Mevsimsiz ölüm, işçi cinayetleri

Güneyde güneşin ilk ışıklarıyla tatlı uykulardan uyandırılıp, traktör kasalarına, kamyon kasalarına doluşarak pamuk tarlalarına gündelikçi olarak çalışmaya çok gitmişliğim vardır ilk gençliğimde. Yanı başımızdan geçerken turist otobüsleri, son model araçlar, araçların camına ayaklarını dayamış tatilcilere imrenerek bakmışızdır. İşte ben sarı sıcağın işliğinde denizin kıyı kalplerin, ömründe hiç denize girmemiş kızların ağzından dinledim maviye duyulan özlemin yakıcılığını. Onlar adına sıktım dişlerimi, yanımdakilere sövmeye kalkınca patrona  çapayı fırlatıp yayan yürüdüm, saatlerce yürüdüm Fethiye-Muğla karayolundaki o derin boşluğu. O derin boşluk ki kentlerin meydanlarında hep aklıma mıhladı bir şeylerin işaretini.

Bu ülkede her türlüsü yaşanır ölümün. Kimisine 'mevsimliktir' der geçeriz; kimisinin mevsimi yoktur, 'takdiri ilahi' der avunur, geçeriz. Cinayetlerin üzerini örtüp payımıza düşenden bir çırpıda sıyırıveririz kendimizi ruhumuzu rahatlatmak adına. Fazla eskilere gitmeye gerek yok, hafızamızı şöyle bir yoklasak daha 31 Ekim 2014 tarihinde Akşehir’den Isparta’nın Gelendost ilçesine elma toplamaya götürülen işçilerin Yalvaç’ta aracın frenlerinin patlaması sonucu geçirdikleri kazada şoför dahil on yedi kişinin yaşamını kaybettiğini anımsarız. Yaşı geçmiş eski bir midibüsün yolcu taşıma kapasitesi 24 kişiyken araca 46 kişi bindirilerek gözlerimizin önünden topluca ölüme gönderildiğini gördük. Günlerce yazılanlar çizilenler, yeni ölümlere kadar unutulup giden cinayete kurban gitmiş işçi hikâyeleri, işçi suretleri. Evlere düşen ateşlerde kavrulan, geride kalmış çocuklar, eşler yakınlar, bir zaman sonra ilgisizliğin getirdiği iç kırılmalarla kendi dünyalarının sınırlarında yorulan yüzler. Bir de buna eklenen yaşanan kazayla ilgili olayın tek sorumlusunun kazada ölen şoförün suçlu olarak mahkemece tespit edilmesiyle takipsizlik kararının yarattığı bildik hukuksuzluk manzaraları.

Adım başı radarla yol kesen, cezalar yağdıran trafik denetleme ekipleri, her nasılsa gözlerinin önünden geçip giden kamyon, traktör kasalarındaki işçilere, tıklım tıklım doldurulan herhangi bir ferdi kaza sigortası olmayan minibüs ve midibüslere gereken müdahaleyi yap(a)mıyor. Herkes üç maymunu oynuyor sahnede. Nasılsa hafızasız bir toplumun fertleriyiz, bu ölümler de münferit ve mevsimlik. Toplanan işçinin kimin bahçesine götürülürken öldüğünü bile soramayacak bir hukuk sisteminin içindeyiz.

6 Temmuz’da Gölmarmara yakınlarında işçilerden on beşi bindikleri kamyonetin tırla çarpışması sonucu feci şekilde can verdi. Ölen işçilerin 13’ünün kadın 2’sinin erkek olması tarım sektöründe 40 TL gibi ucuz bir ücrete kadın emeğinin ne kadar yaygın olduğunun bir göstergesi. Hepsi Salihli’nin Çökelek köyünden olan işçiler birkaç gün medyada görünür kılınıp yine hafızalardan silinecek küçük insanların hikâyelerini bıraktılar arkalarında. Hepsinin en son yaptıkları şey sevdikleriyle çay içmek, ya da çay içmek için sözleşmek. Bir günde Rıza Sarrafların trilyonları döndürdüğü dünyada,700 bin dolarlık saatin, Mercedeslerin çerez parası sayıldığı alemlerde onlar için dostla içilen bir bardak demli çay en güzel ,en anlamlı huzur bulma yolu olmalıydı. Hem Orhan Kemal demiyor muydu?

