Şöyle sormak daha kolay: Türkiye tarihinde üzerinden başarıyla atlanmış toplumsal çapta bir travma var mı? 
Yok maalesef. Travmalarla yüzleşme konusunda, devlet ve de toplum düzeyinde gayet özürlüyüz. 

Neden? 
Kısaca cevaplamak zor. İslam kültürüne dayanan nedenleri olabilir. Mesela Hıristiyanlıkta günah çıkarma, yüzleşme pratikleri daha ön plandadır; mezarlıklar da öyle. İslami kültürde eski üzerine konuşmak tercih edilmez; daha bugün ve gelecek yönelimlidir, yas tutmak çok bilinmez. Bir de tabii Osmanlı’nın son dönemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki travmatik süreç var. Bunun ölüm-kalım savaşı gibi düşünülmesiyle birçok suçun, günahın ve incinmenin üzerinin örtülmesi... Bu ıztıraplı sürecin üzerinin kapatılması, açılırsa mahvolacakmışız, dağılacakmışız gibi düşünülmesi... Resmi ideolojinin çok katmanlı bir sürü yalanla bezeli olması... Bunların hepsi yüzleşmeyi zorlaştırıyor. Son 10-20 yılda ittire kaktıra, yetersiz de olsa, gerek Kürt meselesinde, Ermeni meselesinde, genel olarak azınlıklar konusunda çoğu gayriresmi düzeyde bazı adımlar atıldı. 

Fiili çok kullanıyoruz ama hakikatte sağlıklı yüzleşme nasıl tesis edilir? 
Birkaç düzeyi var. Biri siz gazetecilerin iyi bildiği 5N-1K. Ne, ne zaman, nasıl oldu, kimler yaptı? Bu bilginin toplumsallaşması lazım. Meclis araştırma komisyonları üzerinden olabilir, Türkiye’de henüz yasal statüsü olmayan hakikat komisyonları, basın ya da ders kitapları üzerinden olabilir. Bugün ‘Kürtler var mı?’, ‘Kürtçe diye bir dil var mı?’ diye sormuyoruz ama yaşı yetenler 30 yıl önce bunu demenin nasıl problemli olduğunu bilir. 80 yıl boyunca geniş bir grup insanın, sadece Kürt olduğu için başına bilumum şey gelmesi ne demektir? Ne tür öfkeler, incinmeler biriktirmiştir? Gereği gibi yüzleşilmediği için Türkiye toplumunun büyük kesimi, Kürtlerin sosyal ve psikolojik olarak ne yaşadığını hissedemiyor. Çoğunluk, anadili Kürtçe olan bir çocuğun döve döve Türkçe öğrenişini hissedemediği müddetçe Kürt meselesinde iki metre bile gidemezsiniz. Açılımla birlikte kapsamlı bir yüzleşme faaliyeti uygulansaydı bugün Türkiye başka olurdu.
Yüzleşmenin ikinci aşaması da yasalar ya da semboller düzeyinde bu travmatik sürecin bugün var olan izlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Kürtçe yer ve insan isimlerinin özgürleştirilmesi gerekli. Kürtleri ezmiş, işkence etmiş kişilerin adları bir yerlerden silinir, kahraman görünmelerine engel olunurken, mağdurların onurlandırılması, tazminat/tamirat mekanizmalarının kurulması gerekli. Belli yerlere isim verilir, heykel dikilir, anıtlar, müzeler açılabilir. Eğitim sisteminin bu gözle elden geçirilmesi şart. Kolektif hafızamızda radikal bir dönüşüm demek bütün bunlar. 

Döverek Türkçe öğretilen Kürt çocuğunu Kürt olmayanların hissedebilmesinden söz ettiniz. Bu aslında en kolayı; bir dakika samimi düşünmek yeter. Ama gerçek hayatta da en zor kısmı. İleri bakınca ne görüyorsunuz? 
En zor kısmı, çünkü resmi ideolojinin insani yanımızı, empati kapasitemizi kısırlaştırıcı işlevi var. Bir-iki yıl önce daha iyimserdim. Türkiye tarihinin en büyük paradokslarından birini yaşıyoruz. 30 yıl sonra tarihçiler şöyle yazabilir: “Ne ilginç dönemmiş ki iktidar partisi AKP, o zamana dek hiçbir iktidarın cesaret edemediğini yaparak yıllardır çok şeytanlaştırılmış bir örgütle, PKK’yla müzakere masasına oturdu. Ama aynı iktidar inanılmaz beceriksizlik ve basiretsizlikle askeri çözüm takıntısında ısrar etti ve ülkenin çok kanlı bir bölünme sürecine girmesine yol açtı.” Çözümsüzlük ihtimali artıyor ve üzgünüm bunun sonu kapsamlı bir içsavaş olabilir. Türkiye, Çekoslovakya da değil; dostça ayrılalım diyemez. Acilen bir şey yapılmaz da böyle birkaç yıl sürerse, Kürtlerin de, Türklerin de önemli kısmı artık birlikte yaşamak istemeyecek. 

