Latin Amerika’da Simon Bolivar, Tupac Amaru, Jose Artigas, Emiliano Zapata Salazar ya da Jose Carlos Mariategui gibi devrimci önderler üzerinden yürütülen bir miras tartışması var mıdır?

Latin Amerika’daki devrimci örgütlerin kendi içlerinde bazı ayrışmalar yaşadıkları kaçınılmaz bir gerçeklik. Ancak adı geçen devrimci liderlerin Latin Amerika’nın tüm devrimci örgütleri tarafından sahiplenildiği de bir o kadar kaçamayacağımız bir hakikat.

Peru’nun ilk Marksist devrimcilerinden biri olan Jose Carlos, Simon Bolivar’ı reddetmedi ya da Uruguay’ın kurtarıcısı olan Jose Artigas, Zapata’nın geleneğine sırt çevirmedi. Meksika’nın yoksul köylüleri Zapata Salazar’ın hayaletinin hala dağlarda dolaşarak onlara ilham verdiğini düşünürken, Kolombiya’nın yoksul köylüleri, ”biz Simon Bolivar’ın gerçek temsilcileriyiz” demediler.

Her ne kadar farklı fraksiyonlar ve tabiatıyla farklı ideolojik teori ve pratikler aynı anda var olsa da Latin Amerika’da, Simon Bolivar’ın gözleri kıtanın üzerinde ve Zapata Salazar’ın hayaleti tüm Latin Amerika’da dolaşıyor hala.

Tam da bu yüzdendir ki, son yüz yıllık Latin Amerika devrimci pratiklerine baktığımız zaman, solun kıtada söyleyecek sözü sürekli oldu ve sol ya iktidar ya da iktidar ortağı olmaktan geri düşmedi. Devrimci geleneği sürdürmeye namzet olmak da ancak bu şekilde gerçekleştirilecek bir pratiktir.

Özetle şu; Jose Carlos’un dediği gibi, Amerika’da taklit ve kopyadan öte, kendi hayatımızı, gerçekliğimizi ve dilimizi adayarak yerli bir sosyalizmin kurulması ancak anlamlı olabilir. Bu yerli sosyalizm de ancak sonu gelmeyen kısır tartışmalardan uzaklaşıp, devrimci mirasın bölünerek yok olmasına engel olmak suretiyle birleşik ve ihtiyaçlara göre sürekli kendini yenileyen bir devrimci çizginin hat olarak belirlenmesi ile mümkündür.

Gelelim bizdeki devrimci miras ve onun “alacaklılar” arasındaki paylaşım kavgasına. Özellikle son yarım yüzyılda Türkiye devrimci hareketlerinin arkalarında bir miras bıraktıkları ortada. Fakat bırakılan mirasın el’an kimler tarafından ve nasıl sahiplenildiği sorusu ise uzun yıllardır tartışmalara ve kavgalara neden olan bir sorudur. Üstelik bu kavgalar karakolda sonlanan kavgalar da değildir. Kaypakkaya’nın, Mahir’in ya da Deniz’lerin mirasının kimde olduğu süregelen bir tartışmadır. Ancak ne yazık ki mirasın devamlılığı üzerine yapılan tartışmalar, adı geçen devrimci önderlerin teori ve pratiklerinin sürdürülmesi ya da daha doğru bir biçimde yeniden üretilmesi ve geliştirilmesi minvalinde vuku bulmuyor. Tartışmanın muhtevası daha çok, şu kişi ya da örgüt bizim mülkiyetimizdedir sığlığında karşımıza çıkıyor ne yazık ki.

HDP’nin kuruluş arifesinde Sayın Öcalan’ın “biz kırk yıldır Mahirlerin mirasının taşıyıcılarıyız, şimdi bu mirası HDP’ye devrediyorum” açıklaması, sürekli bölünerek sayısal olarak çoğalan fakat nitelik ve pratik anlamda sürekli geri düşen sol çevreler arasında rahatsızlık yaratmıştı. Sol çevre ve gruplar, rahatsızlıklarını “miras bizimdir, kimseye vermeyiz” gibi ciddiyetsiz bir biçimde dile getirdiler. Benzer bir tartışma şu günlerde nevuzuhur etmiş görünüyor. KCK yöneticilerinden Duran Kalkan’a ait olduğu iddia edilen ve Yeni Özgür Politika Gazetesi’nde Selahattin Erdem müstear ismiyle yayımlanan bir yazı malum miras tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.

