Kısa bir süre önce AKP-MHP iktidarının gayretkeşliğiyle yasalaşan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı düzenlemesinin bir önceki yazımızda nasıl ayrımcı olduğunu, eşitlik ilkesine nasıl aykırı olduğunu, infaz hukukunun evrensel ilkelerine, infaz kanununun infazda ayrımcılığını yasaklayan 2. maddesine, İHEB’ye, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin dört önemli maddesine, AİHS’in 2, 5, 14. maddelerine, Anayasa’nın tam altı maddesine aykırı olduğunu, keza BM Tıbbi Etik İlkelere de, BM Asgari Standart Kurallara da, Avrupa Cezaevi Kurallarına da nasıl aykırı olduğunu gerekçeleriyle vurgulamış; yazımızı ayrımsız bir genel af veya ayrımsız genel bir indirim; şartlı salıverme, bilimin, aklın, hukukun evrensel ilkelerin ve insani vicdanın gereğidir uyarısıyla bitirmiştik.

Ne yazık ki tasarı muhalifleri ceza hukukundaki teknik tabirle “olası kasıtla ölüme yollamak” kastıyla yasalaştı. İktidar sözcüleri, bilime, akla, insani vicdana, evrensel hukuk ilkelerine nasıl düşman olduklarını şovlarla kanıtladılar. Tutuklu milletvekillerinin ismi geçtiğinde “Ölsünler!” diye seviyesizleşebildiler. Kısa bir süre önce de iktidarın bir müdürü çaresizliğini dile getiren insanımıza “Geber!” diye tweet atabilmişti.

Yasanın oylamasına 330 milletvekili katıldı. 279 milletvekilinin ‘evet’ oyuyla yasa tasarısı geçti. Muhalefet partilerinin durumu ise hazin ve düşündürücüydü. 139 CHP milletvekilinin 19’u, 61 HDP milletvekilinin 24’ü, 37 İyi Parti milletvekilinin 8’i yani 51 milletvekili ret oyunu kullandı. Muhalefetin diğer milletvekilleri neden ret oyu vermeye gelmediler? Nasıl olsa geçer rehavetine kapılarak teslimiyetçi tavır sergilemek neden? Bu tavır muhalefet partilerine hiç yakışmadı. HDP’nin de bu tavrı, bu eksikliği kendi bünyesinde sorgulaması gerekir.

Bir önceki yazımızda tasarının birçok maddesinin, tasarının gerekçesiyle çeliştiğini vurgulamıştık. Tasarının gerekçesinde, mevzuatta ceza sürelerinin çok uzun olduğu ve hükümlünün topluma uyumunu kolaylaştırmak gerektiği ileri sürülüyordu. Oysa Meclis’ten geçen yasada birçok maddede cezalar daha da ağırlaştırıldı. Örneğin örgüt kurmak ve yönetmek suçlarında 2-6 yıl yerine, 4-8 yıl ceza getirildi. Örgüte üye olanlar için ise 1-3 yıl yerine 2-4 yıl ceza getirildi. Kasten yaralayarak ölüme sebebiyet vermek suçunda üst sınıra, 16 yıl yerine 18 yıl getirildi. Canavarca his saikiyle yaralamada bir kat ceza eklendi. Tefecilikte 5 yıla kadar denen ceza, 6 yıla kadar değiştirildi. Tefeciliğin örgüt çerçevesinde işlenmesi halinde 1 kat arttırma düzenlemesi yapıldı.

Yasanın gerekçesine korona virüs faktörü yazıldı. Yani indirimden yararlananlar için korona virüs yaşama tehdit kabul edildi. Muhalifler için ise bir tehdit olarak görülmedi. Erdoğan, Meclis’ten geçen yasayı “Toplum vicdanına uygun bir düzenleme” diye savundu. Oysa bu düzenleme, yaşama hakkını muhalifler söz konusu olunca inkâr eden, ancak faşistlerin vicdanına uygun bir düzenlemedir. Yaşama hakkının korunması, ayrımsız herkes için temel bir haktır. Bir önceki yazımızda bu hususu ayrıntılı olarak vurgulamıştık.

