Hakan Günday kelimelerini bir kırbaç gibi kullanıyor romanlarında, bazen de okuyucunun omzuna yumuşak bir şal gibi örtüyor.

Bir romancının iyi bir senarist olması her zaman mümkün değildir.

Kelimelerin efendisi olmak yetmez, zihnini de özgürce kontrol etmen gerekir hikayeni kurarken.

Romancı karakterlerine, hikayesine duygusal manada bağlanır.

Senarist adeta kiralık bir katil gibi özel istek üzerine kendi yarattığı karakterlerini öldürmek zorunda kalabilir, hikayesini köpürtür özel istek üzerine, yan hikayeler katabilir.

Romandaki gibi karakterlerin peşine düşmez senarist onlara plan program çizer bir rehber gibi.

Hakan Günday belki de senaryo yazarken aklıyla kalbi arasındaki bağları rölantiye alıp aklının hükmünde yazıyordur senaryolarını.

Tüm yazdıklarım sadece yüksek sesle düşünmekten ibaret.

Hikayeci yanım senarist yanımla sohbette, hepsi bu.

Hem iyi bir roman yazarı hem de iyi senarist olmanın hallerini tartıyorum zihnimde.

Benzer bir durum son zamanlarda yönetmen olarak adını duyduğumuz Onur Saylak için de geçerli.

İyi bir oyuncu olmanın yanı sıra yönetmen olarak kaliteli işlere imza atıp, var olduğu bütünün içindeki enstrümanları doğru kullandığını kanıtlıyor tecrübeli sanatçı.

Hakkında bir şeyler söylemek istediğim Şahsiyet dizisinin senaristi Hakan Günday, yönetmeni ise Onur Saylak.

Ve dizi bu hafta final yaptı.

12 bölümden oluşan yapım Star televizyonun internet kanalı olan Puhutv’de yayınlandı.

Bu tarz işler güçlü oyuncu kadrosuyla da göz dolduruyor her zamanki gibi ve burada bizi en çok heyecanlandıran isimlerden biri Müjde Ar’dı.

Uzun bir aradan sonra onu karşımızda görmek, eski bir dostla yeniden derin bir sohbete dalmak kadar keyifliydi.

Onunla nostalji hoşuma gitti.

Eski Türk filmlerinden pek hoşlanmam oldum olası ama üniversite yıllarıma denk gelen Müjde Ar filmlerini sevmişim demek ki onu yeniden görmeyi, sesini duymayı sevdim.

Haluk Bilginer, 20 senedir taşıdığı sırrı yüzünden acı çeken, her şeyi unutacağını öğrendiğinde ise unutmadan, bu sırdan kurtulmayı planlayan yaşlı, yalnız bir adamı canlandırıyor.

Onun evdeki hırkalı halleri, boş dolaptan çıkardığı köşesi ısırılmış tostunu bir tabağa koyup, karıncalı tüplü televizyonun karşısında yemeğe çalışması bana babamı hatırlattı.

Babamın alzheimer teşhisi konmadan önceki “Duvarlarla konuşuyorum”, dediği yalnızlığını.

Karısının örgü sepetini çıkarıp, evde olduğu zamanlarda onun yarım bıraktığı örgüsünü örüyor, sırtında örgü hırkasıyla Agah Beyoğlu.

Kızı Zuhal, oğlunu alıp boşanmak üzere yanına, Avusturalya’dan geri gelince üzülüyor Agah bey kızının mutsuzluğuna, ama yalnızlığı bozulduğu için de kızıyor.

Bütün oyuncuların performansları oldukça iyi, bu hikayede.

Zuhal rolündeki Şebnem Bozoklu babasına öfkeli, alkolik bir kadını canlandırıyor.

Dizinin finalinde oğluna diyor ki evimize geri dönüyoruz, baban bizi çağırıyor.

Oğlan, işte babam tam da bu yüzden senden ayrılmak istedi, diyor. Çünkü sen babamın uydusu gibisin, o ne derse onu yapıyorsun. Adam o yüzden senden sıkıldı. Şimdi de evde tek başına olmaktan sıkıldı, hükmedeceği kimse kalmadı, bizi geri çağırıyor.

