Komşuları Arnavutluk, Kosova, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan’ın arasında yer alan Makedonya’nın her yerinde kısa bir süre öncesine kadar “FYROM” kısaltması görülüyordu. Yani “Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti” (Former Yugoslavian Republic of Macedonia). Makedonya Cumhuriyeti ismi Yunanistan’ın sert siyasi söylemleri ve ekonomik ambargosu nedeniyle bu şekilde değiştirilmişti. Ülke NATO’ya ve Birleşmiş Milletlere girebilmek için “Makedonya” sözcüğünün kullanımı sorun teşkil ediyordu (Yeni Makedonya, Yukarı Makedonya, Vardar Makedonya’sı ve Makedonya Cumhuriyeti Üsküp gibi alternatifler de önerilmişti ve 2008 yılında NATO üyeliği noktasında Yunanistan’ın vetosuyla karşılaşmıştı). Sonunda, bu senenin başında, 11 Ocak 2019 tarihinde imza edilen Prespes Anlaşması ile 27 yıllık ihtilaf sona erdirilerek, ülkenin resmi ismi “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” (Republika Severna Makedonija) olarak değiştirildi. Böylece NATO ve AB üyeliği için önü tamamen açılmış oldu. Makedonya tarafında Zoran Zaev ve Yunanistan tarafında da Aleksis Çipras karşı tarafa fazlaca ödün verme noktasında kendi ülkelerinin milliyetçi kesimleri tarafından kıyasıya eleştirilse de, 6 Şubat 2019 itibariyle Makedonya’nın NATO’ya katılım protokolü de imza edildi.

“Makedonya” kelimesinin kullanımı konusunda Yunanistan ile süregelen bir ihtilaf söz konusudur. 1944’te Sosyalist Yugoslavya’ya katıldıktan, ülke üzerinde büyük bir etki ve iz bırakan Tito yönetimini hazmettikten ve 1974 yılında özerklik kazandıktan sonra, 17 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığına sahip olan ve ilk kez Türkiye tarafından tanınan bu küçük ülkenin yüzölçümü 25.713 km2, yani bizim otuzda birimiz kadar. Oysa Makedonya kelimesi “büyük toprak(lar)” anlamına (da) gelir. Nüfusuysa 2 milyondan biraz fazla ve bu nüfusun yarısına yakın Üsküp’te yaşıyor. Makedonca (%70), Arnavutça (%21) ve Türkçe (%3) en yaygın diller. Halkın %67’si Ortodoks ve %30’u ise Müslüman. Üsküp dışında Tetova, Manastır ve Gostivar kentlerinde de yoğun bir Türk nüfusu yaşıyor.

Makedonya, Avrupa Birliğinin resmi sitesinde ise, “Bulgar, Sırp, Arnavut ve Yunan kültürleri ve ayrıca Ortodoks Hristiyanlık ile İslam’ın Güneydoğu Avrupa topraklarındaki birlikteliği ile teşkil edilen bir ülke” olarak tarif ediliyor. Makedon diye bir etnik kitleye atıf yapılmıyor. Böylece “Makedonya” kelimesine tepki gösteren Bulgar ve Yunan taraflarının bir miktar gazı alınmış oluyor. Aslına bakılırsa, bu tepkiye bir noktaya kadar da hak vermek gerekir. Makedonya aynen Anadolu, Mezopotamya veya İskandinavya gibi bir bölgenin adıdır. İsveç, Norveç, Danimarka ülkelerinin birinin adını İskandinavya olarak değiştirdiğini düşünün. Bu hemen diğer İskandinav ülkelerinde yoğun bir kuşku ve tepki oluşturacaktır. Acaba şu anda veya gelecekte bu tanımlamayı kullanarak bir toprak talepleri mi olacak, şeklinde bir düşünce egemen olabilecektir. Gerçekten de Atatürk’ün de doğum yeri olan Selanik’in merkezinde olduğu Güney Makedonya Yunanistan sınırları içerisinde yer almaktadır. Günümüz İran devletinin temel kurucu unsurları olan Azerilerin yaşadığı Güney Azerbaycan ile daha kuzeydeki Azerbaycan Cumhuriyetinin pek çok bakımdan ayrışması ve benzeşmesi buna bir başka örnek olarak gösterilebilir.

