Bu yazıyı çok önceden yazmayı düşünüyordum. Bizim gazete (editörümüz ne kadar site diye düzeltse de) mutluluk ve narsizm üzerine bu haberi yayınlaması üzerine zamanıdır diye düşündüm. Haber şurada; https://www.demokrathaber.org/yasam/arastirma-narsist-insanlar-daha-mutlu-h120222.html

Mutluluk, umut, iyimserlik başlıkları üzerinde yazı yazmak zor bir şeydir. Bir ucu motivasyon kitaplarının hikayelerine dokunur diğer ucu ise Bertrand Russell, Erich Fromm gibi daha eski zamandan konuşan ve günümüz dünyasını öngörmemiş teorilerine dayanır.

Mutluluk, umut ve iyimserlik üzerine çalışan günümüz dünyasında Pelin Kesebir adında bir akademisyen var. Pelin Kesebir bu alana çok hakim. Teknik olarak meseleyi gayet iyi ifade ediyor. Bir fikir inşası girişimi var. Bu bir süreç. Her inşa zaten bir süreç alır. Lakin Pelin Kesebir’in zihin dünyasında eksik olan şey hayatın pratiğidir. Bu sokak anlamına geliyor. Akademi ile hayat arasında her zaman bir mesafe vardır. Zira insan yaşadığı dünyadan bir şey üretir. Teorik olarak bir mesele hakkında doğru yol almak hayata dair doğru cümle kurmanıza izin vermez bazen. Fakat doğru bir metodunuz varsa umut vardır. Pelin Kesebir için de durum budur. Umut var.

Mutlu musunuz?

Umutlu musunuz?

İyimser misiniz?

Hayatla baş eden güçlü insan kimdir? Bu soruya benim verdiğim cevap yaşadığı hayatın farkında olan umutlu ve iyimser insandır. Bu insan ise zaten mutlu insandır. Burada farkındalık esas belirleyici unsurdur.

Mutluluk farkında olmaktır. Mutluluk nasıl bir hayat yaşadığının farkında olmaktan geçer. Bu kapitalizmin ideolojik üretimine takılmama bilinci getirir. İstek, arzu ve beğenilerin farkında olmaktan geçer. Diziler dünyasından, reklamlar dünyasından kendini uzaklaştırmış kişi kendi tarihsel, kültürel, inanç ve değerler bağlamında arzular, istekler ve beğeniler oluşturmuş insandır, mutlu olan.

Mutluluk toplumsal bir duygudur. Edip Cansever’in şu mısraları çok güzel ifade etmektedir. “Gülemiyorsun ya, gülmek / Bir halk gülüyorsa gülmektir.” Yalnız hiçbir insan mutlu değildir. Bu anayasadır. Doğrusunu istersen hiç kimse istese yalnız değildir. Günümüzde yalnızlık dehşetli abartılan bir duygudur. Bir insan bu yeryüzünde nasıl yalnız kalır, yalnız olur? Benim aklımın almadığı bir vakadır. Bu kanımca asla gerçek değildir, ancak vaka olabilir. Elbette bazen coğrafya, kent, mevcut ilişkiler müthiş bağa dayalı ilişkiler kurmamızı engeller, lakin insanın olduğu her yerde kolektif bir şey yapma şansımız vardır.

Mutluluk iyimserlikle gelir. Kötümser, kötümcül duygular biriktirir. Şu yaşadığımız çağda hayat ne tür sıkıntılar getirse, bilmeliyiz ki bunların hepsi hayata dairdir. Burada parapsikolojik izahlara kaçmayacağım. Kötü düşünürsen, kötü olur falan filan değil mesele. Mesele iyi ve kötü duyguların hayata dair olduğu ile ilgilidir. Sürekli günlük güneşlik bir hava yok, sürekli yüzümüzde bir sırıtma ile dolaşacağız demiyorum. Yaşadığımız tüm kötü şeylerin hayata dair olduğunu bilince çıkarıp, bardağın diğer yarım tarafına bakmakta fayda var diyorum. Zira hayat hiçbir kötümsere iyi gelmemiştir.

Mutluluk emekle gelir. Emekçiler, iş uğraş sahipleri. Fabrika işçisi, sabah dükkanını açan esnaf, tezgahını açan pazarcı, bir nesneyi üreten, tamir eden, direksiyon sallayan şoför ya da hizmet satan (memur) kısaca çalışan herkes, çalışmanın doğasından gelen bir mutlulukla buluşur. Çalışan insanın bu hayatın akışında “bir şey” olduğu bilincinin mutlulukla direk ilgisi vardır. Bu sanatçılar ve öğrenciler için de geçerlidir. Bu duygu hatta iş arayanlar için geçerlidir. Çünkü o “bir şey” için çaba harcamaktadır.

Mutluluk değerler ile gelir. Dava sahiplerinin hepsi genelde mutludur. Çünkü dava sahipleri dünyayı değiştirecek bir kaldıraca sahip olduklarına inanırlar. Bu duygu insanı diri ve güçlü yapar.

Bir terazi olsun elinizde, eğer bir dava sahibi mutlu değilse o profesyoneldir. Profesyoneller de bir şey (para, mevki, kesin inanç, grup, parti çıkarları) için uğraşır. Benim bu hayatta tanıdığım çoğu dava sahibi mutluydu. Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler kitabında ifade ettiği gibi; Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim'i satın alamazsınız. Devrim'i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir. Bu devrim lafından sadece solculuk algılamayın, ben bunu adanmışlık olarak algılıyorum. Lakin bu adanmışlığı solcular daha berrak yapar onu da biliyorum.

Kolektif anlamda turşu, zahter, nar ekşisi yapmak ve satmak, şehre sahip çıkmak, ağaçları ve yeşili korumak, hayvanları korumak, amatör bir dergi çıkarmak, çürümeye ve yolsuzluklara karşı çıkmak, şiir yazmak, resim yapmak, hasta çocuklara faydalı işler yapmak, mahalleye sahip çıkmak, zamlara karşı gelmek, temiz bir çevre istemek hepsi ve dahi dünyayı değiştirme fikri bir davadır.

Mutluluk umut etmekle gelir. Şu umut denen duyguyu çıkarın insan hayatından ne kalır geriye? Bu nedenle mutluluk umutla gelir. Umut ise mutluluğu besler.

Kısaca değerli okur hayat güzel. Benim için hayat misal beş yıl önce daha güzeldi. Çünkü ülkemin tüm kahvelerinde çay içme şansına, künefe baklava yeme şansına sahiptim, dilimin tüm hislerini anlama şansım vardı, fakat şimdi de farklı güzel çünkü Eritreli, Vietnamlı, Şilili arkadaşlarım var İsveç’te. Sen nereye gidersen hayat sana mutlu olma şansı tanır. Çünkü bu içsel bir duygudur.

Mutluluk her zaman benim için Arkadaş Kitabevi’nde emekli olmuş, ömrünün uzun bir dönemini cezaevinde geçirmiş, iş, güç, aile ve dava sahibi o koca adam Aydın abinin kahkahası ile simgeleşmiştir.