Zuhal sinirleniyor oğluna ve diyor ki, sen ne diyorsun, senin annen bir alkolik ve o adam bu halimle bana baktı yıllarca.

Oğlu Deva bu sefer sinirleniyor, yanından öfkeyle kalkıp odayı terk etmeden önce, anne sen alkolik değilsin, sen insanlara bağımlısın, diye isyan ediyor.

Oğlunun söylediklerini ne kadar anladı bilinmez, Zuhal çocuğunu alıp geri gidiyor kocasının yanına ve boşanmak için geldiği memleketinde sevgili edindiği adama da oğlunun geleceğinin söz konusu olduğunu, o yüzden dönmesi gerektiğini söylüyor.

Bazı anneler kendi eksik gediklerini çocukları ile kapatırlar.

Kendim için bir şey istiyorsam namerdim gibi bir şeydir bu, hayata karşı bir duruştur.

Bunu da annelerinden miras almışlardır.

Benim en çok oyunculuğuna şaşırdığım kişi Cansu Dere oldu.

Cansu Dere, çok sevdiği babası polis olduğu için polislik mesleğini sonradan seçen özel sektörde bir süre çalışmış bir kadını canlandırıyor.

Annesi, babasından sonra başka adamlarla da evlenmiş. Kızına da bunu yalnız kalmaktan korktuğu için yaptığını söylüyor.

Bu toplumda kadınsan eğer bir erkeğe sığınman gerek diyor. Korktum diyor. O kadar çok erkeğe sığınma ihtiyacı hissettim ki sonunda ben de onlara benzedim diyor.

Sahiden bu dizide seyrettiğiniz Müjde Ar alıştığınız seksi kadınlardan biri değil. Tır şoförlüğünden emekliye ayrılmış, erkeklerin tırstığı bir kadın görüntüsü karşınızda.

Kızlarını anneler, hep erkeklerle korkutur büyütürken.

“Baban duyarsa seni öldürür” der, “Abine söyleyeceğim bakalım ona da böyle diklenebilecek misin?” der.

Hiçbiri yoksa, başlarındaki erkek ölmüş ya da terk etmişse, kızım ben seninle baş edemem, vallahi veririm dayına, amcana, olmadı evlendiririm bir adamla, o senin hakkından gelir der.

Bu ülkede babası erkenden öldüğü için hakkında dedikodu çıkmasın diye 14 yaşında evlendirilen kızlar var. Bunu boşandığında anne babasına belki de kaderine duyduğu kadın şefkati yüzünden gülümseyerek anlatan kadınlar.

Müjde Ar da kızına diyormuş ki, orospu mu olacaksın?

Kızlar sırf bu ötekileştirme söylemlerini dolaylı ya da direk duydukları için memeleri belli olmasın diye kambur yürürler.

Kazara külotları görünse, oğlanlar orduları fethettiği duygusuna kapılsa da coşkularını alaydan yana kullanıp, donunu gördüğü kıza, parmağını uzatıp alay ederken yanakları kızaracağından emin olduğu için, ehe ehe donu görünüyor lan der.

İşte böyle durumlardan en derini yaşanmış Şahsiyet dizisinin ana hikayesinin geçtiği Kambura’da.

Cansu Dere’nin oyunculuğundan bahsedecektim, duyarlı konular mevzuyu unutturdu.

İlk defa burada oyuncu farklı bir karaktere bürünmüş.

Genelde beğenmem onun oyunculuğunu, farklı giysileri aynı suratın taşıdığı bir tip olarak görürüm onu.

Oysa her bir giysi karakter olarak düşünülürse oyunculukta, taşıyanın giysinin hakkını vermesi gerekir.

Burada Cansu Dere erkeklerin arasında çekingen narin bir polisken zamanla annesi gibi onların seksist davranışlarına karşı bir duvar örmek adına erkeksi tavırlar sergilemeye başlıyor.

Oturuşu kalkışı hep erkek gibi oluyor.

Böylesi bir davranış şeklini Cansu Dere’de görmek hoşuma gitti.

