Türkiye’de milli güvenliği tehdit etmeyen, kamu düzenini bozmayan, genel ahlaka zarar vermeyen bir eylem modeli bulmamız lazım belki de! Ancak zor olan şu ki, içinde barış, özgürlük, adalet, emek gibi anahtar kelimelerin herhangi birinin geçtiği bir eylem formu tabiatıyla “tehlikeli” olarak addediliyor muktedirler tarafından.

Ak Parti’nin yaptığı kozmetik reformların boyası da giderek akmaya başladı. Nasıl bir kozmetik reform mu? Bir yandan 1 Mayıs’ı bayram olarak kabul edip, resmi tatil sıfatı veren iktidar, diğer yandan “bayramı bizim yaptığımız meydanlarda kutlayacaksınız, öteki türlü milli güvenlik, kamu düzeni ve genel ahlak tehlikeye girer” diyor. Giriyor mu peki, evet giriyor. Ancak nasılına ve kim tarafından sokulduğuna bakalım. Hrant’ın, Roboski’nin, Berkin’in, Ethem’in Ali İsmail’in ve nicelerinin katillerini bir türlü bul(a)mayan iktidarın Valiliği ve emniyet birimleri 1 Mayıs arifesinde vahiy yoluyla istihbarat alıyor olacak ki, haftalar öncesinden “provokasyon hazırlıklarını” hemen fark edip 1 Mayıs Taksim alanını gösterilere kapatıyor. Hemen belirtmek gerek ki geçen yık ki bahane daha orijinaldi.

Taksim’in 1 Mayıs gösterilerine kapatılmasının kamu düzeni üzerindeki etkisine bakalım 2014 1 Mayıs’ının bilançolarıyla; İstanbul Tabip Odası’nın verilerine göre, 4 kafa travması, 1 kulak kesiği, 1 kol kırığı 20’den fazla gaz kapsülüyle yaralanma,300’den fazla gözaltı vakası var. Bunların dışında, sayıları binlerle ifade edilen hafif yaralanma, gaza maruz kalma hadisesi var. Şüphesiz bunlar Tabip Odası’na intikal eden bilgiler sadece. Kamu düzeni demişken, sabah saatlerinden itibaren İstanbul’da toplu taşımanın önemli ölçüde askıya alınması, köprülerin trafiğe kapatılması ve tabi şehrin gün boyunca, fizik kurallarını zorlayarak bir tür açık gaz odasına çevrilmesi. Tüm bunlar kamu düzeni adına bir anlam ifade ediyor mu muktedir açısından emin değilim, ettiğini pek sanmıyorum.

Milli güvenliği tehdit konusuna girmeyelim hiç, zira muktedire şapka çıkarmayan tüm kesimlerin kendisi bizatihi milli güvenliği tehdit eden yapı-yapılar olarak düşünülebilir. Bir de genel ahlak var, örnekse Ankara’da 5 yaşındaki çocuğun kafasına plastik mermiyle ateş edilmesi, Beyoğlu karakolunda gözaltına alınan gençlerin elleri kelepçeli, yerler kan içinde olan hallerinin basına yansıması, CHP Milletvekili Şafak Pavey’in gözaltına alınmak istenmesi, polislerin tüfek dipçikleriyle insanların burnunu, kafasını kırması, TOMA diye adlandırılan demir yığınlarının içinde kimyevi madde bulunan suyuyla insanları duvarlara yapıştırması… Bunların ahlakla olan ilişkisiyle, işçilerin, emekçilerin Taksim’de 1 Mayıs kutlamasının yaratacağı ahlaksızlığı düşüneduralım.

Ak Parti iktidarı her gün biraz daha müptezel bir konuma doğru sürüklüyor kendini. Demokratikleşme vaatleriyle iktidara gelenler, yeni anayasa vaatlerinde bulunanlar, Türkiye tarihinin demokratik usuller açısından en geri anayasası olan 1982 Anayasası’nın dahi gerisine düştüler.1982 Anayasası’nın hükümlerini dahi uygulamaz oldular. Toplumsal muhalefeti gaz bulutlarıyla, plastik, yer yer gerçek mermilerle, silah olarak kullanılan gaz kapsülleriyle, yani devletin en nobran yanı olan zor aygıtının direkt olarak devreye sokulmasıyla boğmaya çalışan Ak Parti iktidarı, gelinen noktada var olabilmenin kaçınılmaz yolunu şiddeti her alanda daha da arttırmakta buluyor. Bir adım geri atarsa iktidarı kaybedeceğini düşünen Ak Parti, açık bir biçimde toplumun yarısıyla bir tür mevzi savaşına girmiş durumda.

İstanbul’da işçi ve emekçileri Taksim’e sokmayarak yeni bir mevzi kazandığını düşünüyor iktidar. Ancak kaçırılan nokta şu, Taksim’in tehlikeli olarak addedilen halka kapatılması, Taksim ısrarını geriletmemekle birlikte, yeni mekânları da mücadele merkezi ve sembolü haline getiriyor. Ankara’da bu 1 Mayıs’taki Kızılay ısrarı buna en açık örnektir. Haziran Direnişi’nde Ethem Sarısülük’ün Kızılay’da katledilmesi ve İstanbul’daki Taksim yasağı, Ankara’da da Kızılay’ı bir mücadele merkezi haline getirdi. Önümüzdeki 1 Mayıs’larda Kızılay’ında tıpkı Taksim gibi bir mücadele merkezi haline gelmesi kaçınılmaz görünüyor kanımca.

Ak Parti iktidarının, Rojava sınırlarına önce duvar örmesi, sonra hendek kazması gibi icraatlarının ülke içindeki yansıması olarak da, bu 1 Mayıs’ta Ankara ve İstanbul’da kurulan portatif çelik duvarlar olarak karşımıza çıktı. Ne demeli, başbakanın polisi daha şimdi daha güçlü herhalde!

Olumlu şeyler de var tabi, mesela tüm dünya basınının gözü (pek olumlu bahset(de)meseler de yine Türkiye’nin üzerindeydi. Ez cümle, bir kez daha “batının özlediği demokrasi” nin nasıl bir şey olduğunu tüm dünyaya gösterdik. Dünya basını “Türk Demokrasisinden” nemalar alma gayretindeyken, Türkiye’deki “Alo Fatih” basın camiası da, bir göstericinin ayağındaki ayakkabının fiyatını hesaplayarak, resme konu olan ayakkabı sahibinin işçi sınıfı mensubu olup olamayacağı üzerinden bir tartışma yaratarak belki de işçi sınıfının sınırları üzerinde yapılan Marksist tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı.

Sonsöz yerine; halka ait olan, halkın kolektif hafızasında yer edinen mekânların halka kapatılması, bu mekânlara yönelik talebi azaltmazken, gün geçtikçe bu mekânlara bir yenisini ekleyecektir. Biz Kumkapı meydanını yaptık, gidin orada kutlayın derseniz 1 Mayıs’ı, sonuç bu olur; meydanda yer yer havalanan, yer yer konan kargalar görürsünüz.