Slavların Avrupa’ya M.S. 300’lü yıllarda yerleşmeye başladığı bilinirken, Makedonların M.Ö. 300’lü yıllarda yaşayan Büyük İskender’e sahip çıkmaları da Yunanları kızdıran bir başka noktadır. Aslında, tarafsız bir bakış açısıyla, Makedonlara “Kuzey Makedonya bölgesinde yaşayan Slavlar” veya “Vardar ovasına yerleşen Bulgarlar” diyebiliriz. Lord Kinross Makedonya için "Osmanlı İmparatorluğunun küçük bir izdüşümü" betimlemesini yapmıştır. Ünlü Amerikalı gazeteci John Reed ise şöyle demiştir; "Makedonya düşleyebileceğimiz en korkunç soyların bir araya geldiği yerdir. Türkler, Arnavutlar, Romenler, Sırplar, Rumlar, Bulgarlar yan yana, ancak birbirine karışmadan yaşamaktadır". Bu arada, 17 Aralık 2005 tarihinde resmi olarak Avrupa Birliği aday ülkesi ilan edilmiştir. 26 Haziran 2018 tarihinde ise, Arnavutluk ile birlikte, Avrupa Birliğine kesin üyelik için müzakerelere başlanmıştır. (AB’nin temelleri 1957 yılında Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un teşebbüsüyle atılmış, en son 2004 yılında Slovenya ve 2013 yılında da Hırvatistan AB üyesi olmuşlardı). Bugün Makedonya Avrupa Birliğinin 30. üyesi olmaya çok yakın ve günümüzde bile Makedon vatandaşları hiçbir vize gereksinimi ve prosedürüne tabi tutulmaksızın 3 aylık bir süre boyunca Avrupa Birliğinde özgürce dolaşıp gezebiliyorlar. Makedonya 2017 yılında ise Avrupa’nın havası en kirli ülkesi olarak açıklanmıştır. Makedonya pahalılık sıralamasında 207 ülke arasından 203. sırada olsa da, satın alım gücü bakımından son dönemde kurlardaki hızlı artış Türkiye ile Makedonya’yı neredeyse eşitlemiş durumda bulunuyor... Makedonya dinarının Amerikan doları ve Euro’ya karşı değeri son 5 yıl içinde neredeyse hiç değişmemiş durumda. (örneğin, bu son 5 yıllık dönemde, 1 Euro, sadece 60-62 Makedon dinarı arasında dalgalanmış).

Üsküp; Balkanlarda bir Osmanlı şehri

Üsküp Makedonya’nın başkenti ve aynı zamanda en büyük şehridir. Yahya Kemal’in benzetmesiyle “Bursa’nın devamı” niteliğinde bulunan şehirde, kıyısında kafelerin sıra sıra dizildiği (Gostivar’dan doğan) Vardar Nehrinin ikiye ayırdığı şehrin bir yakasında Arnavut ve Türk azınlık yaşarken, diğer yakasında nüfusun %65’ini teşkil eden Makedonlar ikamet ediyorlar. “Kamen Most” dedikleri, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve kimi kaynaklarda mimarı Mimar Sinan olarak anılmakta olan, 550 yıllık ve 13 kemerli Taşköprü bu iki yakayı, (bizim eski Taksim Meydanını andıran) Makedonya Meydanını Türk Çarşısına bağlıyor. (Saraybosna’daki Mostar Köprüsüne sosyal, etnik ve mimari ayrıştırma ve birleştirme işlevi bakımından da çok benziyor). Teşbihte hata olmaz derler, şehrin bazı sakinlerinin bu durumu “bir taraf Filistin, bir taraf İsrail” diye de tanımladığı oluyor. Müslüman tarafında radikal görüntü sergileyenler genelde Arnavutlar, Türkler nispeten seküler bir üslup ve yaşam tarzı izlerken, Makedon-Arnavut ihtilafına pek fazla dâhil olmak istemiyorlar. Üsküp daha ziyade tarihinin esiri olmamış ama tarihinde de kopmamış bir şehir görüntüsü veriyor.

