Mağdur, mazlum, emekçi, işsiz, esnaf, memur gibi kesimlerden oluşan, Anadolu gibi çok kültürlü, Antakya kadar çok dinli, çok mezhepli bir halk hareketi kurma yolunda ne zaman yenilgiye düşsem, umutsuzluğa düşsem, defanslarla karşılaşsam, hemen Sadullah Ergin gelirdi aklıma ve şöyle derdim kendi kendime; Evet yine yenildik. Fakat başarabiliriz. Bu topraklarda bir halk hareketi kurabiliriz, demokratik bir ülke kurulabiliriz. Bütün mümkünlüğün kıyısındayız. İyi bir uyku çek ve sonra yeniden dene…

Çünkü, bu ülkenin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’dir. Çünkü AKP’nin adalet çıtası Sadullah Ergin’dir. Öylesine bir vasatlıkla baş edebiliriz. Git halka yeniden anlat, yeniden toparla, yeniden örgütlen yeniden partiyi inşa girişiminde bulun, yeniden seçimlere gir…

AKP’nin vasatlık çıtasının simgesi benim için Sadullah Ergin’in varlığı ile sembolize edilmişti.

Kimdi bu vasatlık çağının vasat figürü?

1965 yılında bizim Antakya’da doğmuş Sadullah Ergin.

İlk avukatlık deneyimine Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde başlamış, bu bir yandaşlık kayırmasıdır. Onu işe alan adam yıllar sonra bin tövbe etse de, tövbe mevzusu iyilik/kötülük denkleminde değil de daha çok gelecek yıllarda gösterdiği vefasızlıkla ilgilidir.

Yayladağlı bir arkadaşının aktardığı üzere; “Hayatına girdiği, yol yürüdüğü herkese istisnasız herkese kazık atarak yükselmiştir. Bundandır 2014 yılında Lütfi Savaş gibi bir başka vasat karşısında seçim kaybettiğinde benim bildiğim 5 yerde kurban kesilmiştir. Kurban kesenlerin hepsi de geçmişte onun yakın arkadaşlarıdır.”

1995 yılından sonra serbest avukatlık yapmaya başlamıştır Sadullah Ergin. Antakya adliyesinde bir şehir efsanesi vardır. Sadullah aldığı hiçbir davayı kazanamamıştır, diye. Bir gazeteci olarak bu efsanenin peşine düştüm. Tam öyle olmasa da avukatlık başarı karnesi vasatın bir tık altı olarak yazılabilirdi.

Siyaset, bütün vasatların kurtuluş alanı, kapak atacakları yegane yerdir…

Eğer şu siyaset ve yandaşlık olmaya idi, ofisinin kirasını zar zor ödeyecek adamlar, CHP’de ve AKP’de erk sahibi olamazlardı.

Hırslıydı,

Kindardı,

Sünger gibiydi,

Asla yeryüzünde bir kişiye cepheden yüzüne yüzüne karşı bir kötü söz söyleyemedi. Hep arkasından iş çevirdi, hep tuzaklar ile iş gördü.

Refah ve Fazilet Partilerinde il başkanlığı yaptı. 1999 yerel seçimlerinde halkın karşısına çıktı. Yenildi. Doğrusu halkın karşısına çıktığı hiçbir seçimi kazanamadı. Halk her zaman en iyisini bilirdi.

Refah partisinin kapatılma sürecinde resmi ideolojinin zulmünü aleyhine çevirdi. Mesele bir zülüm meselesi olmasa da süreci kendi lehine çevirdi. O günün mahkemelerinin önüne iri yarı bir arkadaşını göndererek süreçten sıyırdı. Bu fedakarlığın ceremesini arkadaşı, sefasını ve rantını kendi sürdü.

Neyse… Nihayet AKP yardımına yetişti. İl başkanlığı ve sonra 2 Kasım 2002’de milletvekilliği yaptı. Tabi arkasında yükselen değer AKP vardı. Seçimleri listedeki adaylar değil, dönemin yükselen değeri kazanmıştı. Sonrası yürü ya kulum hesabı…

Hatay’ın mutlak hakimi oldu. Yerel idarecilerin hepsini, milletvekillerini, bürokratları, sendikacıları, hatta hızını alamayarak okul müdürlerini bile kendi belirledi. AKP genel merkezinde pozisyonunu sağlama aldığı ölçüde kentte o ölçüde Karunlaştı ve Firavunlaştı.

Bu reel siyasetin ruhunda vardı. Doğrusu karşısında hem rakibi hem de öğretmeni, hem de arkadaşı olan bir Fuat Çay pratiği vardı. Çok şey öğrendiler birbirinden, hiçbir zaman karşı karşıya gelmediler. Biri AKP’yi domine etti, diğeri CHP’yi. Ha, bana sorarsanız Fuat Çay çok daha becerikli bir adamdır. Strateji ve taktik üretmekle beraber organizasyon kurma becerisi kat be kat Sadullah Ergin’den ötededir. Fakat Ergin’in avantajı yükselen değer olmasıydı. Hükümette ve devlette hakim olmasıydı.

