Taraf gazetesinin emniyet kökenli yazarı Emre Uslu’yu yıllardır Ergenekon, Balyoz ve KCK operasyonlarının en ateşli savunucularından biri olarak tanıyoruz. Polise yakın bir isim. Ama ABD’de yaşayan yazar bir süredir isyan halinde. Uslu, birilerinin ‘devletteki tüm dosyalarına’ girdiğini, nüfus kütüğü, ailesinin adresi, askerlik durumu ve banka hesaplarıyla ilgili bilgilerin bazı internet sitelerine servis ettiğini söylüyor. Önce Başbakan’a açık mektup yazdı, ardından da dün köşesinde bunun kendisine yönelik ‘itibarsızlaştırma’ amaçlı bir MİT operasyonu olduğunu iddia etti.
Niyetim derin sulardaki derin kavgalara girmek değil. Aman, aman uzak olsun bu işler!
Ne olup bittiğini de bilmiyorum. Uslu yazısında kendisine yönelik operasyon emrinin bizzat Başbakan Erdoğan tarafından verildiğini iddia etse de herhangi bir kanıt sunmuyor.
Fakat yazarın ne kadar kaygılı olduğu, gurbet ellerde ne kadar paniklediği her satırdan belli. Haklı da. Yıllardır KCK tutuklamaları ve Kürt sorununda en şahin politikaları savunan bir isim olarak, ailesinin hedef olmasından korkuyor.
Emre Uslu’nun yazdıklarından hazzetmesem de kendisine yapılanın yanlış olduğuna şüphe yok. Ne kadar tatsız bir durum özel hayatın, kişisel bilgilerin deşifre edilmesi, internet sitelerine sızdırılması.
İyi de, bu zamana kadar onlarca insan benzer şekilde linç edilirken neden sesini çıkarmadı?
Gerçek şu ki, son yıllarda ‘arınma’ adına bu ülkede akla hayale sığmayacak ölçekte ‘kirli’ bir savaş yaşandı. Ergenekon, Balyoz ve hatta KCK davalarında yargılanan o kadar çok insan özel hayatlarının deşilmesi ve internete sızdırılması suretiyle medyada linç edildi ki, ‘itibarsızlaştırma’ tabiri hafif bile kalır.
Deniz Baykal’a yapılan komplodan başlayalım. Son yıllarda legal ya da illegal telefon görüşmeleri internete sızdırılan onlarca asker, bürokrat, yargıç veya siyasetçi olduğunu hatırlatarak devam edelim. Neydi Allah aşkına o ‘MHP kasetleri’ olayı?
Uğur Dündar’ın en muhalif durduğu bir dönemde eşinin yurtdışı giriş-çıkış bilgilerinin basına sızması normal miydi?
Belki farkındasınız, belki değilsiniz ama bu davalarda hedefe konulan bazı ‘sembol’ sanıkların özel hayatına acımasızca girildi. Mesela, İlker Başbuğ yargılanabilir, ama yargılanma sürecinde biz niye gazetelerde sayfa sayfa oğlunun arkadaşlarıyla fotoğraflarını gördük? Son dört yılda insanların dostlarıyla telefon konuşmaları çarşaf çarşaf yayınlandı, en mahrem görüntüleri internete servis edildi, bırakın bunları, çocuklarının fotoğrafları bile ortaya saçıldı.
Ortada vahim vakalar var. Karısının kendisini aldattığı yolundaki imalı bir internet yayınına dayanamayıp intihar eden subayı duydunuz mu? Peki, kızıyla ilgili kara propagandanın basına sızdırıldığı ya da oğlunun mahrem resimlerinin dava dosyasında dolaştığı komutanları duydunuz mu? Nasıl bir acıdır düşünmek bile istemiyorum!
Sadece askerler değil tabii. Kürtler de, Ergenekon ve diğer davaların sanıkları da özel hayata yönelik bu hoyratlıktan nasiplerini aldılar. Kaç yuva yıkıldı, kaç hayat söndü bilmiyorum ama şunu biliyorum ki buralara sadece ‘güvenlik’ perspektifinden bakarsanız gerçek acıları hissedemezsiniz..
Diyeceğim şu; görüşlerine katılmasam da Emre Uslu’nun özel hayatının deşifre edilmesine samimiyetle üzüldüm. Umarım failleri bulunur. Ama son yıllarda aynı tedirginliği yaşamış ya da benzer kampanyaların hedefi olmuş çok insanla tanıştım, röportaj yaptım ya da dertlerini paylaştım. Hatta zaman zaman bu kadar kötülüğün bu topraklardan gelebileceğine inanmakta zorluk çektim. ‘Kim bunları yapanlar?’ diye merak ettim. İçin karardı, yüreğim daraldı.
Siz o zamanlar neredeydiniz?