Pek çok şehirde olduğu gibi eski şehir ve eski şehir kısımları mevcut. Kemeraltı, Odunpazarı, Beypazarı veya Safranbolu’yu andıran eski şehirde kale, surlar, camiler, çeşmeler, çarşılar, nargileciler, köfteciler, kahvehaneler ve Arnavut kaldırımlı yollar dikkati çekerken, yeni şehri ise geniş caddeler (Partizan Bulvarı gibi), modern binalar, barlar, şık restoranlar ve çok sayıda heykel ve anıt süslüyor. Bir tarafta alabildiğine (ve doğrusu biraz da bıktırıcı ölçüde) huzur, diğer tarafta eğlence ve dinamizm ile iç içe geçmiş bir hareket olgusu ve duygusu... Altından Vardar nehrinin aktığı Taşköprü kenarında müzik eşliğinde günbatımını izlemek gibisi yoktur...

Şehir içerisinde metro veya tramvay hattı mevcut ‘değil’. Şehrin merkezinde çoğu kutlamanın da yapıldığı yer olan Ploshtad Meydanına çıkan “Makedonski Street” trafiğe kapalıdır. İstanbul’daki İstiklal Caddesinin (eski halinin) bir örneği sayılabilir. Her köşe başındaki kestanecileri bile aynıdır. Taşköprü Meydanında bağımsızlığın 20. yılı anısına milli kahramanları olarak kabul ettikleri Büyük İskender’in (Aleksandar Veliki) Floransa’da yaptırılan 33 metrelik devasa heykeli görülmeye değer. Ayrıca Büyük İskender’in annesi, babası ve diğer akrabalarının da heykelleri dikilmiştir. Şehrin 1000 metre ile en yüksek noktası olan (‘sulu dağ’ anlamındaki) Vodno tepesinde her yerden görülebilen ve gece de ışıklandırılan 66 metrelik “Millenium Cross” adında bir haç bulunuyor. Adından da anlaşılabileceği üzere, bu haç Hıristiyanlığını 2000. yılına atıf yapılarak dikilmiş. Çok güzel bir manzara seyretmek için haçın olduğu bölgeye teleferik ile çıkabilirsiniz. Teleferik Pazartesi günleri hizmet vermiyor. Son dönemde şehrin her yanına biraz da gösteriş olsun diye serpiştirilen heykellerin pek çoğunun oldukça sevimsiz ve sıradan olduğunu söylemek mümkün. Büyük İskender’in bir iki heykeli dışında, sanki bitmemiş ve son sıvası yapılmamış izlenimi veriyorlar. 1963 depreminden sonra şehir adeta yeniden ve yepyeni bir anlayışla inşa edilmiş, “Skopje 2014” adı verilen proje ile Üsküp’ün Makedonya’nın dünyaya açılan yüzü ve vitrini olması amaçlanmış... Belki bir Prag veya Budapeşte’ye benzetilmeye çalışılmış, ama tam olmamış... Bu arada bu proje için 400 milyon Euro borç alındığı ve bu işten sorumlu bakanın daha sonra firar ettiği söyleniyor...

Şehrin kalesi, 21 metrelik, 32 rölyef taşıyan ve 4,4 milyon Euro’ya mal olduğu söylenen, bağımsızlığın 20. yılı anısına mermerden inşa edilen Makedonya Zafer Kapısı (Porta Macedonia), Sanat Köprüsü, Yahudi Soykırım Müzesi, Makedonya Müzesi, Arkeoloji Müzesi (M.Ö. 6000 yıllarına varan eserleri ve orijinali İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen İskender Lahdininbir replikasını görebilirsiniz), Makedonya Mücadele Müzesi, Makedonya Milli Müzesi, St. Clement Kilisesi/Katedrali, Aziz Spas Kilisesi, Mustafa Paşa Camii, Sultan Murat Camii, Arasta Camii, Rahibe Teresa Evi ve Müzesi, Tose Proeski Anıt Çeşmesi, Üsküp Şehir Müzesi (eski tren istasyonu) Türk Çarşısı, Eski Pazar, Davutpaşa Hamamı, Kurşunlu Han, Sulu Han ve Vodno tepesine çıkan teleferik gezilebilir. Şehirde dilenciler bizdeki kadar fazla. Alışveriş merkezi görmek istiyorsanız, Migros’a oldukça benzeyen Ramstore ve Balkanların en büyük AVM’si sayılan Citymal’a gidebilirsiniz. Bu alışveriş merkezinde kebap, kumpir vs yiyebileceğiniz Türk restoranlar da var. Eğer mevsim uygunsa 40 dakika uzaklıktaki (15-20 km) Matka Kanyonu bir başka alternatif.

