Modern insanın belki de en dip yarası beton yığınları arasında sıkışıp kalmış olmasıdır. Dahası bu yaranın farkında olmaması ya da farkında değilmiş gibi davranması. Bilmem kaç katlı apartmanlar, dev AVM’ler. Vitrin camlarından yansıyan plastik yüzler ve sahte gülücükler. Ömrünü burada, dört duvar arasında, bir nevi bir kasiyer kasanın önünde geçiren ya da geçirmek zorunda kalan insanlar. Hele bu acımasız koşullarda yeterince zırhı sağlam olamayanların yaşadıkları daha da vahim; sistemi benimsemiş, onunla bütünleşmiş ve bir şekilde hayatını sürdürmeyi öğrenmiş olanların sisteme dâhil olmayanlara bakışı, onları bu yönlerinden dolayı dışlamaları.

Sayaka Murata’nın Kasiyer romanı tıpkı ana karakteri Keiko Furukura gibi tuhaf bir yapıt, bizim çağın insanının akvaryumdaki tutsaklığını büyük marketlerin vitrin camlarındaki görüntüsüyle anlatmaya çalışır. Yaşantısını süper marketler ya da dev binaların içinde tüketen zavallı insanın modern zaman çaresizliğini ve buna uyum sağlayamayanın bir şekilde dışlamasının hikâyesini… Ve dahası modern çağların o kadar da abartılacak bir yanının olmadığını, ilkel çağlardan günümüze dek aslında bir arpa boyu bile ilerlemediğimizi, gelişmediğimizi, hatta gülümseyen maskelerimizin altında daha da vahşileştiğimizi adeta suratımıza haykırır.

Ne grupta çalışmanın koşulları değişti ne çiftleşmenin ne de birlikte yaşamanın gereklikleri.

“İşte o zaman farkına vardım. Yaşadığımız dünya ilkel çağlardan hiç farklı değil. Köyün işine yaramayan insanlar silinir gider. Ava çıkmayan erkekler, çocuk doğurmayan kadınlar… Günümüz dünyasına bak. Sürekli bireyselliğe vurgu yapılır ama köye aidiyet göstermek istemeyen insanların yaşantılarına karışılır önce, sonra zorlamalar gelir, en sonundaysa köyden kovulurlar.”

Bu çok anlamlı sözler ana karakterimiz Furukura’ya ait değil. Furukura’nın yeterince gelişememiş zihni, yapıtta sıkça adlandırıldığı şekilde normal olmayanın davranışları ve normal insanlar gibi sürdüremediği hayatı, hatta kurmaya çalıştığı dünyası bile bir taklitten ibaret. Toplumun arzu ettiği ya da kabul gördüğü biçim… Bir başkasının sözleri tekrarlanır ve bir başkasının gülücüğü dağıtılır ve topluluğun diğer üyeleri gibi yalnız başına bile olsa ayakta durabileceğini kanıtlanmaya çalışılır. Öbür tarafta ise başka biri, alıntıladığım anlamlı sözlerin de sahibi. Romanın içinde aylak aylak görünün bir nevi filozofu ya da filozof adayı, kim bilir belki de o sadece bir modern zaman Diogenes’i. Ancak bu Diogenes artığı kendisi gibi köyün işe yaramayan kızını değil belki, ama kesinlikle dışlananı olan Furukura’yı sömürülmeye çalışmadan duramaz. Bir nevi mazlumun kendinden daha mazlum olanın kanını akıtması, kanını emmesi hikâyesi daha. Burada acı olan bu sömürülme biçimi değildir, kızımızın toplum baskısına daha fazla dayanamayıp, bir nevi bakışlarda köyün işine yaramayan kişisi olmamak için sömürülmeye gönüllü koşmasıdır, işte acı olan budur. Ama yine de bunun nedenini Furukura’nın bireysel yaşantısında değil de toplumun arızalı yapısında aramak gerektiğini düşünüyorum, zaten yapıtın ısrarla parmak bastığı yerde burasıdır: Asıl arızalı olan bireyler değil, tolumun genel bakışı ve dayatmalarıdır.

Sayaka Murata’nın Kasiyer romanı kesinlikle bir özgürlük hikâyesini anlatmıyor. İlkel çağlardan günümüze kadar varlığını sürdürmüş olan toplum baskısının yeniden hayat bulduğu bir modern çağ romanı belki. Aslında yazar yapıtını kurmak için ana karakteri olan Keiko Furukura’yı tuhaf biriymiş gibi kurgulamasına bile hiç gerek yoktu. Bu çağda büyük bir marketin içinde bir kasiyer olmak bile oldukça anlamlı kanımca, modern insanın kapitalizm karşısındaki çaresizliğini ve tekdüze yaşantısını acımasızca göstermesi bakımından yeterliydi.

Kaynak: Sayaka Murata, Çev: H. Can Erkin, Turkuvaz Kitap