Demek ki neymiş, oyuncudan istemeyi bilmiyorlarmış.

Konusuna geçmeden önce bak Deva’dan mutlaka bahsetmek gerek.

Onun hakkında bir röportaj görmüştüm ama okumaya fırsatım olmadı.

Deva yani Yaşar Usta 21 yaşında. Oldukça yakışıklı bir çocuk. Üstelik ilk oyunculuk tecrübesi olmasına rağmen Haluk Bilginer’in karşısında oldukça göz dolduruyor.

Beden dili ve oyunculuk yeteneği ile herkes onu fark etti ve diziyle birlikte onu da merak eder oldular.

Deva dedesi Agah beyin seri katil olduğunu bilmeden, basından takip edip tesadüf tanıştığı insanlarla birlikte Köpek Öldüren adını verdiği gizli bir kulüp kuruyor.

O yan hikaye renk katsa da pek işlemedi aslında.

Agah beyin kızı ve torunu olayı, hikayenin bütününde pek işlevsel değildi. Sadece bir cümle için vardı sanki.

Babası kızını ortaokulda yatılı yurda vermiş. Kızı Zuhal için bu travma olmuş. Evden beni atar gibi uzaklaştırdın, diyor babasına boşanmak üzere salya sümük ağlarken.

Oysa babası Agah Bey (Haluk Bilginer) adliyede arşiv memuru olarak gittiği Kambura’da, şahit olduğu korkunç olaydan kızını korumak için göndermiş yatılı okula.

12 yaşında bir kıza 2 sene boyunca 54 kişi tecavüz etmiş. Bir dönem yaşlı bir adam kızı pazarlamış köyün erkeklerine, kız sonunda intihar etmiş.

Ve Kambura halkı, kadını erkeği savcısı amiri bu olayı örtbas etmişler.

Agah bey memurluk hayatında şahitlik ettiği bu olayı 20 yıl boyunca hiç unutamamış.

Olaya dahil olan adamları hep yakından takip etmiş, hatta onları öldürmeye kalkmış ama becerememiş.

Sonunda doktor ona Alzheimer teşhisi koyunca unutmaktan korkup küçük kızın günlüğünde adına rastladığı bir diğer kıza da olayları hatırlatmak isteyerek cinayetlerine başlamış.

Agah beyin kızına tekrar dönecek olursak o yıllarca babasından nefret edip yaşamış, benim ailemden uzakta yalnız yaşamama neden oldu diye.

Fakat öyle bir kader ki kızında kırılma yaşamasına sebep olan olayın esas sebebi olan adam, yıllar sonra kocasından ayrılıp İstanbul’a geri döndüğünde bir süre sevgilisi olan, mutsuz evliliğinin acısını unutmaya kalktığı adamla aynı kişi.

Agah Bey ölüm listesinde olan adamla kızının ilişkisine sesini çıkarmıyor fakat önleyemediği garip kaderin akışının da farkında.

Çocukluğunda koruduğu kızı, kendi ayaklarıyla gidiyor bir zamanların çocuk tacizcisi şimdilerin zengin, görüntüde yoksulları koruyan mafyatik adamına.

Bu hikayede küçük kızların başına gelenleri görünce unutamadım bir süre.

Orada büyükannesi ile yaşayan 12 yaşındaki kız tahminen 17-18 yaşlarında bir oğlana aşık oluyor, onu öpüyor oğlan, kız da evleneceğini düşünüp mutlu oluyor.

Çünkü kızlar o yaşlarda kendilerinden büyük bir erkekle mutlaka platonik bir aşk yaşarlar. Bilmiyorum zamane kızları belki bu aşkı hayata da geçiriyordur çünkü yeni doğanın zekası hep öncekinden fazla oluyor.

Bu kız da aşık olmuş bir de sevdiği adam öpmüş onu, doğal olarak ayakları yerden kesiliyor.

Ama erkek ona diyor ki ya sen beni öptün ya şimdi Cemil abim diyor ki –bu Cemil, Zuhal’in evlilik acısını unutmak için sevgili edindiği adam- beni de bir öpsün.

Kızın ağzı açık kalıyor doğal olarak.