Kanyona giriş ücretsiz. Kanyoning, yürüyüş, kano ve kaya tırmanışı yapabilirsiniz. Kanyonda Antalya’daki Altınbeşik Mağarasına benzeyen, dünyanın en derin yer altı mağaralarından biri olan Vrelo Mağarası gibi 10 kadar mağara bulunuyor. Matka Manastırı, Aziz Nikola Manastırı ve Aziz Andrew Manastırına da uğrayabilirsiniz ve bu kanyona otogardan kalkan otobüsler ile veya taksi ile ulaşabilirsiniz. ‘Matka’ Makedon dilinde “suyun ve hayatın doğduğu yer” anlamına geliyor. Matka Kanyonundan akan nehir ise Treska ve Vardar nehri ile birleşiyor. Matka Kanyonu girişinde Hitler yönetiminin şehri işgal ettiğinde yaptırttığı çok büyük bir baraj göreceksiniz. Ondan sonraki kiliseden itibaren biraz daha yürüyünce bir restoran-kafe’ye ulaşıyorsunuz. Buradan itibaren tekne veya kanoya binmek mümkün...

Türklerin yanı sıra şehirde yaşayan Arnavutlar ve Romenler de az çok Türkçe biliyorlar. Türkçe bir nevi ikinci dil gibi. Dolayısıyla şehir içinde Türkçe ve İngilizce olarak rahatlıkla iletişim kurabiliyorsunuz. Şehir dışına çıktıkça bu durum biraz zorlaşıyor. Fakat Bulgarcanın bir lehçesi gibi olduğu görülen Makedonca ile birlikte Arnavutça da resmi dil olarak kabul edilirken, Türkçe tüm ülkede bu kapsama alınmamış bulunuyor. Bu arada, bir Makedon’a “dilinizde hiç Türkçe kelime var mı?” diye sormuşlar, o da “Yok!” demiş... Belki gerçek bir olay belki de fıkra ama dil geçişkenliğinde çoğu zaman kullandığımız sözcüklerin hangi dilden kazandırıldığını sorgulamıyoruz, bu evrensel bir durum. Kullanılan şive biz de de görülen ve malum olan muhacir şivesi... (Börek için “bürek” demeleri gibi). Bununla beraber, elbette şehirde ve ülkede yaşayan Müslüman Türk nüfusun dışında, Makedonlar tarihlerindeki Osmanlı etkisini ve döneminin hatırlatılmasından pek hoşlanmıyor ve eğitimlerinde bu konunun üzerini örtüyorlar(mış).

Nitekim ülkede Arnavutlara verilirken Türklere verilmeyen haklardan dolayı bir kısım Türk’ün kendisini Arnavut olarak kaydettirdiği ve aslında Türklerin oranının %3 değil, %5’in üzerinde olduğu da ifade ediliyor. 2002 yılında Makedonya Enformasyon ve Turizm Bakanı Ivanovski Türk dizilerinin yasaklanması veya en azından yoğunluğunun azaltılması yönündeki karar taslağını açıklarken, “Bunların hepsi çok güzel diziler ama 500 yıl Türk esaretinde kaldığımız yeter!” şeklinde talihsiz bir cümleyi sarf etmiştir. Bununla beraber, Makedonlar daha kısa bir süre öncesine kadar kendilerini Yunanlı olarak görürlermiş ve Helen kültürüne bağları ile gurur duyarlarmış. Fakat Mora’da yaşayan asıl Yunanlılar onları asimile olmuş ve ikinci sınıf Yunanlı olarak kabul eder ve değerlendirirlermiş. Sonradan devran dönmüş, Büyük İskender’in (Alexander the Great) ve onun babası Kral 2. Filip’in (King Philip II of Macedon) sahiplenilmesi ile birlikte ayrı bir rüzgâr esmeye başlamış. Hâlbuki ülkenin ismi bile “uzun boylu kişi” anlamına gelen Yunanca “makednos” sözcüğünden türetilmiş. Şurası sosyolojik bir gerçek ki; Avrupa’nın bu ergen ülkesinde Makedon milliyetçiliği için vakit daha çok erken...