2006 yılında Ali Dibo olayı cereyan etti. Dönemin Hürriyet gazetesi bunu ortaya çıkardı. Günlerce medyadan düşmedi. Olay şuydu; kimin hangi ihaleyi alacağı şeklinde Sadullah Ergin’e ait bir el yazması not bulunmuştu. Tabi bunu beceriksizliğine vermek lazımdı. Çünkü AKP’nin yerelde ve ülkede yeni bir burjuvazi yaratma çabasının sonucuydu bu. Halka sorsanız zaten onlar size anlatırdı tüm bunları.

Derler ki “Fetö’nün Adalet Bakanlığında en iyi kadrolaştığı dönem Sadullah Ergin dönemidir”. Bu çok gerçekçi bir önermedir. Neden? Sadullah Ergin’in “Fetö’cü” olduğundan dolayı asla değil. Vasatlığındandır. Zira AKP liderinin mutlak sultası altında vasat bakanlar bu sulta altında sadece müşavirlik yapmışlardır.

Bunun en önemli belgesi dönemin Çevre ve Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar’ın istifa mesajıydı; “Ben müsaadenizle basın açıklaması şeklinde çok kısa ifadelerde bulunmak istiyorum. 17 Aralık tarihinde yapılan operasyon dosyasında şahsımı rencide edecek veya izah edemeyeceğim hiçbir husus yok. Ancak sayın Başbakan'ın istediği bakanla çalışmak veya istediği bakanı görevden almak en tabi hakkıdır ve yetkisidir. Fakat rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyonu yayınlayınız şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Etmiyorum çünkü, soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü sayın Başbakan'ın talimatıyla yapıldı. Bu minval üzere bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğimi açıklıyorum. Bu milleti ve vatanı rahatlatmak için sayın Başbakan'ın istifa etmesi gerektiğine inandığımı ifade ediyor, yüce milletime saygılar sunuyorum.”

Dönelim Sadullah Ergin’e. Ali Babacan ve Abdullah Gül liderliğinde kurulacak yeni partide yer almak için AKP’den istifa etti.

Değerli okur size bir futurum (gelecekte ne olacak) hikayesi anlatacağım. Lütfen bunu not edin.

Ali Babacan ve Abdullah Gül liderliğinde kurulacak yeni parti AKP’nin son döneminde yönetici kadro olacaktır. Köşeye sıkışan Tayyip Erdoğan’ın siyaset stratejisi akordeon stratejisidir. Siyaseti, toplumu, ekonomiyi sıkıştırma ve esnetme üstüne kuruludur. AKP dağılmadan önceki son durağında Erdoğan bu eski arkadaşlarına dönerek; Yanılmışım, gelin birlikte ülkeyi yönetelim diyecektir. Çünkü yeni kurulacak partinin politik ufku Tayyip Erdoğan’ı masaya oturma üstüne kuruludur.

Fakat tarihi asla kişiler yazmaz. Zamanı geçmiş hiçbir fikir baki kalamaz. Yıkılacaklar.

Peki alternatif var mı?

Türkiye’de Anadolu topraklarının değerlerinden beslenen demokrasi, hukuk ve kamu ekonomisini inşa edecek bir parti var mı?

Öyle bir parti kurulabilir miydi?

Yıllar önce, öyle muhasebe zamanlarında Mehmet Bekaroğlu gelirdi aklıma ve ona şöyle beddualar ederim.

Ulek (Asla ulan değildir, ne haddime, yine şu mecliste en vicdan sahibi adam kendisidir. Ulek Antakya’da kullanılan bir ön takıdır. Dostlar arasında, baba oğul arasında, kardeşler arasında da kullanılır) Bekaroğlu, arabanın aküsünü çalarlar inşallah. Acil bir toplantıya yetişme telaşında… Aradığın hiçbir arkadaşa o an ulaşamayasın. Taksi bile bulamayasın. Mecburen minibüse binesin. Minibüste kimse sana yer vermesin. Ayakta seyahat edesin. Şoför babacan bir sesle “Ağabeyler ablalar ilerde çevirme var. Bana ceza yazmasınlar, yemviyeli işçiyim ben lütfen çevirmeyi geçinceye dek çökün” desin. Hop çöküp hop kalkasın minibüs içinde…

Sonra Dom halkına misafir olasın, onların yemek ısrarını kıramayarak yaptıkları aşırı kuyruk yağlı yemekleri yemek zorunda kalasın. Bak o zaman beş gün yemek yiyebiliyor musun?

Sonra çaysız kalasın. Bir türlü iyi çay demleyen kahveye denk gelmeyesin.

Başka… Başkaca beddua aklıma gelmiyordu.

Çünkü o zamanlar Bekaroğlu ile birlikte bu vasatların dünyasında demokrasiyi, hukuku ve kamu ekonomisini ikame edecek bir partinin mümkün olduğunu düşünüyordum.

Şimdi ise ne Godot’yu ne Benerci’ye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Çünkü tarih kolektif bir dinamik işiydi. Ne Godot’yla kurulabilir, ne de Benerci ile engellenebilirdi.