Demokratik rejimler, devlet aygıtının ve bir bütün olarak tüm yöneticilerin hangi durumlarda güç kullanacağını ve bu gücün sınırlarının ne olacağını açıkça ve net olarak belirtmeyi amaçlarlar. Demokrasilerde askeri ve sivil bürokrasi, seçilmiş siyasiler tarafından belirlenmiş politikaları uygulamakla mükelleftir. Seçimler, seçilmişleri denetim altına almanın temel araçlarından biridir. Ancak demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir. Seçilmiş otoriteler bütün eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmakla yükümlüdür. Bağımsız yargı, yurttaş girişimleri, sivil toplum kuruluşları ve medya şeffaflığın sağlanmasında hayati rol oynar.

Demokrasiler, toplumlara damgasını vuran çatışma ve farklılıkları, iktidar ilişkilerini ortadan kaldırma iddiasında değildir. Sadece bu farklılık ve çatışmalarla bir arada yaşamaya, bunları belli kurallara tabii tutarak, düzenlemeye gayret gösterirler. Siyasal mücadelede neyin yapılıp neyin yapılmayacağını belirlemeye veya sınırlandırmaya çalışarak siyasal hayata bir düzen vermek amaçlanır, deyim yerindeyse siyasal mücadele ehlileştirilmek istenir.

Demokratik rejim hem temel hak ve hürriyetlerin daha iyi korunabilmesine imkan verir, hem de sosyo-ekonomik, kültürel, etnik ya da cinsiyet ayrımına dayalı eşitsiz ilişkileri görünür kılarak düzeltme yönünde adımlar atılmasının önünü açar. Ayrıca yöneticilere değişen derecelerde hesap sorabilmeyi de mümkün kılar. Demokrasi bütün toplumsal ve siyasal çatışmaları çözecek sihirli bir anahtar olmadığı gibi, bu sorunlar çözüldükten sonra kurulabilecek bir rejim olarak da algılanmamalıdır. Bir toplumdan bahsetmek demek din, dil, ırk, cinsiyet, statü ya da düşünce farklılıklarıyla kıt kaynakların eşitsiz dağılımından kaynaklanan sorunların sürekli var olacağı gerçeğini kabul etmek demektir. Daha açık deyimle demokrasi, bizatihi sorunlarla bir arada yaşamanın, onları yönetebilir ve katlanabilir hale getirmenin en önemli yollarından biridir.

Demokrasilerin düzeyi ve ya da kalitesi hakkında çeşitli kıstaslar kullanılarak sınıflandırmalar yapılmaktadır. Bu sınıflandırmalar, çokça tartışılsalar da, herhangi bir demokratik rejimin nasıl algılandığı konusunda fikir verirler. En basit anlatımıyla demokrasiler, bireylerin hak ve hürriyetlerini devlet aygıtına karşı koruyabildikleri, kamusal kararlara olabildiğince katılım sağlayabildikleri ve kamusal gücü kullananlara hesap sorabildikleri ölçüde ''yüksek kaliteli veya üst düzeyde standarda sahip'', bunları yapamadıkları ölçüde de ''düşük kaliteli veya zayıf '' demokrasi olarak değerlendirilebilirler.

Demokrasi ve işleyişiyle ilgili bu genel bilgiler ışığında ülkemizdeki durumu göz önüne getirdiğimizde ülkemiz demokrasisinin ikinci kategoride olduğunu çok net görürüz. İnsanların bir yurttaş olarak çeşitli konulardaki görüşlerini açıklamaları büyük risk haline geldiği bu ortamda, yöneticilerden hesap sorma mekanizmaları neredeyse ortadan kaldırılmış durumdadır. Siyasi, sosyal yaşamdaki bu vahim durum böyleyken ekonomik durum çok daha içler acısı boyuttadır.

Bir zamanlar kendi kendisini besleyen 7 ülkeden biri olan Türkiye, günümüzde kendini doyuramadığı en sıradan insanın inkar edemediği bir hakikattir. Kısaca sıralayalım; Tarımda ithalat bağımlısı. Mercimekten fasulyeye, etten buğdaya, çaydan soğana 126 ülkeden 133 kalem meyve, sebze ithal ediyor. Gürcistan'dan, Bulgaristan'dan saman alıyor. Konya Ovası sulanmıyor. Malatya Ovası sulanmıyor, Muş ovası sulanmıyor, Harran Ovası'ndaki sulama yetersiz. Tarımda bu durumdaki Türkiye'nin sanayisi de güçlü değil. Son yıllarda iyice sanayisizleşti. Ekonomisi büyüme sürecinde olduğu dönemlerde bile istihdam yaratamadı. Aksine sanayi adına yapılan birikimlerini de satmayı ihmal etmedi. Önemli bir kısmını yok pahasına, birkaç yıllık karına, hatta arsa bedelinin bile altında bir fiyata elden çıkardı. Yapılan özelleştirmeden elde edilen geliri verimli kullanamadı. Dışarıdan gelen borçlar dahil elde avuçta ne varsa betona gömdü. Lüks konut, lüks araba, alışveriş merkezlerine yatırarak ekonomiyi durma noktasına getirdi.

Her yıl en az 200 milyar dolar dış kaynağa ihtiyaç olduğunu devletin yetkilileri bizzat ifade ediyor. Türkiye ekonomisi içte ve dışarıda borç bulabilmek için çok yüksek faiz ödüyor. Söz konusu yüksek borcun değil anaparasını faizini bile ödemekte zorlanıyor. Toplam borcun 470 milyar dolar olduğu gizlenmiyor. Böylesi büyük borç yükü iktisadi olduğu kadar siyasi ve sosyal olarak da kırılganlık yaratıyor. Akp iktidarının yönetim krizini belirleyen en önemli neden budur.

Demokrasi mücadelesi sürecinde bireylerin hak ve menfaatlerini koruyabilmesinin, kamusal kararlara katılım sağlayabilmelerinin ve yönetenlerden hesap sorabileceği kanalların kapalı olması, yukarda belirttiğimiz anlamda ''düşük kaliteli'' demokrasi özelliğinin en açık ifadesidir.