Yıldırım Bayezid’in 1392 yılında (İstanbul’un fethinden tam 61 yıl önce) fethettiği, Yahya Kemal’in ve Rahibe Terasa’nın doğduğu şehir olan Üsküp, 500 yılı aşkın bir süre boyunca egemenliği atında kaldığı Osmanlı İmparatorluğunda Rumeli Beylerbeyliğinin en önemli şehri kabul edilir. Osmanlı bu toprakları 30 Mayıs 1913 tarihinde Sırplara kaybetmiştir. Tarihte Türklüğün ve İslam’ın Balkanlara yayılmasında önemli bir rol üstlenmiş bulunan Üsküp, Selanik gibi, orijinal Misakı Milli sınırları içerisinde yer alır. Makedonların Skopje ve Glaven Grad, Türklerin Üsküp dediği şehrin “Vardar Skopje” adında bir de futbol takımı var. Nüfusu 1 milyon civarında olan Üsküp en az 13 kardeş şehre sahip, bunların bazıları da bizden; İstanbul, Adana, Manisa ve Kocaeli.

Uluslararası havalimanı kodu “SKP”. Üsküp’teki havalimanın adı (tabii ki) Büyük İskender (Alexander the Great). İstanbul’dan uçuş 1 - 1,5 saat sürüyor. Üsküp'te uçaktan indikten sonra paranızı havalimanı içindeki döviz bürosu yerine hemen yanındaki Halkbank şube gişesinden bozarsınız, herhangi bir kur zararına da girmemiş olursunuz. (Bu arada Üsküp şehir merkezinde de hemen Taşköprü karşısında (Hotel de Koka’nın altında) bir Halkbank şubesi mevcut, fakat belirli aralıklarla silahlı soygunlarla kendinden söz ettiriyor). Havalimanından itibaren şehir merkezine 20 km sürüyor, havalimanı taksisi biraz fazla ve kabarık ücret alıyor. Havalimanı dışındaki taksiler biraz daha ekonomik, havalimanı içindekilerinin yarı fiyatına. Tabii ki şehir merkezinden havalimanına tek yön olduğu için daha uygun maliyetle gidebilirsiniz. Ayrıca bizdeki gibi havalimanından şehir merkezine giden “Vardar Ekspress” adındaki otobüs servisleri de var... Şehir merkezine yolculuk 15-20 dakika sürüyor. Şehir merkezinden otogara ise taksiyle mesafe gayet kısa. Üsküp Havalimanı merkezden 20 km ve Matka Kanyonundan 40 km uzaklıkta. Taksicilerin çoğu Türk ve başta fahiş fiyat talep edebiliyorlar, pazarlık şart. Üsküp’te ve hatta Makedonya genelinde, Türk ve/veya Türkçe konuşan taksicilerin (başta Türkiye hasreti izlenimi veren) müşteri/turist kazıklama teşebbüslerine karşı mümkün olduğunca uyanık kalmak elzemdir. Kentte trafik neredeyse hiç yok. Bu arada, karayolu ile gidilecek olursa, Üsküp Kırklareli’ye 500 km, İstanbul’a ise sadece 800 km uzaklıkta konumlu bulunuyor.