Yasada ayrımcılık yasağını, eşitlik ilkesini ihlalin yanında; çok sayıda başka tehlikeli düzenleme de var. Örneğin disiplin cezalarında sağlık, eğitim, çalışma etkinliklerindeki hak kısıtlamalarına, duruşmaya çıkartılmama da ekleniyor. Bu dürüst yargılanma hakkının idarece, infaz birimlerince korkunç bir ihlalini oluşturur. Bu düzenleme kimlere uygulanacak, kuşkusuz siyasi muhaliflere. Bu düzenlemeyle sanıksız yargılamalar yöntemine bir yenisi ekleniyor. Yine çok tehlikeli bir başka düzenleme; iyi hallilik koşullarına mağdur üzerinde olumsuz etki yaratmaması, kamu düzeni açısından potansiyel suç riski taşıyıp taşımadığının tespiti, tekrar suç işleme riski, pişmanlık gibi sübjektif, niyete göre değişebilecek şartlar ekleniyor.

Yine bu düzenlemede; tutuklu ve hükümlülerin soruşturmayla ilgili yeniden ifadelerinin alınması için ilgili kurumların talebiyle (bu kurumlar kimler; savcılık, emniyet, MİT vs.) her defa 4 ile 15 günü geçmemek üzere tekrar gözaltına alınması yasalaşmış oldu. Bu düzenlemede vurguladığımız diğer hukuka aykırılıklar gibi tam bir Nazi hukuku düzenlemesi. Düşmanla savaş hukukunun infaz anlayışı.

Yine bu düzenlemeyle infaz süresince verilecek infaz hakimliği kararları duruşmasız verilecek. Oysa bu yönde daha önce AİHM’in sayısız ihlal kararı var.

Yasa, çocuklar için de acımasız. Birçok adli suç işleyen çocuklar için 1/2 indirim getirirken TCK 220. maddeden yani örgüt üyeliğinden ceza alan çocuklar için 1/2 değil 2/3 infaz şartı getiriyor. Yine bu yasa ile MİT’i eleştirenler de 1/2’den yararlanmayacak; infaz 2/3 olarak uygulanacak.

Kasten öldürme, işkence, cinsel suçlar, uyuşturucu suçları, devlet sırrı, casusluk suçları, 2/3 şeklinde infazı tamamladıklarında şartlı salıvermeden yararlanabilecekler. Ancak devlet güvenliği ve anayasal nizama yönelik suçlardan ceza alanlar hiçbir koşulda şartlı salıvermeden yararlanamayacak.

Mevcut düzenlemede çocuklar için de yeni disiplin suçları ihdas edilmiş. Yeni suç tipleri yaratılmış.

Bilindiği gibi ceza yasamız İtalya’dan, ceza muhakemesi yasası da Almanya’dan alındı. Dünyanın en önemli ceza hukukçularından ‘Yeni Toplumsal Okul’un kurucusu Marc Ancel Türkiye’deki uygulamalarla ilgili; “İtalyan Ceza Yasası, Türk uygulamasında büyük ölçüde yozlaştırılmıştır” demişti. Değerli hukukçu Sami Selçuk da “Batıdan yasaları aldık ama hukuku almadık” diyor. Aslında bir istisna var; Carl Schmitt’in, Günther Jakobs’un faşist hukukunu aldık. Son infaz yasası düzenlemesi de bunun bir örneğidir.

Freedom House (Özgürlükler Evi) 2020 raporunda; 83 ülkenin özgür, 63 ülkenin kısmen özgür, 49 ülkenin ise özgür olmayan ülkeler olduğunu belirtiyor. Türkiye özgür olmayan ülkeler kategorisinde yer alıyor. Yine rapora göre Türkiye son 10 yılda özgürlüklerin en çok gerilediği ikinci ülke. Birinci Burundi.