Öneriniz ne? 
İki önkoşul var. Bir, şiddetle çözülemez. İki, eşitlik temelinde çözülebilir. Devlet de, PKK da bu noktaya gelmedikçe çözülemez. Diyorlar ki PKK silahları bırakmadan müzakere edilemez. Bu temenni olabilir ama PKK, binlerce kişilik, milyonlarca destekçisi olan bir yapı. Silahları bıraksınlar deniyor. Neye göre, nasıl bıraksınlar? Uygun koşullar sağlamadan bunu talep etmenin pratik bir karşılığı yok. Barışçı bir çözüm çerçevesi sunarsınız, birileri mızıkçılık yaparsa o zaman lafınızı edersiniz. Seçimden önce Başbakan “Biz olsak asardık” dedi. Ya da her vesileyle büyük bir kibirle anadilde eğitim olamayacağını söylüyor. Böyle ortak zemin bulamazsınız. Siz gerekli adımları atarsanız, diğer tarafın şiddet kullanımını mahkûm edebilirsiniz. O zaman herkes de arkanızda durur. Oysa hükümet özellikle son seçimlerden sonra “Kürt sorunu bitti. PKK’yı da askeri olarak bitireceğiz” hezeyanı içinde. Kürt sorununun ne denli katmanlı olduğunu idrak edebilmiş değiller. Birkaç hamleyle hallederiz sandılar, kazın ayağı öyle çıkmayınca eski askeri reflekslere çark ettiler. PKK da Kürt meselesinin bitmediğini kabul ettirmek için meşrebince hamleler yapıyor. PKK’nın meşrebinin de öteden beri epeyce geniş olduğunu biliyoruz. Zaman zaman sivillere yönelik, terör sınıfına sokulabilecek, insanın kanını donduran eylemler de yapıyorlar. Karşılıklı bu hamleler toplumsal dokumuzu her seferinde daha da çürütüyor, aradaki mesafeyi açıyor. 

Tek travma bu da değil. Geçmiş kıyımların üzerine gündelik siyasetle beslenen bir açık yara da Alevi-Sünni hattında. Aslında birinin çözümü, diğeri için de bir şey söylemiyor mu? 
Tabii, aslında Kürt ya da Ermeni sorunu dediğimiz Türk sorunu. Çözüm için Türklüğü yeniden tanımlamamız, Türkiyelilik üstkimliğini sindirmemiz lazım. Şu anda Türklük hâkim unsur, gerisi ‘diğerleri’. Sünnilik asıl İslam; Alevilik başka bir şey. İki bakışta da eşitlik yok. Bunda ısrarın tek sonucu toplumu bölmektir. Öteden beri Türk milliyetçiliğinin ülkedeki en büyük bölücü odak olduğunu söylerim. Böyle giderse sahiden bölecek.

‘Beklentinin üzerinde başvuru oldu’
Murat Paker’in koordinatörü olduğu Travma Çalışmaları Sertifika Programı, Türkiye’de bir ilk. Bilgi Üniversitesi’ndeki program, 12 Eylül’den Türk-Kürt çatışmasına, depremden aile içi şiddete, örtülmeye çalışılan her tür kıyım/katliam/ hakikat yüzünden travmatize edilenlerle çalışacak eleman yetiştirmeyi hedefliyor. (//travma.bilgi.edu.tr)
“Uzun yıllar New York’ta yaşadım. Orada dostum klinik psikolog Jack Saul’un kurup direktörlüğünü yaptığı Uluslararası Travma Çalışmaları Programı vardır. Zamanında katılmıştım da. Türkiye’de benzer bir program için temastaydık. İki modül tanımladık. Birincisi, klinisyen olmayan, travma mağdurlarıyla çalışan avukatlar, gazeteciler, STK çalışanları travma psikolojisine dair temel eğitim alabilecekler. Bir de travma mağdurlarıyla psikoterapi ya da psikolojik danışmanlık ilişkisi üzerinden çalışan psikolog, psikiyatri, aile hekimi olan klinisyenlerin katılacağı daha yoğun bir program var. Başvurular sürüyor ama birinci modüle, klinisyen olmayanlardan beklentimizin üzerinde başvuru oldu. Türkiye politik şiddet üzerinden gelişen travmalar konusunda öteden beri ‘bereketli’ bir ülke. Doğrudan travmatize edilen milyonlarca insanın yanında, onun üç beş katı kadar da dolaylı mağdur var. Birkaç damardan ilerleyen bu travmalara dair epeyce kapsamlı bir program oluşturduk, bakalım…”

Kimdir?
Bilgi Üni. Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Paker, klinik psikoloji lisans eğitimi sonrası New York’ta travma/işkence mağdurlarına psiko-sosyal hizmet veren bir merkezde çalıştı. Bu konuda çok sayıda uluslararası yayının dışında ‘Psiko-Politik Yüzleşmeler’ (Birikim Yay.) adlı bir kitabı var. 2008’den beri Türkiye’nin ilk (gayriresmi) hakikat komisyonu olan ‘1980-84 Diyarbakır Cezaevi Gerçeklerini Araştırma ve Adalet Komisyonu’nun üyelerinden.