Yerinden yurdundan olmak.. . Belki de bir daha doğduğun, yaşadığın topraklara geri dönememek.. . Fikri bile ürkütücü. Bu çıplak gerçeğe rağmen 82 milyon insan mülteci olarak dünyaya yayılmış durumda. Sürekli göç üreten emperyalizmin karıştırıcı, işgalci politikaları mülteciliği bir kurtuluş olarak sunuyor. Savaştan, faşizmden kaçışın yanında açlık ve yoksulluktan kaçış, daha iyi bir yaşam kurma hayalleri mülteciliği kamçılayan etkenlerin başında.

Memleketin herhangi bir yerinde inşa edilen bir barajdan dolayı bile olsa insanlar köyünü, kasabasını boşaltmadan önce mezarlığını taşır, geçmişinin sular altında kalmasına gönlü el vermez. Hele mülteciliği seçmiş veya mülteci olmak zorunda bırakılmanın travması herhalde basit sıradan bir göç ile açıklanamaz.

Kaçışın kendisi yaşamla ölüm arasındaki bir mücadele. Yollarda yayan yapıldak aylarca yürümek, bir tırın dorsesinde havasızlıktan can vermek, derme çatma botlarda engin denizlerde boğulmak, insan onuruna yakışmayan yerlerde yaşamak, neredeyse karın tokluğuna azgınca sömürü altında çalışmak imrenilecek bir şey olmasa gerek. Ama daha iyi koşullarda yaşama arzusunu kim reddedebilir.

10 yılı aşkın bir süredir ülkemizdeki Suriyelilerin hala mülteci statüsüne bile kavuşamazken bayramları bir kısım Suriyelinin ülkelerine gidiş dönüşleri; ırkçılar bir yana kendisine ilerici, sosyal demokrat diyenler bile öfkeyle karşılıyor. Suriyeli karşıtlığı gittikçe büyüyor. Bir de buna Afgan göçü eklenince, iyice yabancı düşmanlığı körükleneceğe benziyor.

İktidar bu durumu ranta çevirmek istiyor. Avrupa'dan para gelsin , biz onları sınırlarımız içinde tutarız derdinde. Dağlarda yaylalarda çoban, atölyelerde sosyal güvencesiz ucuzun ucuzu işgücü. Bir taşla birkaç kuş avlama peşinde. İktidarda kalmak için Batıyla yeni akitler yapma umudunda. Buna Afganistan'da ABD’nin boşalttığı yeri doldurmak da var.

12 Eylül faşizmi döneminde bizden batıya, Avrupa'ya doğru bir iltica hareketi ile Suriye'den, Afganistan'dan kaçış karşılaştırılamaz bile. Toplumun üzerinden bir silindir gibi geçen 12 eylül faşizminden kaçış daha çok bireysel, siyasal bir kaçış iken Suriye ve Afganistan'dan kaçış, savaştan toplu kaçıştır.

Göçe neden olan emperyalistler olsa da mülteciler kadar, sığınılan ülkede hedef olmamıştır. Gelmesinler ülkelerinde savaşsınlar, biz ekmek bulamazken onların beslenmesine razı olamayız diyen dünya kadar vatandaşımız var.

Akın akın ülkelerini terk eden mültecilere duvarlar örmek, ülke içerisinde artan işsizlik ve yoksulluk karşısında sorunun çözümü yerine ister “davul zurnayla” ister ise kovarak göndermek gerçek çözüm değildir.

Ülkemizde her yıl 500 bin Suriyeli dünyaya gözünü açmaktadır. Gelenler Türkiye'yi ikinci bir vatan gördükleri için gelmiyorlar, bir geçiş ülkesi, Avrupa'ya açılan bir kapı olarak gördüklerinden geliyorlar. ”Geri kabul Anlaşması”ndan sonra göçmen deposu olmakla vazifelendirildik. Emperyalizmin stratejisi bu iken bize de işbirlikçilik reva görülmüştür.

Mültecilerinin üçüncü bir ülkeye geçişinin kolaylaştırılması, dolayısıyla sınır kapılarının açılması durumunda bir sığınmacı sorunumuz olmayacaktır. Gelenden çok gidenin olacağı gerçeği karşımızda duruyor. Kaçak yollarla ülkeyi terk eden vatandaşlarımızın yanında “beyin göçü”ne ek olarak “yaratıcı ve yasal” insan kaçakçılığının adı “gri pasaportlu” gidişleri unutmasak iyi olur.