Kadınların ‘başörtülü aday’ kampanyasından haberdar edilmediğim için çok üzüldüm. Bu kampanya içinde olan bazı arkadaşlarıma ciddi sitemde bulundum. Yıllarca başörtülü kadınların kamu hayatında özgürce yer alması için söylemedik şey bırakmadım, başörtüsü eylemlerine katıldım, kısaca elimden geleni yaptım. Dahası, 2007 seçimleri öncesi, KADER’in kadın aday kampanyasında başörtüsü meselesi es geçildiği için isyan etmiştim. KADER’in ‘bıyıklı kadınlar’ fotoğraflarına karşı, birkaç başı açık kadın başımızı bağlayıp Yeni Şafak gazetesine poz vermiş, başörtülü kadınları dışlayan bir kadın aday kampanyasını hakkaniyetsizliğine dikkat çekmeye çalışmıştık. Hal böyle iken, bu kez düpedüz ‘dışlanmış’ olmayı Türkiye’de siyasetin geldiği yer açısından çok üzücü bir durum olarak gördüm.

Gölge düşürülebilirdi
Tam ‘İlla kampanyaya dahil olmak gerekmiyor, ben ayrıca zaten yazarım’ diye düşünürken, birdenbire, bunun da yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu akıl ettim. Üzerimde bunca karalama kampanyası yürütülürken, kalkıp başörtülü aday konusunda yazsam, bu kez de birileri ‘bize tuzak kuruyorlar’ deyip, bu girişime gölge düşürmeye kalkar diye vazgeçtim. Zira, AKP’nin ‘başörtülü aday’ konusuna sıcak bakmadığı belli oldu, iktidarın sıcak bakmadığı herhangi bir konuda bir şey söylemek de, ‘zan’ altında kalmak için yeterli sebep. Şahsım adına böyle bir kaygım yok, ama ‘bari bu konu gölgelenmesin’ diye düşündüm.
Ancak, iktidar hırsı o denli büyümüş, gözler o denli kararmış ki, kabak kampanyayı düzenleyen veya destekleyen başörtülü kadınların başına patladı. İktidar mevzusu bir yana, kadın konusundaki düşüncelerinin seviyesini en son ‘Organizmanın tepkisi’ başlıklı yazısında bir kez daha tescillemiş bulunan Ali Bulaç, 2 Nisan tarihli yazısında (Zaman) açmış ağzını yummuş gözünü. Kadınlardan çok tepki alınca, dünkü yazısında tavrını izah etme gereği duymuş.

İddiayı kabul ediyor
İlk yazısında, aday kampanyasının nasıl bir ‘fitne’ olabileceğini anlatırken, ‘bazı başörtülü kadınlar’ın ‘başörtüsü’nü nasıl ‘ticaret ve statü aracı haline getirdikleri’nden, ‘kurum ve kuruluşlarda mevki kapmanın vasıtası olarak kullandıklarından’ söz ediyor. Demek ki, AKP iktidarında başörtüsünün kadrolaşmanın bir unsuru sayıldığı iddiasını kabul ediyor. Bu doğru ise de, bu çarkın içinden mevki ve ticaret fırsatları artanlar bugün ‘başörtülü kadın aday’ kampanyası yürütenler olmadı. Başörtülü eşlerini evlerine tıkıp, konuyu da rafa kaldırıp, iktidar, para ve bunların getirdiği imkânların peşinde koşmaktan yorulmayan başörtülü eşli erkekler oldu.
Bu kampanyayı başlatan kadınların geldikleri yer belli, yazar çizer oldularsa, sadece başörtüsü düşmanlarının değil, Ali Bulaç gibi muhafazakâr erkeklerin dirençleri ile bıkıp usanmadan mücadele ederek oldular. Başörtülü eş olarak, jip sürmekle yetinip susup oturmaya gönül indirmedikleri için oldular. Şimdi, susup oturma karşılığı kocalarının edindiği iktidar nimetleriyle oyalanmayı reddettikleri için topa tutuluyorlar.
Bu çirkin tabloda, benim gibi onları destekleyenler de, onlar tarafından bile dışlanmaya, bir şekilde dışlamadıkları da Ali Bulaç gibiler tarafından ‘beyaz casus’ olarak damgalanmaya maruz kalıyor.  Demokrasimizin geldiği yere bakar mısınız? Özgürlükleri baskılamaya çalışanların her zaman bahanesi vardır. Şimdiki bahane, bu seçimde AKP’nin yüzde elli civarında oy almasını sağlayarak, yeni Anayasa yapmasına imkân vermek ve böylece demokrasinin selamete çıkması formülü. Bazı demokrat aydınların da aklının yattığı bu tuhaf hesap gerçekleşirse, bu zihniyetin nasıl bir Anayasa yapacağını sormaya başlamakta fayda var. Başında, referandum sonrasında Başbakan’ın yeni Anayasa çalışmalarına başla dediği, her daim idam cezasını savunmakla övünen Burhan Kuzu’nun, erkekleri ‘organizma’ kadınları ‘organizmayı tetikleyen diğer organizma’ olarak gören Ali Bulaç gibilerin özgürlük taleplerini ‘fitne’, bunları destekleyenleri ‘beyaz casus’ olarak düşünenlerin olduğu yeni bir Anayasa nasıl bir şey olacak tahmin etmek zor değil.

Partinin oylarında düşüş olmaz
Diğer taraftan, Ali Bulaç’ın, ‘başörtülü aday’ kampanyası karşısında bunca paniğe kapılmasını ve ‘aşırı ihtiyatlı’ tavrını anlamak zor değil. O hep böyleydi. 28 Şubat sonrasında, Kanal 7’de, kuzu kuzu ‘İslamcılığın evrimi’nden dem vurmasını da, 27 Nisan muhtıra teşebbüsünden sonra, aynı gece geç saatlerde, kendisine bağlanan TV kanallarında yaptığı ihtiyatlı yorumları da gayet iyi hatırlıyorum.  Müsterih olsun, belli ki, ortada AKP’ye tuzak kuran, bu tuzağa düşmüş iyi niyetli ama eksik akıl kadınlar, beyaz casuslar falan yok, sadece kendisi kadar ‘ihtiyatlı’ olmayan, cesur bazı kadınlar var. Ayrıca o ve onun gibi düşünenler korkmasınlar, belli ki, ‘Başörtülü aday yoksa oy da yok’ sadece sembolik bir slogan, bu kampanya yüzünden partinin oylarında düşüş olmaz.