O ağzı açık şaşkın kızın halinden de oğlan yararlanıyor. Sadece oğlan değil kasabadaki erkekler ve civar illerin savcısı falan.

Bu bizim için bir abes durum değil toplu tecavüzlere örnek olaylar, zihnimizde çok taze.

Ben diyorum, Şükran öpüldüğünde ayakları yerden kesilen 12 yaşındaki kız, koşarak eve gitseydi tek ailesi olan anneannesine, bu şapşak çocuk bana dedi ki Cemal de öpsün seni. Ortada bir sır olmasaydı ve o sırra 2 sene boyunca 54 adam kaşımasaydı o kız ölmezdi.

Aileler her zaman çocuklarının yanında olduklarını, özellikle hal ve dilleriyle anlatmak zorundalar. Çocuklar bilmeli ki ne yaparlarsa yapsınlar evlerine sonunda dönebilecekler. Anne ve babaları onların sığınabilecekleri güven limanları.

Bunu çocuklarımıza vermezsek her gün kocalarından dayak yiyen kadınlar evlerine dönmek yerine kocalarının elinden ölmeyi tercih edecek.

Küçük kız ya da erkek çocukları, davranışları ne olursa olsun, onları seven, güvenen, sıcak aile çatısı altında olmasından huzur duyan bir aileleri var.

Bunların hiçbirinin parayla ilgisi yok.

İnsanlara hak ettikleri davranışları göstermezseniz onlar da zamanla insanlıktan uzaklaşırlar.

Bu devletin görevidir.

Ama en küçük birim olarak aile kendi içerisinde birbirlerinin varlığına saygı duyup güvenli ortamı sağlamak zorundadır ki bir geri zekalı çıkıp bana selam verdin o yüzden bütün mahalleye de selam vereceksin dediğinde, oldu gözlerim doldu edasını takınmalıdır o kişi.

Ya da bi siktir git! Belanı başka yerde ara, demelidir.

Duruşumuz insanların bize karşı davranışlarını belirler.

Duruşumuzu belirleyene kadar da içinden çıktığımız ailemizden yardım almamız gerekir.

Mevzu daha çok uzar, ben tekrar hikayeme dönecek olursam, Agah Beyoğlu’nun 22 senedir unutamadığı bir kambur gibi ağırlığında ezildiği olayın bir parçası da Nevra’nın (Cansu Dere) sırtında aslında.

Biri olayı unutamazken diğeri farkında olmadan zihninin derinliklerine gömmüş.

Agah Beyin amacı kendi unutmadan Nevra’ya olayı hatırlatıp adaleti sağlamasına yardımcı olmak.

Sonunda Nevra tüm deliliği başlatan sonra da üzerini örtmek isteyen Cemal’i öldürmesi için sahneyi kuran Agah’a diyor ki, bu böyle olmaz ben polisim. Hukuken bunun mahkemeye çıkması, yargılanması, ceza alması gerek.

Agah bey, sen diyor adaletle hukuku birbirine karıştırıyorsun, adalet başka bir şey hukuk başka, senin söylediğin hukuk, hukuken olması gereken. Tabi hukuk varsa ama adalet başka bir şey, adalet bu zaten, adalet ne ki nefsi müdafaa. İntikam geç kalmış bir nefsi müdafaa.

Bir polisiye dizisi olarak sanki nedenini bilemediğim kopukluklar olsa da bugüne kadar yapılmış güzel bir iş olarak, oyuncuları hikayesi müzikleri ve resmedilmesi manasında mükemmel bir iş olmuş.

Üstelik hikaye manasında seyirciye tahminler bıraksa da yine de ters köşe eden bir yanı var.

Bu ülkeden seri katil çıkmaz cinnet geçirilir lafı da doğru tespit.

Seri katilimiz yok diye hayıflanmıyoruz ama her işimizin altında şahsiyet sahibi bir imzamız olmalı diye, yerinmemiz olmalı mutlaka.

Güzel günlerde görüşelim görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.

Ha bir de özgürlüğü! aman burnunuzda bir halka, deniz kenarında güneşlenmeyle karıştırmayın.