BM ve Arap Birliği Suriye özel temsilcisi El-Ahdar el İbrahimi Suriye konulu Cenevre-2 Konferası’nın katılımcı ülke ve uluslar arası organizasyonlarını açıkladı. 22 Ocak’ta İsviçre’nin Montrö şehrinde toplanılması planlanan konferansa; BM, BM Güvenlik Konseyi, AB, Arap Birliği, ABD, Cezayir, Brezilya, Japonya gibi uzun bir katılım listesi mevcut. Suriye’ye komşu olan tüm ülkeler neredeyse konferansa davet edilmiş, İran konferansa davet edildi yalnız ABD’nin ciddi çekinceleri var dolayısıyla, İran’ın durumu ise henüz netlik kazanmış değil. Suriye’deki iç savaşın üçüncü tarafı olan Kürtler ise konferansa davet edilmedi.

Suriye’deki iç savaş üçüncü yılına giriyor. Sayısı yüz binlere varan insan yaşamını yitirdi, milyonlarca insan ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Cenevre-2 Konferansı’nın Suriye’ye barış getirip getiremeyeceği sorusu ise ilk bakışta çok olumlu bir cevap akıllara getirmiyor maalesef.

Başlangıçta uluslar arası güçlerin Suriye konusuna ivedilikle el atmaları konusunda bir hayli çaba harcayan Suriye muhalefeti, gelinen noktada Esad’ın olası bir uluslar arası askeri müdahalenin ihtimalini akıllı bir biçimde ortadan kaldırmasıyla birlikte Cenevre-2’den de çok beklenti içinde değil. Konferanstan Esad’ın güçlenerek çıkacağı öngörüsü hakim. ABD ve Rusya’nın bir geçiş süreci planlarının Esad’ı dışlamaması Suriye muhalefetini tedirgin ediyor ve konferans sonunda rejimin elinin daha da güçleneceği endişesi konferansa ilişkin muhalefetin beklentilerini azaltıyor.

Tek parça bir Suriye muhalefetinden bahsetmek mümkün değil. ÖSO’nun (Özgür Suriye Ordusu) parçalanmasıyla birlikte şu an rejime karşı savaşan silahlı grupların çok önemli bir kısmı, Suriye’nin El Kaide kolu olan El-Nusra, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve İslami Cephe gibi Sunni muhalefet yapılarından oluşmakta. Bu yapılar da konferansa katılmayacaklarını zaten açıklamışlardı. Geriye kalan kimi temsil ettiği çok da belli olmayan SUK (Suriye Ulusal Koalisyonu)

Özetle bugün Suriye Muhalefeti diye tanımlanabilecek somut ve rejime alternatif bir yapıdan bahsetmek oldukça güç. Başlangıçta Esad diktatöryasına karşı uluslar arası meşruiyeti de bulunan Suriye Muhalefeti zaman için de var olan meşruiyetini kaybetti. Ortadaki tabloda Suriye’de Esad’a karşı savaşan grupların rejimden iyi mi yoksa kötü mü oldukları sorusunu rahatlıkla akıllara getiriyor.

Rojava Gerçekliği ve Yok Sayılan Kürtler

Dört parçalı Kürdistan’daki Kürtler farklı zaman ve etkilerde seslerini egemen otoritelere karşı çıkarıp varlık savaşına giriştiler. Ancak Suriye Kürdistan’ı bu dört parçalı yapı içinde en son sesini duyuran parça oldu. PYD liderliğinde, Suriye’de hem rejim güçleriyle hem de radikal Sunni İslami gruplarla çatışarak varlık yokluk savaşı veren Rojava(Suriye Kürdistanı) Suriye’deki kaotik ortamdan kendini önemli ölçüde kurtarıp güvenli bir alan yarattı.

Ancak, Suriye Kürdistan’ında hem politik hem de askeri anlamda ciddi bir üçüncü güç olarak kendisini kabul ettiren PYD, Cenevre-2’ye çağrılmadı. Konferansa bağımsız olarak çağırılmak için uluslara arası düzeyde büyük çaba harcayan PYD’nin konferansa çağrılmaması, konferansın temsil sorununu da beraberinde getiriyor. SUK içerisinde ENKS’nin (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) birkaç temsilciyle konferansa katılması ise başta PYD olmak üzere PYD ve PKK’ye yakın Kürt çevrelerince olumlu karşılanmıyor.

PYD’nin pratik anlamda Rojava’da halihazırda işleyen bir model olarak durması ve bu modeli, Kürtleri, Arapları, Ermenileri, Süryanileri ve diğer halk ve inanç topluluklarını içine alan bir çoğulcu yapıda Demokratik Özerklik modelini Suriye için sunmasına rağmen neden konferansa davet edilmedi?

Bu sorunun en başta gelen cevaplarından biri Barzani ve Türkiye’nin PYD’ye yönelik tavrıdır. Fehim Taştekin, dünkü yazısında, ABD adına muhalefeti yönlendiren eski Şam Büyükelçisi Robert Ford’un PYD lideri Salih Müslim’e “Cenevre’ye davet edilseniz bile Kürt meselesini açmayacaksınız” dediğini aktarmıştı. Yani Batı, Kürtlere şunu demek istiyor; zaten ortalık karışık ve konferanstan bir sonuç alınamayacak siz bekleyin biraz daha, belki sonraki süreçte…

Gelelim Türkiye’nin etkisine, Türkiye’nin Rojava’daki gelişmelerden açıkça rahatsız olduğu ortada. Sınır hattında Güney Kürdistan’dan sonra Batı Kürdistan’ın (Rojava) da özerk bir yönetime kavuşması demek, 25 milyon Kürt nüfusuna sahip Türkiye’deki Kürtlerin hak talep çıtalarının da yükselmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla Rojava’nın resmi olarak özerk bir yapıya kavuşmaması için elinden geleni yapıyor Türkiye. Bu anlamda başta ABD’ye baskı kuruyor, ardından PKK ya da PYD’dense Barzani’nin bölgede güç kazanmasını istiyor. Çünkü Barzani’nin siyasal duruşu ABD ve dolayısıyla Türkiye için ciddi bir risk arz etmiyor.

Toparlamak lazımsa, Cenevre-2’ye Suriye’deki savaşın tarafları dışında neredeyse tüm dünya katılıyor. SUK’un Cenevre-2’ye gitmesi Suriye Muhalefeti’nin temsili anlamına gelmiyor.

PYD’nin ve dolayısıyla Kürtlerin konferansa bağımsız olarak davet edilmemeleri daha önce Lozan’da olduğu gibi Kürtlerin oyunun dışında tutularak kendi tarih yapıcılıkların önü bir kez daha kesilmeye çalışılıyor ve bunda Türkiye’nin payı büyük.

Konferans’tan somut bir sonuç çıkmayacağı açık, ancak Esad’ın konferanstan güçlü çıkacağı neredeyse kesin. Bu da, radikal islami grupların üzerinde baskının artmasını beraberinde getirecek ve radikal unsurlar sonraki görüşmelere kadar önemli ölçüde temizlenecek.

2014 seçimlerinde Esad’ın zaferle çıkması ise tek bir sorun bırakacak arkasında, Rojava ne olacak?

Uzun yıllar Esad diktatörlüğü altında ezilen Kürtlerin, ortaya koydukları demokratik öz yönetim modelinden vazgeçmeleri neredeyse mümkün değil.

Bu durumda iki seçenek kalıyor, Esad’la topyekün savaş ya da Esad’ın Rojava’daki demokratik özerkliği kabul etmesi.