Mutfak bakımından, yiyeceklerde hiç zorluk çekmeyeceksiniz. Kebap dedikleri köfte ve börek çeşitleri bol bol bulunuyor. Simit poğaça dedikleri unlu ürünleri de bizimkine çok benziyor. Sırf simit, poğaça veya börek yemek istemezseniz, ekmek arası börek gibi ilginç ürünler de var. Kahvaltıyı genelde börek ve (yoğurt dedikleri) ayran ile geçiştiriyorlar. Eski çarşı içindeki Hacı Destan Köftecisi meşhur. Destan’da nefis köftenin yanında yerel bira ve şarapları ile trileçe tatlısını da tadabilirsiniz (bizde pek fiilen mümkün olmayan bir şey). Ayrıca yine Türk tarafında Sulu Han ve Kopan Han etrafındaki restoranlarda da köfte, cacık, yahni ve güveçte kuru fasulyenin tadına bakabilirsiniz. Kahvaltı ve atıştırmalık için Cafe Gorki’yi ve yine Makedon tarafında Toros restoranı tavsiye edebilirim. Tatlılardan trileçeyi gönül rahatlığıyla denemenizi öneririm. Baklava pek başarılı değil. Yerel biralarının adı Skopsko. Temov adlı mekân özellikle biraları ile ünlü. Bu arada şişelenmiş su gayet pahalı, su ile bira neredeyse aynı fiyat. Yerel şaraplarından Tikveş, Bovin İmperator ve Alexander’ın ve erik rakısının tadına bakabilirsiniz. Ayrıca, Chopska adındaki salatası meşhurdur. Kabaca üzerine peynir rendelenen çoban salatası olarak tarif edebiliriz. Taşköprü kenarındaki kahvelerde kahvenizi yudumlamayı unutmayın. İlave bir not; Türk mutfağında sıklıkla kullanılan bir bitki olan maydanoz Yunanca “Makedon otu” anlamına gelen “makedonisi” kelimesinden gelmektedir. Arapçaya ise “makdanus” olarak geçmiştir. Dolayısıyla maydanozun anavatanı Makedonya’dır...

Makedon güneşi altındaki cennet; Ohrid

Üsküp - Ohrid arası 180 km civarı, 3-4 saat kadar sürüyor. Otobüsler Üsküp Otogarından kalkıyor. Yolculuk sırasında güzel manzaralar izleyebiliyorsunuz. Otobüsler konforlu sayılabilir. Seyahat ücret de makul. Günde 10-15 sefer düzenleniyor. Pek çok firma var ama en iyisi “Galeb Turizm”. Seyahat sırasında bir de ihtiyaç molası veriliyor (Straja Restoran). İndikten sonra merkeze 2 km sürüyor. Ohrid’i bizim ülkemizdeki belli bir yere benzetmek çok zor. Sığacık, Bozcaada, Safranbolu, İznik ve Abant’tan izler ve esintiler taşıyor demek mümkün... Yazları çok kalabalık, baharda nispeten daha dingin olabilir ama kış aylarında da karlı dağların çevrelediği göl manzarası ve sakinliği ile bir ayrı güzel... Deniz gibi dalgalanan göl suyunda, bizdekilere göre minyon denebilecek martılar ile kuğular harika bir uyum içinde yüzüyor ve kıyıyı süslüyorlar...

Makedonlar 50 binlik nüfusuyla ülkenin 8. büyük kenti olan, tarihi M.Ö. 4. yüzyıla dayanan ve Makedonya-Arnavutluk sınırında yer alan Ohrid’e “cennetten düşmüş toprak” derler. Makedonya’nın Marmaris’i veya Bodrum’u denilebilir. Yaz aylarında çok fazla kalabalık olduğundan, ziyaret için ilkbahar ve sonbahar daha makuldür. 1385-1912 yılları arasındaki uzunca bir dönemde Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. İttihat ve Terakki Partisinin de kurulduğu şehirdir. Aynı zamanda Kiril alfabesinin doğduğu yerdir. Antik zamanlardaki ismi Lychnidos “ışık şehri” anlamına geliyor. Şimdiki adı ise ‘tepedeki” anlamına gelen Vo Hrid’den geliyor. Yeşil ve mavinin her tonunun bulunduğu beldeyi yürüyerek rahatlıkla ve keyifle gezebilirsiniz. Tam 3 milyon yıl önce oluşmuş olduğu bilinen, Avrupa’nın en eski ve derin (288 metre) krater gölü niteliğini taşıyan Ohrid gölünden çıkarılan Paşita balığının pulundan elde edilen ve sedef ile birlikte hazırlanan incileri ile ünlü şehirde her yerde inci dükkânları görebilirsiniz. Fakat bunların hepsi orijinal Ohrid incileri satmıyor, “Filevi” aile dükkânına güvenebilirsiniz. Turistlik bir yer olduğundan, Üsküp’e göre biraz daha pahalı. Ohrid gölü kenarındaki bu güzel, küçük ve şirin sayfiye şehri, 1979 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alıyor.

