12 Eylül referandumu öncesi AKP hükümetinin yaptıkları, Tayyip Erdoğan’ ın söylemleri ve siyaset tarzıyla, bugünü kıyasladığımızda öyle sanıyorum benim gibi bir dolu kişi de aynı soruyu soruyordur.
Askeri ve bürokratik vesayete karşı dik duran, statükoyla ve devlet içindeki karanlık odaklarla mücadele eden, yönünü batıya çevirmiş, insan haklarına, özgürlüklere önem veren, Kürt sorununu ülkenin en önemli sorunu kabul edip bu konuda demokratik açılımlar gerçekleştirmeye çalışan bir AKP yok artık.
Onun yerinde; Kürt sorununu barışçıl yollarla çözme yerine tek alternatif olarak silahlı mücadeleyi öne çıkaran, sistemle mücadele etmek yerine sistemin tüm olanaklarından yararlanmayı hedefleyen, devlet içine sinmiş karanlık odakları yendiğine inanarak şimdi kendisine devleti koruma, kollama görevi gibi bir misyon yükleyen AKP var.
Kasımpaşa’ lı hırçın, hırslı, bıçkın delikanlı havasının yanında bir o kadar duygusal, halktan yana ve bir o denli sisteme muhalif Erdoğan’ın yerine de kibirli, otoriter, muhalefete ve eleştiriye tahammülü olmayan, giderek tek adamlığa soyunmuş bir Başbakan görüyoruz.
Oysa eskiden Başbakan Tayyip Erdoğan, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ a göre daha bir devlet adamı gibi davranabiliyor, karşıt fikirlere ve eleştirilere daha hoşgörülü yaklaşabiliyordu.
Özellikle de hastalığından sonra daha bir tahammülsüz, kırıp döken, başkalarını ve eleştirel görüşleri kabullenemeyen, hatta yok sayan bir insan olarak görünmeye başladı.
Kuşkusuz üç dönem, üstelik de oylarını yükselterek iktidara gelmenin verdiği öz güven onu olduğundan çok daha farklı bir özelliğe büründürüyor olabilir.
Hatta kimi agresif tavırları; taktiksel bir manevra ya da kendi tabanına yönelik bir siyasi şov olarak da yapıyor olabilir.
Ancak hangi amaç ya da niyetle yapılıyor olursa olsun; bu sıkça yapılmaya başlanan; muhalefete, medyaya, iş dünyasına ayar çekme girişimleri artık sevimsiz olmaya başladı.
Gazetecileri, köşe yazarlarını mahkemeye vermek yerine, 12 Eylül referandumu öncesi verdiği sözleri yerine getirmeye çalışmasını istediğimiz Tayyip Erdoğan’ dan, AKP Genel Başkanı gibi değil de bütün yurttaşların Başbakanı gibi davranmasını bekliyor halkımız.
Faili meçhullerle ilgili sürece ve Sivas davası gibi kimi önemli davaların zaman aşımına uğratılması çabalarına sessiz kalan, Uludere’yle ilgili hala toplumu tatmin edecek bir açıklama yapmayan, AB hedefinden uzaklaşan, Kıbrıs politikasında eskiye dönen, askeri, bürokratik vesayetle uzlaşma yolunu seçen, yargı bağımsızlığı konusunda gerekli hassasiyeti göstermeyen bir Tayyip Erdoğan var.
Bir bakıma rotasını şaşırmış bir gemi gibi yalpalamaya başladı AKP.
Demokratik ülkelerde İktidara yön veren, rotasını belirleyen muhalefet partileri ve toplumun sivil dinamikleridir. Sendikalardır, Sivil Toplum Kuruluşlarıdır, Meslek Odalarıdır.
Sınıfsal kimliğini yitirmiş sendikalar, sırtını devlete dayamış meslek odaları ve AKP’ nin yüzde ellileri aşan halk desteği karşısında ezilen, proje üretmeyen, halkı küçümseyen, kendisini yenilemeyen, hatta yenilenme ve değişime ısrarla direnen muhalefet partilerinin; AKP’ nin bu otoriterleşen tavrında hiç mi sorumluluğu, günahı yok?
Aslında güçlü bir muhalefet iktidar için olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır.
Bugün AKP nin yanlış uygulamaları, demokratikleşme adımlarındaki gel-gitleri konusunda; iktidar karşıtlığını yöntem kabul etmiş muhalefet de en az onlar kadar hatalı ve sorumludur.
Salt AKP karşıtlığı yaparak hem kendilerini dar bir alana hapseden muhalefet partileri, hem de AKP ye otoriterleşme konusunda geniş bir alan açtıklarının farkında değiller.
Bir örnekle konuyu açmak gerekirse; CHP milletvekilleri Malatya da kurulan Nato Erken Uyarı Radar Üssüne girmek istediler, izin verilmeyince de hükümeti protesto ettiler.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; buraya giden milletvekilleri bir Nato üssüne girmeleri için kendilerine izin verilmeyeceğini bilmiyorlar mıydı? Diyelim, izin verilseydi ne yapacaklardı? Daha da önemlisi bu eylemin halk nezdinde karşılığı var mıydı?
Aynı biçimde eğitim sistemine ilişkin yasanın meclis komisyonlarında görüşülmesi sırasında takınılan tavır halktan ne kadar destek gördü? Komisyon çalışmalarını engellemek isteyen bir milletvekilinin çıkıp 12 saat konuşma yapmasına Kılıçdaroğlu dışında bir kişiden takdir ya da destek mi geldi?
Bütün bunları yapmak yerine CHP; dış politika konusundaki tavrını net ortaya koymalı! Örneğin Nato dan çıkılmasını mı istiyor, nasıl bir eğitim sisteminden yanadır? Bunları kamuoyuyla paylaşmak ve onların desteğini almak yerine bu tür göstermelik, şova dönük eylemler muhalefeti kısırlaştırdığı gibi iktidarı da pervasızlaştırıyor.
AKP nin yumuşak karnı Hrant Dink soruşturması ve Uludere katliamıdır. Ergenekon’ a karşı çıkmak, darbecilere destek vermek yerine faili meçhullerin üzerine gidin. Geniş halk yığınlarının duyarlı olduğu sorunlar üzerinden muhalefet yapın.
Ülke sorunlarına vakıf, bunlara ilişkin somut ve uygulanabilir projeleri olan, omurgalı siyaset yapan, halka önem veren, sistemi sorgulayabilen bir muhalefet ancak AKP nin yanlış uygulamalarına dur diyebilir.
Aksi halde AKP, tek kale maç yapmaya devam eder.