Toplum olarak en iyi yaptığımız şeylerden biri; sanırım önce mağdur yaratıp, geleneksel kültürümüz gereği mağdura verdiğimiz destekle, mağduru mağrur hale getirmek!

Ondan sonra, mağrurun yaptığı her şeye katlanmak zorunda kalınca da bu kez mağrurla mücadeleye girişiriz.

Tıpkı, önce toplumda suni korkular yaratıp, sonra da toplumu bu korkularından kurtarmaya çalışmak gibi. Biliriz ki daha sonra bizleri kurtaranlardan kurtulamayız.

Soğuk savaş dönemlerinde, komünizm tehlikesiyle, daha sonra vatan bölünüyor umacısıyla, özellikle de AKP iktidarıyla başlayan,”şeriat geliyor” yaygarasıyla toplumun her kesiminde insanların neredeyse benliğini teslim aldılar.

Şimdi ne kadar, “yok böyle bir tehlike, sizleri korkularınızla baş başa bırakıp, daha kolay yönetmek isteyenlerin oyunudur” deseniz de kimseyi inandıramıyorsunuz.

Böylesi bir kaos ortamında, cumhuriyetin dokunulmaz elitleri tarafından sürekli dışlanan, aşağılanan muhafazakarlar, hayatın farklı alanlarında mağdur edildiler.

Bu mağduriyeti siyasette çok iyi kullanan Tayyip Erdoğan ve ekibi ilk seçimlerde tek başına iktidar olarak ülkeyi yönetmeye başladı. İkinci seçimlerde oylarını daha da yükselterek iktidara gelen AK Parti; askeri ve bürokratik vesayetle girdiği mücadeleyi de kazanınca iktidarını daha çok perçinledi.

Dünyanın hiçbir yerinde siyasetin doğası gereği, bir partinin üst üste üç dönem iktidarda kalması pek mümkün görünmese de, muhalefetin kendi proje ve politikalarıyla halkın çoğunluğunu kazanmak için mücadele yerine, kolaycı yöntemlere yönelmesi sonucu görünen o ki, AKP’yi bir kez daha iktidarda göreceğiz.

Daha doğrusu AKP karşıtlığı üzerinden muhalefetin prim yapmayacağını anlamamakta ısrar eden muhalefet zorla AKP’yi iktidara taşıyor.

Demokratik açılım girişimleri ve sivil anayasa vaatleriyle bir dönem halkın ilgisi ve beğenisini de kazanan AK Parti, her mağrurun yaptığını yapmaya, giderek her şeyi kendinden menkul görmeye başladı.

Toplumda kısa sürede kendisinin bile ummadığı bir ilgi ve sempati gören AK Parti, anlaşılan o ki, bu durumu hazmetme konusunda pek de hevesli görünmüyor. Özellikle de seçimleri bahane ederek, daha önce toplumda heyecan yaratan projelerini ertelemesi, giderek otoriter eğilimlere yönelmesi tepki çekmeye başladı.

Son günlerde CHP’nin ortaya attığı sosyal projeler ve halkın somut taleplerine yönelik politikalar, sağdaki kimi partilerin ittifak görüşmeleri , yeniden toplumsal muhalefeti ateşlemeye başladı.

Oluşan bu sinerjinin, toplumda heyecan yaratacak bir enerjiye dönüştürülebilmesi halinde, parlamentonun daha çoğulcu bir yapıya kavuşması mümkün olabileceği gibi, mağrur AKP de kendisine yeniden çeki düzen vermek zorunda kalacaktır.

Gerçi yüzde on barajı gibi ucube bir seçim sistemi uygulamada olduğu sürece oluşacak parlamento, ne kadar yasal ve meşru görünse de kamu vicdanında meşru ve demokratik bir meclis olmayacaktır.

Yaklaşan seçimlerde başarılı olmak istiyorsa CHP, o her zaman yaptığı” devleti kuran, cumhuriyetin sahibi partiyim, bu ülkeyi ancak ben yönetirim, bu ülkenin tek sahibi benim” kibirinden kurtulmak; toplumu kendi talepleri doğrultusunda dizayn etme mağrurluğundan vazgeçmelidir.

Bu ülkede yaşayan tüm yurttaşların eşit haklara sahip olduğunu, bizim gibi düşünmeyenlere de saygı göstermek ve ülkeyi onlarla paylaşmak zorunda olduğumuzu kabul etmekten başka seçeneğimiz yok.

Statükonun kibirli mensuplarının da, iktidar olmanın verdiği komplekslerin etkisiyle, giderek toplumun taleplerini dikkate almayan mağrur ve memnun muhafazakarların da; barış içinde, birlikte yaşamanın ortam ve koşullarını hazırlamak için çaba göstermelerinin tam zamanıdır.