının davranışlarına kızgın, babasının şişman olmasından nefret ediyor. O yemek yedikçe belki yemekten de nefret ediyor.

Adamsa işinde o kadar çok şiddet görüyor ki, mesela bir tuvalette bebeğini parçalamış bir kadının vakasında zabıt tutmak zorunda kalıyor. Anne genel tuvalette bebeğini doğurmuş sonra onu parçalamış çıplak ayakla oradan uzaklaşıp gitmiş. Bunu biz yerdeki çıplak kanlı ayak izlerinden ve kapıdaki kanlı el izlerinden anlıyoruz. Bir de savcıbabanın ruhsuzca yaz oğlum diyerek, gördüklerini anlatmasından.

Onun şahit oldukları da adamı hayatı tatma konusunda yemeğe yönlendirmiş. O da yemeğin tadına varmaya çalışıyor, içkilerin en sert olanında uyuşmak istiyor. Kızı onu rahat bırakmıyor aslında karısının arafta kalan ruhu da rahat bırakmıyor. Adam ölen karısının odasını kapatmış oraya girmiyor. Onunla ilgili hiçbir şey düşünmek istemiyor kızının tersine. Fakat bir telefon alıyor, karısının gömülü olduğu mezarlığı su basmış tabutlar toprağın yüzüne çıkmış, gelin diyorlar teşhis edin cesedinizi. O da mecburen gidip bakıyor azıcık ucundan, tabut kapağının aralığından karısının ayaklarına. Evet diyor, bunlar karımın gömülürken giydiği ayakkabılar. Eve geldiğinde küvetin içine oturup, ayaklarını suya tutuyor. Yıkanmaya ayaklarından başlıyor. Sonra karısı ile ilgili kilit vurduğu yerleri açıyor. Komşusu diyor ki lütfen müzik dinlerken biraz kısın çok açıyorsunuz sesini, önce başını sallıyor aldırmadan, sonra lan ben müzik dinlemem ki diyor içinden herhalde, hangi saatlerde müziğin sesini duyduğunu soruyor komşusuna.

Anna, önce savcıbaba’ya kıl oluyor kızına davranışlarından dolayı sonra kıza kendi özel durumunu anlatmasının belki kızın kendi yolculuğunda bir katkısı olacağını düşünüp ona annesinin kendisiyle irtibata geçmek istediğini söylüyor. Önce kendi hikayesini anlatıyor elbet. Sekiz aylık oğlu, sapa sağlam yaşarken bir sabah ölmüş sebepsiz, o da bunu kaldıramamış, hastalanmış, oğlunun nerede olduğunu merak etmiş sonunda oğlu ile temasa geçmiş artık oğlu yanındaymış. Onunla konuşabiliyormuş.

Anna kendisinde böyle bir yeti olduğuna inanıyor. Bazen transa geçiyor eline beyaz bir kağıt alıyor, ona ölü ruhun yazdıklarını sevdiğine iletiyor, bazen ona görünen ruhla sohbet ediyor.

Evinde kocaman bir köpekle yaşıyor, hastane müdürün dediği gibi arada ağaçlara sarılıyor sevgiyle, bazen bir köşede ağlıyor. Sokakta öpüşen sevgilileri gizliden seyrediyor. Yemeğini yalnız başına yiyor, köpeği ile tartışıyor o benim lokmam, diye.

Babakız arasındaki iletişimsizliği fark edince somut gerçeklerden bunalan adama kendisindeki yetiden bahsediyor. Adam önce Anna’nın art niyetli olduğunu düşünüp kızını hastaneden alıp evine geri getiriyor. Sonra karısının ona gönderdiği mesajları fark etmeye başlıyor inanmıyor ama hissettiklerini de göz ardı edemiyor sonunda Anna’dan yardım istemek için bir gece vakti evine gidip ona bir not aldığını sadece karısı ile kendisinin bildiği bir şey olduğunu yardıma ihtiyacı olduğunu söylüyor. Kadın notu okuduğunda anlayışla gülümseyip tamam diyor gidip pijamalarını çıkarıp günlük giysiler geçiriyor üzerine, babakızın evinde bir masanın başında oturup ölenanneninruhunu beklemeye başlıyorlar. Uzun bir süre bekliyorlar kimse gelmiyor, kız sonunda o notu ben yazdım, diyor. Anna, olsun mühim değil bekleyelim diyor, arada gülme krizi tutuyor savcıyı, elle ele oturup beklerken Anna sonunda uykuya teslim oluyor, horlamaya başlıyor oturduğu yerde. Baba kız baş başa kalıyorlar. Birbirinin yüzüne bakıyorlar, gözlerinin içine dalıyorlar birbirlerinin sonra gülümsüyorlar.

Kendi acılarının içinden çıkan baba kıza sevgiyle köprü kuran daha önce o acılardan geçmiş Anna, görünmüyor perdede ama biz cevval seyirci olayı anlıyoruz derhal.

Algılarınız açık, pencereleriniz bol olsun efendim.