Metin Yeğin 12 Aralık günü Özgür Gündem Gazetesi’nde “Marjinal PKK’liler” isminde bir yazı yazdı. Yazının en çarpıcı yani, Kolombiya hükümetiyle FARC-EP gerillaları arasında şu an hâlihazırda devam eden barış görüşmelerine ilişkin bir belgenin yazıda yayınlanmasıydı. Yayınlanan belgede gerilla komutanlarının, arabulucu devletlerin ve Kolombiya devlet başkanının da imzası vardı.

Bu ne anlama geliyor; Kolombiya devleti ile FARC-EP gerillaları arasında uzun yıllardır devam eden savaşta on binlerce insan yaşamını yitirdi. CIA destekli operasyonlar, kontrgerilla faaliyetleri, paramiliter saldırılar… ve daha sıralanabilecek onlarca kirli savaş taktiği ile Kolombiya devleti yıllardır bu savaşı sürdürüyor.

2012 Kasım ayından bu yana Kolombiya hükümeti ile FARC-EP arasında devam eden barış görüşmeleri, Oslo’da başlayıp, Havana’da devam etti. FARC-EP’in talepleri ilk bakışta aslında müzakerelerin tamamen taktiksel olduğu hissini rahatlıkla uyandırabiliyordu insanda. Çünkü, topraksız köylüye toprak dağıtımından, yabancı-emperyalist şirketlerin ülkeyi terk etmesinden, demilitarizasyona kadar uzanan geniş bir talep listesi vardı FARC-EP’in. Ayrıca FARC-EP, devletle müzakere etmelerinin temel nedeninin devlete karşı yenik düşmüş ya da zayıflamış olmalarından kaynaklanmadığını, sadece halkın talepleri doğrultusunda bu yöntemi denediklerini açıkça ifade etti. Müzakerelerin sonuçsuz kalması durumunda da bağımsız ve özgür bir Kolombiya için savaşmaya hazır olduklarını deklare ettiler.

FARC-EP ile Kolombiya devleti arasında başlayan bu müzakere süreci hiç şüphe yok ki pürüzsüz bir biçimde devam etmiyor. Hatta FARC’ın tek taraflı ilan ettiği ateşkesi de 20 Ocak 2013’de lağvettiği Ivan Marquez tarafından duyuruldu. Taraflar arasında kalıcı bir ateşkesin olmamasından kaynaklı olarak, zaman zaman ciddi can kayıpları ile sonuçlanan çatışmalar da meydana gelmekte.

Tüm bunları anlatmanın sebebi, taraflar arasında bir ateşkesin olmadığı hatta yer yer şiddetli çatışmaların dahi yaşandığı bir iklimde, değerli Metin Yeğin’in yayımladığı belgeden öğrendiğimize göre; taraflar bir masada birleşebiliyorlar ve dahi protokole imza atabiliyorlar, üstelik gizli saklı bir biçimde de değil. Yani çatışmalar devam da etse içinde bulundukları sürece “bir isim koyabiliyorlar”.

Olması gereken de bu olmalı zaten. Peki, bizdeki “süreç” nasıl işliyor? Hükümetin ilk defa olarak açık bir biçimde yürüttüğünü iddia ettiği müzakere süreci, aslında bahsedildiği gibi açık bir biçimde yürümüyor. Mayıs ayından bu yana, iktidarın “sürpriz demokratikleşme paketleri” dışında atılan ciddi bir adım söz konusu değil. Seçilen “akil insanlar”, gizli bir şekilde görevlerini tamamlayıp köşelerine çekildiler herhalde, zira yaptıkları çalışmalar ve sonuçları ile ilgili olarak çok fazla malumatımız yok ya da izlenimlerini “devletin bekası” için şu an paylaşmayıp yeni görevlere adaylar.

Mecliste oluşturulan çözüm komisyonu ,müzakerenin taraflarından biri olması gereken (Başbakanın ruh haline göre bazen taraf olan bazen bertaraf edilen) BDP’nin fikrini dahi almadan bir rapor yayımladı. Rapor, temel hak ve hürriyetler konusunda yine sınıfta kaldı şüphesiz. Mesela, en temel insan hakkı olan anadilde eğitim konusu gündeme alınacak değerde dahi görülmedi.