Erdem yazısında, daha önce Sayın Öcalan’ın da vurguladığı gibi Mahirlerin çizgisinin temsilcisinin Kürt Özgürlük Hareketi olduğu iddiasını yineliyor ve HDP’nin bu çizginin Türkiye ayağı olduğunu savunuyor.

Bu bağlamda Erdem, Türkiye’deki tüm devrimci ve demokratik güçlerin HDP’nin temsil ettiği ve Radikal Demokrasi (Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un muhafazakâr liberalizmin karşısında solun geri düşüşünü önlemek adına öne sürdükleri dol mefhum. Daha sonra Sayın Öcalan tarafından da benimsenmiştir) cephesine destek vermeleri gerektiğini vurguluyor.

Yazının tartışmalara vesile olan kısmı ise HDP projesine eleştirel yaklaşan Özgürlük ve Dayanışma Partisi için kullanılan şu cümle “…radikal demokratik hareket bu görevi yapacak ve ÖDP’yi gerçek ifadesine kavuşturmak zorunda kalacaktır…” oluşturuyor sanırım.

Şüphesiz bu cümleden önceki bölümlerde de ÖDP’nin sol güçlerin birliği adına siyaset üretmediğini aksine bir “sol hastalık” olan CHP’nin kuyrukçuluğunu yaptığına dair vurgular var.

Erdem’in yazısında kullandığı bu cümle tehdit gibi algılanmış olabilir, algılanmaya da açık. Ancak metinin bağlamından koparılarak ODA TV’nin, ÖDP bayrağına doğrultulmuş bir namlunun altına “PKK’nın yeni hedefi” manşetini atarak tartışma haline dahi henüz gelmemiş olan bu açıklamaları çatışmaya eğriltmeye çalışarak haber yapması farklı soruları akıllara getiriyor.

Bu manşet Türkiye solu içinde var olan bir kısım ulusalcı çevrelerin Kürt Özgürlük Hareketi’ne zaten var olan mesafeli yaklaşımlarını karşıtlığa dönüştürme amacı taşıyor açık bir biçimde.

ÖDP Genel Başkanı Sayın Taş’ın konuya ilişkin yorumu makul düzeyde ve bir çatışmaya mahal vermeyecek hassasiyetleri gözetiyor, bu gayet olumlu.

Ancak ÖDP cephesinden yapılan başka bir açıklamada “Mahir Çayan çizgisinden Radikal Demokrasi çıkmaz” vurgusu bizi yazının başına götürüyor. Miras tartışmasına. Türkiye solunun önemli bir bölümü devrimci mirasın müzede korunup her yıl takvim yaprakları belli tarihi gösterdiğinde mirasın anılması gerektiğine dönük inancını canlılıkla koruyor.

Devrimci mirasın ancak ve ancak onu daha ileri taşımak adına, onu sürekli geliştirerek sosyal pratiğe uygulamaktan geçtiğini anlamak istemiyor.

HDP bunun bir zemini olduğunu iddia ediyor ve pratikte yapmaya aday olduğunu söylüyor. Bu yeniden oluşum pratiğine katılıp katılmamak şüphesiz ki her grup ya da çevrenin kendi inisiyatifindedir. Ancak tarihe ve topluma karşı sorumluluk duygusuyla hareket eden herhangi bir devrimci özne, devrimci mirasın eş dost arasında bölünerek yaşatılacak bir teori ya da pratik olmadığını kavramak zorundadır. Kavrayamadıkları takdirde tarihin yapıcısı değil, nesnesi konumuna düşmekten kaçamazlar. Devrimci miras, onu ileriye taşımanın yollarını aramakla ve pratikte onu yaşatmakla mümkündür, her gün biraz daha tüketerek değil. Bu tartışmaları bir de bu perspektiften okumakta yarar var.