Buna büyük tesadüf mü diyeceğiz? İkisi aynı gün gündeme düşüyor. Yedi polisin bir erkeği nasıl dövdüğünü gösteren bir cep telefonu kaydı... Adını koyalım, nefret var o görüntülerde, hınç var. Yasalarla tarif edilmiş hiçbir suçun cezası bu değil; suç olsa dahi ceza vericiler onlar değil.
Aynı saatlerde Eyüp’te bir basın toplantısı... Emniyet Genel Müdürlüğü, altı bin adet sipariş edilen gıcır coplarını tanıtıyor. Adını koyalım, gurur var bu görüntülerde. “Ses efekti ve görüntüsüyle saldırganı caydırıcı bir özelliğe sahip. Taşınabilir, kolay ulaşılabilir olması, sorun ortadan kalktıktan sonra kapatılmak suretiyle tahrik unsurunun önüne de geçiliyor” diyor Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi Başkan Yardımcısı Ercan Taştekin. Sıra sıra dizilmiş polisler, çalışılmış bir koreografiyle coplarını açıp kapatıyor aynı anda. Sonra kurgu filmlere, dönem romanlarına, adabımuaşeret rehberlerine yaraşır o cümle geliyor: “Lütfen fiilinize son veriniz.” Alkışlar...
Siz hiç ilgili birimler için satın alınan vinçlerin, asfalt delme yahut ne bileyim kâğıt parçalama makinelerinin böyle bir şölenle tanıtıldığına şahit oldunuz mu? Ancak ordular yapar bu gösteriyi, bir de polis teşkilatları. Portatif copun açılıp kapanırken çıkardığı sesin caydırıcılığı hikâye; asıl caydırıcı olsun istenen bu gösteridir. Adını koyalım, tehdit vardır bu görüntülerde.

‘Gümbürtüye gidecekti’ 
Hafızalar tazelendi, iki gündür polis şiddetiyle canından olanlar, gördükleri kötü muamele ve işkenceye rağmen hukuk savaşında bitap düşenler geliyor aklımıza.
O görüntüleri Ömer Kurt hepimizden başka bir gözle izledi. 21 yaşındaki oğlu Şerzan, 2010’un mayısında ‘Muğla size mezar olacak’, ‘Kürtleri burada barındırmayacağız’larla başlayan saldırıda arkadaşlarını korumaya çalışırken bir sivil polisin silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetti. O memur Gültekin Şahin, olaydan dört gün sonra tutuklandığından, kendisini soruşturan belgelerde imzası vardı neredeyse.
Bugün güvenlik gerekçesiyle Muğla’dan Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledilen davanın duruşması var. İki yıldır ailece hastalıklarla uğraşıyorlar. Olayı ayrıca dramatize etmek istemiyorum fakat Ömer Bey bir sürü derdinin yanında kuru gözleriyle uğraşıyor. Kurumuş gözleri.
“Olayın faili meçhule gitmesi için ellerinden geleni yaptılar. Elimizde kırıntılar vardı, onlarla yürüyoruz. Bu tür olayların sonu hep böyle. Ancak iddianameyi hazırlayan savcı bana kalırsa idealist bir savcıdır, hukuktan ve insanlıktan nasibini alan biridir. Tahkikat soruşturmasını okudum, bir sürü sıkıntıyı kendim gördüm. Konumu itibariyle işi zor. Ama toplumsal baskı, medyanın hassasiyeti önemliydi. Bence savcının inadı olmasa gümbürtüye gidecekti. O ağır travmayı taşırken insanlığı hiç elden bırakmadık, hep kardeşlik, barış çağrıları yaptık. Bunun medyanın üzerinde olduğu kadar resmi kurumlarda da etkisi olduğunu düşünüyoruz. Muğla Emniyeti’nin bile tavrı değişti sonra” diyor Kurt. 90’larda Diyarbakır ve çevresinde göreve başlayan Şahin’in lakabının ‘Derin’ olduğunu duymuş.

‘Asıl neden Kürtçe’ 
“O Fatih’teki görüntüleri gördüğümde Şerzan’ın öldürülmesi gözümün önüne geldi. Oğlumun vurulma nedeni adının Şerzan olmasıdır, Kürt olmasıdır. O olayda da yol alma-verme hikâye, asıl neden adamın Kürtçe konuşması. 30 yıldır bazı insanlar çok ağır bir şekilde ötekileştirilmiş. Böyle ufak bir tartışma işkence görmelerine, hatta ölmelerine sebep olabiliyor.”
İtiraz ettikleri raporlar acaba bu celseye yetişecek mi? Tüm üstünü örtme çabalarına rağmen Kurt ailesini ümitlendiren ‘kırıntılarla’ adalet yerini bulacak mı? Batman’daki mahallesine açılan Şerzan Kurt Parkı’nın yanından geçip mezarlığa giderken bunları düşünüyor Ömer Kurt. “Biz doğuda çektik, batıda bir üniversitede huzur bulur” diye Muğla’ya gitmiş Şerzan oysaki...