Biri belki börek yaptı mı size de veren komşunuz, belki biriyle işyerinde aynı tavana bakıyorsunuz. Belki biri öğrenciniz, öğretmeniniz; belki biriyle aynı konserlerde aynı şarkıyı söylüyor, aynı yazarın kitabı çıktığında seviniyorsunuz. Hatta belki konu ‘oralara’ gelmeden içindeki nefreti fark edemeyeceğiniz çok daha yakınınız... Bir insanın oğlu intihar etmiş, bir bakmışsınız “Oh olsun” yazmış, “darısı babasının başına” diyebilmiş. Bu bir insanlık meselesidir.
Sosyal medya denilen yer yalnızca insanların aslında ne düşündüğünü göstermiyor. Nefretin kerteriz bulmasını, çıtanın yükselmesini de sağlıyor. “Aslında böyle yazabiliyormuşuz” diye düşünüyor, üzerine bir daha ekliyor.
İroniktir, nefret suçlarıyla ilgili muhtemelen ilk önergeyi veren milletvekili Sırrı Sakık’tır. 30 Nisan 2010’da Meclis Başkanlığı’na yollanmış. Sakık, özellikle iki mevzu hakkında soruşturma açılmasını teklif ediyor. Biri, Ahmet Türk’e atılan yumruk sonrasında ‘Adaletin Tokmağı’ başlıklı yazı yazan gazeteci... İkincisi de Ankara Gölbaşı Belediyesi’nin İl Genel Meclisi toplantısında, o tarihten üç yıl önce hayatını kaybeden ve Gölbaşı Mezarlığı’na gömülen eşi Gülsima Sakık için “Teröristlerin eşini buraya defnettiniz” diyen MHP’li üye. Aynı zamanda artan nefret suçlarına dair çalışmanın olup olmadığını, Meclis’te Nefret Suçlarıyla Mücadele Komisyonu için girişimde bulunmayı düşünüp düşünmediğini soruyor.
Önerge, süresini aştıktan sonra, 22 Ekim’de cevaplanıyor. Soruşturmayı savcı açar, komisyon için de biz bir yazışalım, size döneriz minvalinde cevap veriliyor.
Bütün Kürtleri, ‘Türkler tarafından kurtarıldığı için minnettar olmaları gereken’ Yahudileri, onca çabaya rağmen hâlâ yok olmamış bir avuç Ermeniyi, Rumu, Laz, Çerkes ve de Aleviyi, kimi buraların ‘sahibi’ görmüyorsanız sürün mesela. Hatta haktan, demokrasiden falan söz eden ‘Türk asıllıları’ da... Her şeyin ‘tek’ olduğu nezih bir ülke kurun kendinize. Sanıyorsunuz ki içinizde ziftleşmiş bu nefretle mutlu olacaksınız. Üç vakte kadar bir nedenden birileri daha az Türk, daha az Sünni olur. Birbirinizin gözünü oyarsınız.
Sabah’ın haberi yanlış ve etik dışıdır!
Kimilerinin bilerek, kimilerinin bilmeden yaptığı bir kötülükten daha söz etmek isterim. Lafı hiç dolandırmayacağım, dün Sabah gazetesinin manşetinde yer alan N.Ç.’nin hayalini gerçekleştirerek hukuk fakültesini kazandığı haberi doğru değildir. Öyle bir şey olmadı. İsmi geçen dönemin İstanbul İl Sosyal Hizmetler Müdürü Kahraman Eroğlu, daha önce de N.’nin çok yakınıymış gibi verdiği bir beyanatla, mahrem bir konunun yanlış şekilde tartışılmasına neden olmuştu. Yıllarını bu işe vermiş birinin bunları öngörebilmesi gerekirdi. Keza burada da değil kulağına geleni söylemek, bunu soran gazeteciyi engellemesi icap ederdi.
Haber hem ilgisiz bir kişinin uzaktan duyduğu bir bilgiye dayandırıldığı ve doğrulatılmadığı için hem de lalettayin mozaiklenmiş fotoğrafına yer verdiği için etik dışıdır. Ayrıca hukuk fakültesini kazanmış bile olsa böyle deşifre edici detaylarla yazılması doğru mudur diye soracağım, içinde ‘gazetecinin görevi’, ‘kamuoyunun haber alma hakkı’ geçen açıklamalar duyacağım, onu da biliyorum. Anlıyorum ki ben gazeteci değilim. O fotoğrafı nasıl içiniz rahat basabildiğinizi de bir insanın hayatıyla ilgili böyle bir bilgiyi kendisinden izin almadan, üçüncü-beşinci şahısların kulağınıza gelenlere göre nasıl yazabildiğinizi de aklım almıyor. Yaratabileceği tehlikeyi görmüyor musunuz?
Yaşadıklarının ardından onun avukat olması, kadın davalarına bakması, bu hikâye için dokunaklı bir son gibi geliyor olabilir kulağa. Çok insanın onun için sevindiğinin farkındayım. Ama bildiğim, onun tek hayali var, o iki harfin bir daha yan yana gelmemesi, iyi ya da kötü hakkında tek satırın dahi yazılmaması. Böyle simge haline gelmiş bir davada zor, ama istediği bu. Hiçbirimize başka bir laf düşmez; hepimiz bunu ona borçluyuz. Mecbur kalmasam bu kadarını bile yazmazdım.