"Bir gün oturup çay içelim seninle / Çaylar benden olur, manzara senden"

Çökelek özelinde konuyu biraz mercek altına alırsak, tarımda uygulanan liberal politikalar sonucu küçük çiftçi zamanla yaptığı masrafı topraktan karşılayamadığı için hızla borç batağına sürüklenmiş, bütün ülke genelinde olduğu gibi zamanla kendi topraklarını ya boş bırakmış ya da geçimini sağlayamadığı için de hızla yoksullaşarak mevsimlik olarak bulduğu işlerde çalışmaya başlamıştır. Ülkenin en yakın mesafesinden en uzağına hasat zamanı çalışmaya giden işçiler, kendi imkânlarıyla dayı başının gözetiminde ekmeğini taştan çıkarmaya çalışırken evlerine sağ salim dönebilirlerse ne ala. "Adam diksen çıkar" denilen topraklar, uygulanan yanlış politikalar sonucu "boş bıraksan en azından masrafından kurtulursun" düşüncesiyle kendi kaderine terk edileli yıllar oldu. Köylünün o düşük faiz aldatmacasıyla lanse edilen, aslında diğer bankalardan kullanılan kredilerle aynı maliyetteki kredileri ödeyemeyerek tarlası traktörü hacze düşeli, başka iş alanlarına kentlere yöneldi. Niteliksiz iş gücü olarak hep en düşük ücretlerde en kötü koşullarda istihdam edildi. Köyüyle toprakla bağını bir şekilde devam ettirenler mevsimlik işçi olarak yollara düştü.

Her daim ölüm, kadın cinayetleri

Bu ülkede bir de mevsimsiz ölümler içinde sayabileceğimiz her daim yaşanan ölümler var; kadın cinayetleri. Her geçen gün şiddet sarmalında derinleşerek büyüyen bu sorun en yakıcı sorunlardan birisi. Kadın ölümleri üzerinde toplumun tepkisinin gerçek anlamda örgütlü bir güce dönüşemediğini görüyoruz. Medyanın olayın üzerine yoğunlaşma durumuna göre kendiliğinden sokak eylemine dönüşen tepkilerin asıl minvalinde olduğunu söyleyemeyiz. Özge Can cinayetinde toplumsal refleksi en üst seviyeye çıkaran tepkiler her nedense Dalyan’da öldürülen Cansu Kaya’ cinayetinde gösterilemedi. Olay aynı oranda ne basında yer alabildi ne de Cansu Kaya için birkaç cılız eylemliliğin dışına taşan eylemliliğe dönüşebildi.

Yine geçtiğimiz günlerde gazete sayfalarının içinde bir kadın cinayeti olma ihtimali yüksek bir ölüm daha fazla yankı bulamadan kaybolup gitti.MEB çalışanı Ayşe Atasayar, genç bir bilgisayar öğretmeniydi.14 Haziran 2015’de Çankaya’da bir rezidansta ölü bulundu. Eşinden kısa bir süre önce ayrıldığı anlaşılan Atasayar’ın ölü bulunduğu evin sahibi de gerçekten de ilginç bir isimdi. Bu isim FATİH projesi kapsamındaki yolsuzlukla ilgili yürütülen soruşturmada adı geçen danışman Murat Akar’dan başkası değildi. Daha önce Nur Sertel tarafından cinayet mahalli olan villa için verilen soru önergesinde Bakan Nabi Avcı’ya ;bu villanın ihale alan firmalar tarafından Murat Akar’a verilip verilmediği sorulmuştu. Herhâlde soruya verilen inandırıcı yanıt şimdi Ankara göklerinde yankılanıyordur(!)

Ön otopsi raporunda kafasında ve vücudunun çeşitli yerlerinde darp izine rastlanan Atasayar’ın bir cinayete kurban gitme ihtimali güçlü gözüküyor. Olay sonrası Ayşe Atasayar’la ilişkisi olduğu tespit edilen Murat Akar, mevcut delillerden hareketle cinayet zanlısı olarak tutuklandı. Bundan sonraki sürecin seyrini kesin otopsi raporu ve tanık ifadelerine göre yürütülen soruşturma belirleyecek.

Ayşe’nin ölümü ülkemizin cinnet mahallinde mevsimlik kanıksanmış şüpheli ölümlerden biriydi. Bürokrasi içinde güçlü ilişkileri olduğu tespit edilen bir Adama sığınan genç kadının yine onun evinde darp edilmiş olarak ölü bulunması pek önemsenmedi medyamız tarafından. Ülkenin seçimli, bol ölümlü gündeminde 35 yaşında hayata gözlerini yuman genç öğretmen yine ilk unutulacaklar listesinde yerini aldı. Ondan geriye anılarını paylaşan eş dost küçücük bir kız çocuğu kaldı.

