Sevgili Refik Durbaş’ı, 2 Aralık 2018 günü, İstanbul Erenköy Galip Paşa Camisi’nde düzenlenen bir törenle alkışlarla yolcu ettik. Ailesi, sevenleri, okurları, yazar, ozan arkadaşları bu törene katıldılar. Artık o dünyamızdaki canlılar içinde ayrılarak, cansız bedeniyle toprağın içine girdi.

Refik Durbaş, yazınımıza, şiirimize, ülkemizin ve evrensel kültüre, insanlık tarihine çivi çakabilme mutluluğunu yakalayabilen az sayıda insandan biriydi. Geride bıraktığı ürünlerle, insanlık sürdüğü sürece değerini koruyacak, adını anımsatacak ürünler bırakarak ayrıldı aramızdan.

Her karşılaşmamızda güler yüzüyle içime dostça bir köprü kurduğunu gördüm. Bu yalnız bana gösterilen bir güler yüzlülük değil, tüm insanlara karşı içtenlikle gösterilen bir tavırdı.

Yaşamı boyunca düşüncelerinin arkasında dik durdu. İnsanlığın ortak değerlerini yakalamaya, sorgulamaya çalıştı.

Alçak gönüllülük, güler yüzlülük en güzel nitelikleriydi.

Arkasında yalılar, köşkler, gemiler, uçaklar, apartmanlar bırakmadı. İnsanlığın daha iyi bir dünyaya kucak açması için dizeler, yapıtlar bıraktı.

Halkın içinden, yazın dünyasına, şiir dünyasına adım atabilmiş az sayıda insandan biriydi. Yeteneğiyle, emeğiyle elde ettiği başarılarla, geldiği yeri unutmadan toplumuna, insanlığa hizmetleri dokunma onurunu yakaladı.

7 Haziran 2018 tarihinde, BirGün Gazetesi’nde yayınlanan, yazdığı yapıtlardan birinden alınmış şu dizeleri, sözcükleri konuşturarak, ülkenin, insanlığın sorunlarını nasıl dile getirdiğini göstermekte:

Dicle’nin kalbine düştü güneş
suyun şavkı güneşe düştü
ay üşüdü, bir bulut yaktı
serçelere yuva bir bulut daha
kanadı kırık bir serçe Dicle’ye düştü

Gece karanlığın koynunda uyuyordu
“Köyü yaktılar” dedi Şehmus

Köyü yaktılar, gölde manda
köyü yaktılar, memedeki kuzu
köyü yaktılar, bostanda ham karpuz
tarlada buğday, arpa ve çavdar
acılar, sevinçler, anılar
samanlık, gökkuşağının çatısı
dalda vişne, kalpte hicran
seher yelini bekleyen harman yeri
yine yağmur, yine yağmur yağmur
kangal
dağın başını bekleyen kara kartal
dereden su içen keklik
gölgesi suya düşen salkım söğüt
var olanı da, yok olanı da yaktılar

“Çocukları çocuk, gençleri genç
gelinleri gelin, ihtiyarları ihtiyar
olarak yaktılar” dedi Şehmus

Halfeti’de teneke saksıda açan
siyah gülleri de yaktılar

Bıldır gördüğün o siyah gülleri

“Kül de ağlar” dedi Şehmus
“kül de yas tutar gül gibi”

Köyü yaktılar, külün yasını tuttu Şehmus
gurbetteki nişanlısını bekleyen genç kız da
başlık parasını denk getirirse
önümüzdeki yaz damat olacak delikanlı da
siyah güllerin yasını tuttu

Anne tandırı yaktı, ekmeği vurdu
odunlar yandı küle dönüştü
bir yorganın altına topladı dört çocuğunu
en küçüğüne, daha bebek, meme verdi
ikisine lavaş ekmeği ile tulum peynirinden
dürüm yaptı
büyüğü karşı dağda kartalın peşinde
attığı taş bıldırcına değdi
bıldırcın uçtu
leyleğin yuvasına kondu
taş yandı siyah güle dönüştü

Kanatları yanık, ayakları çıplaktı leyleğin
o yaz sılasına dönemedi
okulun tütmeyen bacasında geçirdi kışı

“Bu kış çok kar yağdı” dedi Şehmus

Van kalesinden bir kürek karı
Karacadağ’da bir kayanın içine gömdü bir dengbej

“Köyü yaktılar” dedi Şehmus
“gözdeki yaşı da yaktılar”

Yaz geldi, çiçek verdi kaya
bir siyah gül

Pusudaydı atmaca

***

Yaşadığı süre içinde değerini bilmek, bu nitelikleriyle kendisini onurlandırmak, mutlu olmasını sağlamak, ölümünden sonra yazıp çizip övgüler sıralamaktan daha iyi olurdu. Bunu yeterince yapamadığımızı düşünüyoruz.

O’nu çok özleyeceğiz. Işıklar içinde uyusun.