M.Ö. 200’den kalma Ohrid Antik Tiyatrosu, Paloşnik bölgesinde Avrupa’nın en eski Slav manastırı olarak kabul edilen St. Clement (Pantelejmon) Manastırı, Kara Drim ırmağının Ohrid Gölüne döküldüğü yerde kurulan 1100 senelik St. Naum Manastırı (St. Naum kiril alfabesini bulan St. Kliment’in öğrencisi), St. John Kaneo, St. Sophia ve Sveti Kliment Ohridski Kilisesi gezilebilir. Evliya Çelebi biraz da abartarak Ohrid için “yılın her gününe bir kilise düşer” diye yazmıştır. Günümüze ise 40 kadarı kalabilmiştir. Nehir kenarındaki kafelerde oturarak bu saklı sakinlik ve dinginliğin tadına varabilir, gölün kısa kordonunda yürüyebilir, taşlı dar sokaklarında gezinebilir, tarihi çınar yakınlarındaki eski Türk dergâhını ziyaret edebilir, mevsim elverişliyse gölde yüzebilir (Kaneo plajı bunun için idealdir) veya tekne turu yapabilir, muhteşem günbatımı ile günü sonlandırabilirsiniz. Türk Çarşısında sahibinin Cengiz Bey olduğu İstanbul Çay Ocağı demleme çayınızı yudumlayabilirsiniz. Belvica veya pastirmka denilen yerel balığı tadılabilir ve yanında da Mastika veya erik rakısı Sljivovica içilebilir. 1. Bulgar İmparatorluğu döneminden kalma bir Ortaçağ kalesi niteliği taşıyan, 700 metre yükseklikteki Çar Samuel Kalesinden (Pazartesi günleri kapalı) göl manzarasını izlemek ayrı bir keyiftir. Oscar ödüllü 1994 yapımı savaş ve dram filmi “Before the Rain” de burada çekilmiştir. Durgun su olmasına rağmen, gölü bir nehir doldururken bir diğeri boşalttığından dolayı gayet temiz.

1400’lü yıllardan kalan Aziz Yuhanna Kilisesine (St./Sveti John/Jovan Kilisesi) sandal /tekne ile denizden veya ormandan 15 dakika yürüyüşle ulaşmak mümkün. Kış mevsiminde sadece yürüyerek ulaşabilirsiniz. Uçurumun kenarındaki kiliseden gölün manzarası müthiş ve hava bulutlu değilse harika bir günbatımı var. Merkezdeki sahilden de rahatlıkla görülebilen bu kiliseye deniz tarafından devam eden ahşap platformları izleyerek çıkmak ve dönüşü üst taraftan orman yolunu aşarak ve Çar Samuel Kalesini ve amfitiyatroyu da görerek, Safranbolu benzeri evlerin süslediği taş sokaklarla eski şehir içinden geçerek tekrar aynı noktaya dönmek en mantıklı gezinti güzergâhı olacaktır.