İktidar dışında “barış süreci” (hemen belirtmekte fayda var ki uzunca bir dönem hatta yer yer hala dahi, yürütülen görüşmelerin utancından olsa gerek, yaptıkları eyleme bir isim bulamadılar) bu hamlelerle ilerlemezken, sürecin yasal-anayasal güvence altına alınması ve birtakım anayasal düzenlemeler yapılarak güç bela girilen sürecin umuda evrilmesi konusunda iktidar ise hiçbir şey yapmamakla yetinmedi, tutuklamalar, gizli operasyonlar gibi hamlelerle devlet geleneğini bozmadı.

Geldiğimiz nokta neresi peki?

1) Var ile yok arasında kararsız kalan bir görüşme iklimi. Zira hükümet hala muhalefet sataşmalarında biz değil MİT görüşür diyebilmeyi gurur addediyor.

2) Görüşmenin temel bileşenlerinden biri olan Öcalan’la hala avukatları görüşemiyor. Adaya giden heyetler son dönemde iktidarı kızdırmayacak işler yapanlardan seçiliyor.

3) Kürtlerin temel talep çerçevelerini oluşturan, insan ve yurttaş olmaktan kaynaklı haklar hala pazarlık halinde ve paketlerden çıkacak sürprizlere bağlı.

4) Başbakan hala BDP’ye , “PKK ile arasında bir mesafe koyamıyor” gibi komik ve aynı zamanda egemen devlet aklının bir ürünü olan suçlamalar yöneltiyor.

5) Neredeyse yarım asırlık bir savaşın direkt olarak tarafı olan PKK ve onun etrafında kümelenen diğer organizasyonlar devre dışı bırakılarak barış görüşmelerinin yapılacağı sanılıyor.

6) İktidar, Türkiye-Güney Kürdistan ve Rojava hattında Çin entrikalarıyla, iyi Kürt-kötü Kürt arıyor.

7) Güvenlik konseptinden vaz geçtiğini iddia eden hükümet, Gezi Direnişi sürecini de içine alan son altı ayda, kontrol ettiği güvenlik güçleri tarafından 10’a yakın insanı açık bir biçimde katletti.

8) Gever’de dört gün içinde 3 insanı TV’lerden, özel timlerin başarısı, şeklinde yayınlanan görüntüler eşliğinde öldürdü. Katledilen insanlar için, provokasyon peşindeydiler, teröristlerdi, aranıyorlardı… gibi sıfatlar kullanmayı tercih etti, fakat katliamı gerçekleştiren faillerin bulunmasına yönelik yalandan da olsa tek tümce edilmedi.

Bizdeki barış sürecinin içinde bulunduğu halet-i ruhiye kabaca böyle. PKK’nin devam eden tek taraflı bir ateşkesi hala geçerli fakat hemen hatırlatalım ki, Cemil Bayık dün yaptığı açıklamada, var olan ateşkesi gözden geçirebileceklerini ifade etti.

Kolombiya’da taraflar arasında tek taraflı da olsa bir ateşkes yokken ve zaman zaman ağır askeri kayıplarla sonuçlanan saldırılar düzenlenirken karşılıklı olarak, müzakereler devam ediyor. Müzakerelerin devam etmesinin temel nedenlerinden biri, ortada etrafında oturulacak bir masanın bulunuyor olması ve masanın etrafına oturacakların açıkça ve kendi kimlikleriyle yerlerini alıyor olması. Masanın kırılması ya da devrilmesi ise, masa etrafındakilerin ne kadar konuşacaklarıyla alakalı bir durum.

Bizde ise ortada bir masa olmadığı gibi, iktidarın keyfi tavırlarına göre sürekli değişen taraflar ve adı dahi telaffuz edilirken imtina edilen bir sözde barış görüşmesi söz konusu.

Bu kaotik ortamdan barış çıkar mı, açıkça kendi kanaatimi söylemem gerekirse çıkmaz. Kaldı ki barışın çıkmamasından daha da kötüsü, ucuz hesaplar, popülist siyasal çıkarlar peşinde koşan iktidarın barış umutlarını da herkesin kursağında bırakmasıyla oluşacak yeni yıkım dönemi olacaktır. Bu yıkım çatışmaların tekrar başlamasıyla birlikte zaten sahte kardeşlik ve birlik duygularıyla sürekli olarak tutkallanan iki toplum arasındaki kopuşun hızlanması olacaktır.