Mekânsız ölümler, mülteci cinayetleri

Ülkemizin Güneyi kan ve barut kokusu. Köle pazarları kuruluyor, bu pazarlarda alınıp satılıyor kadınlar, çocuklar. Bu can pazarında naklen kesiliyor kafalar, ateş kafeslerinde tutuşuyor bedenler. Durmadan bu yangına benzin döküyor birileri kıs kıs gülerek. Sınırları aşan dramlar evlerimize, kıyılarımıza vuran cesetler… Hesapsız plansız şekilde ülkeye sokulan kendi kaderine terk edilen Suriyeli mülteciler. Onlar mekansızlığın duygusuzluğunu taşıyorlar her gittikleri yere. Ucuz işgücü, horlanmak, çalışıp parasını alamamak hep onlara düşüyor. Ölüm onlar için bizim yaşadıklarımızdan daha da boş ve anlamsız. Gözyaşlarını yitirmiş bu halkın çocukları ölümü öyle kanıksamışlar ki. Yine benzer bir ölüm yanı başımızdaki sularda…

Pazartesileri  Köyceğiz’in en büyük buluşması,  pazarıdır. İşçiler o gün tatildir, çalışanlar yevmiyelerini alır işçi kahvelerinde, yeni iş bağlantıları yapar. Sonra bir haftalık gereksinimlerini alarak dönerler yoksul evlerine.

Yine böyle bir pazartesi (6 Temmuz) Köyceğiz’in kenar mahallesine bir hafta önce gelip yerleşen yedi Suriyeli mülteci, kahveleri dolaştıktan sonra göl kıyısındaki Delta adı verilen plaja gelir. Belki giysilerinden utanmış olacaklar ki gözden ırak sazlıkların olduğu yere giderek gölde serinlemeye çalışırlar. Yıllardır onlarca insanın boğulduğu yerde hiçbir uyarı işareti de yoktur. Sazlıkların olduğu yerde, kışın debisi yüksek akan çayın şekillendirdiği yerde suyun birden derinleştiğini bilmeyen iki kişi çırpınmaya başlar. Kalabalık gruptan sadece bir kaç kişi yardımına koşar zor durumdaki arkadaşlarının. Gençlerden İkisi de yüzme bilmedikleri için gölün karanlık sularında kaybolur giderler. Sonra dalgıçlar gelir, iki kişinin cesedini birbirlerine sıkı sıkıya sarılmış olarak bulunur. İç savaşın mağduru Halepli Omar Diyeb(21) ve Mahmut Rahhal(22) koyun koyuna ölümü kucakladıkları sulardan kimsesiz bir şekilde sonsuzluğa uğurlanırlar. Beraber geldikleri arkadaşlarından hiç kimse yoktur yanlarında sudan çıkarıldıkları saatlerde. Kumsaldaki seyirci tayfası bu arada Suriyelilere kızar: ”Adamları bırakıp olay yerinden kaçıp gittiler” diye. Oysa hiç akıllarına gelmez yıllardır belediyeye ait bir plajın sadece küçük bir kısmının güvenli hale getirilerek, diğer bölümün kendi haline terk edilmiş olmasını. Aynı yerde geçen yıl ve önceki yıllar ölümler yaşanmış olmasına rağmen bir uyarıcı levhasının bile konulmasını düşünecek bir aklın olmamasını.

Biraz daha geniş boyutlu düşünecek olursak, evinde yurdunda işinde olan insanların bir sabah kalkıp nasıl birbirini boğazlamaya başladığını, bir ülkenin ateş çemberinin içinde nasıl kan gölüne döndürüldüğünü görmekten kendilerini imtina ederler? Milyonlarca insanın sınırları aşıp geçmişini anılarını terk ederek içine sakladığı yangını gizleyerek yenidünyanın umuduyla, hiç tarafı olmadığı kıyılarda ait olmadığı iklimlerde belirsizliğin bilinmez sularına koştuğunu hiç kimse bilmek istemez. Bunun sorumlularını sorgulamak kimsenin beyninin kıyısından bile geçmez.

Evet, mevsimlik olsun mevsimsiz olsun bu coğrafyada hep sebepsiz ve ucuzdur ölümler. Evlerimize çekildiğimizde denizlerimizin kıyısından camlarımıza vuran mülteci ölüleri, sokak ortasında biraz önce öpüp koklandığı bir erkek tarafından öldürülen kadınlar kadar sahici ve yalındır yaşanılan. Her gün biz o bin yıllık uykumuzdan kalkmadan o çok övündükleri duble yollarda, kamyon kasalarında, freni boşalmış midibüslerde ölüme çıkarılan mevsimin ilk ölü işçi kafileleri gibi gözümüzün önünden çığlıklarla akıp gider insan hayaletleri.

Herkes bu cinnet mahallinde payına düşeni alır elbet.

Ölümse ülkenin her soluklanışında kol gezer,seferidir.

Al ölümlerden ölüm beğen kendine!