Bu virüs sadece yaşama hakkının değil, tüm temel hak ve özgürlüklerin de ayaklar altına alınmasına totaliter egemenlerce gerekçe oluyor. Hindistan’da Mondi hükümeti dört saat önce haber verdiği sokağa çıkma yasağıyla; hak ve özgürlükleri çiğneyerek başta Müslümanlar olmak üzere azınlıklara karşı ayrımcılığı daha da derinleştirdi. İsrail’de Netanyahu daha da sertleşerek tüm yetkileri kendinde topluyor. Macaristan’da Orban süresiz bir şekilde kararnameyle ülkeyi yönetme yetkisiyle donatılıyor. ABD Adalet Bakanlığı, kongreden acil durum hallerinde yargılanma olmadan tutukluluk süresinin uzatılması için onay istiyor. Şimdi bizde de virüs gerekçe gösterilerek tutuklu duruşmalar dahi gerçekleştirilmedi, üstelik duruşmasız tutuk hallerinin devamına karar verildi. Faşizan zihniyetle infaz düzenlemesi yapıldı. Basın ve muhalifler devletin başı tarafından virüs olarak değerlendirildi. Çocuk yaştakilere tecavüz edenlerin, tecavüze uğrayanlarla evlenmeleri sağlanarak ceza dokunulmazlığına kavuşmaları için sinsi hazırlıklar yapılıyor.

Sokağa Çıkma Yasağı Anayasal Haklara Aykırıdır

İtalya’da La Stampa yazarlarından Vadimizio Zagrebelsky yaşlıları COVID-19’dan korumak amacıyla ev hapsine mahkûm etmenin anayasal olmadığını söyledi. Uzun yıllar AİHM’de yargıçlık yapan hukukçu Zagrebelsky “Yaşlıları korumak için onları yıl sonuna kadar evde tutmalıyız” diyen AB Komisyonu başkanı Ursula Von Der Leyen’i şöyle eleştirdi; ‘”Evet, kamu sağlığı için insanların dolaşımları sınırlandırılabilir. Ancak sadece yaşlıların dolaşımdan sınırlandırılması kamu sağlığıyla ilgili bir konu değil. Yaşlılar toplumun diğer kesimlerinden daha bulaştırıcı değiller… Bunun için yaşlıları dolaşımdan men etmek ve yasaklamak değil, aşı kampanyalarında olduğu gibi onları aydınlatmak gerekir. Erişkin yurttaşların dolaşımının sınırlandırılması kabul edilebilir değildir.” Yani eski AİHM yargıcı, yaşlı kesimin sosyal manada vesayet altına alınmasını anayasal hak ihlali olarak değerlendiriyor. Biz de böyle düşünüyoruz. 65 yaş üstü ve 20 yaş altına getirilen yasağı doğru bulmuyoruz. Dolayısıyla ana muhalefet partisinin ve İyi Parti’nin ısrarla sokağa çıkma yasağı talebini anayasal haklar açısından yanlış buluyoruz. Genel bir sokağa çıkma yasağı, şeffaflığı kaldırır, zaten yok gibi. Yürütmenin denetlenmesini yok eder. Halkın haber alma hakkını, gerçekleri öğrenme hakkını ve diğer anayasal hakları yok eder.

Peki ne olmalı? Güçlü bir karantina, virüs görülenlerin ve temas ettiklerinin karantinaya alınması. Eğer bir mahalde çoğunlukla yaygınsa o mahallin de karantinaya alınması.

Virüs bahane edilerek zaten kısıtlı olan haklar da yok edilmek isteniyor. Cumhuriyet ve Yeni Yaşam Gazetesi yazarlarının tutuklanması, FOX TV’ye para cezası ve ana habere 3 gün yayın yasağı getirilmesi örneklerden sadece bazılarıdır. Yine seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınarak kayyım atanmasını da unutmayalım.

Şimdi belli ki CHP AYM’ye iptal için başvuracak. Hiç gecikmeden ama çok iyi bir hazırlıkla başvuru yapılmalıdır ve eşitlik ilkesi ihlal edilmeden, hükümlüler arasında ayrım yapılmadan infaz kanunundaki eşitlik ilkesine uyularak başvuru yapılmalıdır. Sadece bazı suçlar için yapılırsa bu da topal olur, ayrımcılığa sebebiyet verir. Bakalım AYM nasıl bir karar verecek? İktidarın baskısı altında kalmadan, bilimin, aklın, hukukun, adaletin gereklerine uyarak bu orta çağ yasasını iptal edebilecek mi? Arzumuz, bu yönde isabetli ve cesur bir karar vermesidir. Kuşkularımız da var, geçmişte bu konularda değişik tarihlerle çelişkili kararları oldu. Yine de temennimiz vicdanları kanatmamasıdır.

Yine de umutlu olalım ve korkmayalım. Albert Camus Veba’da ne demişti; “Herkes savaşıyor, herkes kendi usulünce. En büyük korkaklık da diz çökmektir.”