Gölü besleyen suyun fokurdayarak çıkışını görmek için, Sveti Naum’a yine motorla gidilebiliyor. Suyun kaynadığı noktada gölün tadına bakabilirsiniz. Ohrid’in St. Naum bölümünün manzarası ayrı güzel. Gidiş geliş için yarım saatlik gezi yapmak mümkün. Motor gezisi günbatımına doğru da yapılabilir. Fakat kışın tekne seferleri yok, karayolundan 30 km kadar giderek ulaşabilirsiniz. Burada nehir üzerindeki platformlarda kurulu Ostrovo restoranında yemek yiyebilir (Ohrid alabalığı gayet güzel) ve dinlenebilirsiniz. Sveti Naum kilise veya manastırı için biraz olsun merdivenle tırmanacaksınız. Aynı külliye içine bir de otel yapılmış. Manastırın bahçesinde renk renk tavus kuşlarıyla karşılaşacaksınız. Bu sevimli yaratıklar belki fazlasıyla evcilleşmiş olduklarından, “size ve çocuklarınıza zarar verebilir” şeklinde uyarı levhaları asılması da ihmal edilmemiş. Bu arada, Arnavutluk sınırı Sveti Naum’a sadece 2 dakika mesafede. Yani yürüyerek Arnavutluk’a geçip, sonra geri dönebilirsiniz. Ohrid’in üçte biri Arnavutluk sınırları içinde kalıyor. Sveti Naum yolu üzerinde Ohrid’den 16 km uzaklıkta bir Su Müzesi (Bay of Bones) var ki özellikle suyunun berraklığı ile görme değer. 70 km x 35 km ölçülerindeki Ohrid Gölü çevresinde kamp ve karavan alanları da var, göle girebileceğiniz gibi, kamp da kurabilirsiniz.

Ohrid’e komşu Prespa Gölü, Pelikan Adası / Yılan Adası (Golem Grad) ve Galichia Milli Parkı, Ohrid’e sadece 15 km mesafedeki Struga, Tetova (Kalkandelen), Mavrova Milli Parkı (kayak tesisi bulunuyor), Ohrid’e 72 km mesafedeki Bitola (Manastır) da gezilip görülebilir. Mevsim baharsa, yolları elma ağacı çiçekleri süsleyebilecektir. Ohrid'den Struga'ya ulaşmak çok kolay ve ucuz. Minibüs ile 15 km mesafeyi 20 dakika içinde alıyorsunuz. Minibüsler Ohridska Banka Society General önünden kalkıyor ve taksi ile de gidebilirsiniz. Fiyatlar neredeyse sabit ama emin olmak için taksimetre açtırabilirsiniz. St. Naum’da gölü besleyen nehrin göle karıştığını görürken, burada da suyun gölden başka bir nehir şeklinde çıktığına şahit olacaksınız. Struga’da sahildeki Malibu Cafe ve Sveti Nikola yemek için ideal.

Ohrid’de 4 bin kadar Türk yaşıyor. Restoran, otel, pansiyon ve benzeri işletmelerin bazılarının sahiplerinin Türk olduğunu görebilirsiniz. Şehirde yaşayan Türkler Ohrid’e “Ohri” diyorlar. Bitola’nın Manastır, Skopje’nin Üsküp, Tetova’nın Kalkandelen olması gibi... Ohrid’de gölün yanındaki anıtlı küçük meydandan sonra başlayan mermer zeminli yol/sokak şehrin en hareketli noktası. Burada pek çok hediyelik eşya dükkânı, restoranlar ve kafeler görebilirsiniz. Meydanın tam ortasında St. Kliment Anıtı bulunuyor. Şehrin isim yapan belli başlı kiliselerinin yanında, St. Nikola Bolnicki Kilisesi, Ayasofya Kilisesi, St. Bogorodica Perivlepta Kilisesi, Ali Paşa Camii, Zeynel Abidin Camii ve Tekkesi, Hacı Turgut Camii, Robevci ve Uranija evleri de ziyaret edilebilir. Yemek için sahile yakın Belvedere, Dalga Restoran, Dr. Falafel ve konaklamak için ise sahil tarafındaki Villa Veron ve eski şehir içinde yer alan Villa Jovan iyi alternatifler olabilir. İşin ilginci, şehrin Türk çarşısı tarafında börek yapılmıyor. Makedon tarafındaki börekçilerin ürünleri ise pek lezzetli değiller. Kahvaltı için St. Kliment Anıtına çok yakın LeTnica adlı mekânı ve buranın enfes omletlerini tavsiye ederim...

Yazı ve Fotoğraflar: Serkan Doğan