Geçen yıl Cumartesi Anneleri’yle ilgili kitap ve sergi çalışması yapan Veysi Altay; daha sonra kayıplarla, faili meçhul cinayetlerle dolu 90’ların o karanlık dönemiyle ilgili bir belgesel yapmaya karar verdi. Çerçeveyi ‘Botan kayıpları’ olarak daha geniş tutacakken, ilk durağı olan Cizre’de kararını değiştirdi. Belgeseli ‘Devletin kendini gizleme ihtiyacı bile hissetmediği yer’ olarak tarif ettiği Cizre’yle sınırladı. 2009’dan beri jandarma subayı emekli Albay Cemal Temizöz, üç itirafçı ve üç köy korucusunun 1993-95 yıllarında Cizre’de işlediği 20 cinayetten yargılandığı davanın sürmesinin de bu kararda etkisi vardı. Temizöz, bu dönemdeki faaliyetlerinden ötürü şimdiye dek yargılanan en yüksek rütbeli subaydı.
Ağrılı Veysi Altay, daha önce İnsan Hakları Derneği ve Uluslararası Af Örgütü’ndeki görevleri vesilesiyle de Cizre’de bulunmuş, aileleri daha önce de dinlemişti. Kimi kelimenin tam anlamıyla vahşi cinayetlerin ardından karakola gidip şikâyette dahi bulunamamış insanlardı. Cesaret edip de misal Temizöz’den şikâyetçi olacaklara “Dilekçenizi kendisine verin” denmişti. Bazen dilekçelerin yırtılıp suratlarına atıldığını, üzerlerine köpek salınabildiğini yahut gözaltına alındıklarını anlatıyorlardı. Altay, bir kısmı davaya müdahil olmuş 45-50 aileyle görüştü, sekiz hikâyeyi anlattı. Bu sözlü tarih çalışmasına ihtiyacımız olduğunu düşünüyordu. ‘Faîlî Dewlet’ böyle doğdu.
Belgeselde, sonradan ifadelerini geri çeken itirafçıların aslında ailelerle nasıl aynı şeyi anlattıklarını görüyorsunuz. Bir de ilk kez gün ışığına çıkan arşiv görüntüleri var. Mesela o dönem Haşim Haşimi’yle yapılmış röportaj... Bir de Altay’ın tesadüfen bulduğu birçok şeyin belgesi olan kayıtlar var. JİTEM, polis, asker, güvenlik güçleri tarafından çekilip sonra el değiştirdiğini düşündüğü görüntüler bunlar. Ya da o dönem anaakım medya muhabirlerinin kaydettiği ama asla kullanılmayan kayıtlar...
‘Faîlî Dewlet’, kısa süre önce İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün hazırladığı ‘Adalet Vakti/ Türkiye’de 90’larda Gerçekleşen Faili Meçhul Cinayetler ve Kayıplar İçin Cezasızlığın Sona Erdirilmesi’ başlıklı raporu daha iyi kavramaya yarayan görsel bir kaynak aynı zamanda. Yıllardır her cumartesi toplanan Cizre Anneleri hiçbir duruşmayı atlamıyor. Filmin ilk gösteriminde de dört aile vardı. Altay, bazılarının usul usul küfrederek, söylenerek izlediğini söylüyor belgeseli. Sordum hiçbiri yazabileceğimiz cinsten değilmiş.
Belgeselde de geçiyor, hep duyarız da. O dönem öldürülenlerin hepsinin kimliği alınıyor ve biriktiriliyor. Hâlâ duruyor mudur sizce o kimlikler?
Aileler söylerdi, itirafçılar da bahsetti. Kanıtımız yok ama o dönem halk arasında ‘kelleciler’ tabir edilen insanlar vardı. Temizöz’ün böyle bir ekibi vardı. Öldürdükleri insan karşılığı para alırlardı; örtülü ödenekten, bütçeden, bir yerden… Kimliklerini almalarının nedeni “Bu kadar terörist öldürdük” diyebilmekti. Devletin arşivlerinde hâlâ duruyor olabilir. Mesele Cemal Temizöz ya da Abdülhakim Güven, Kamil Atağ gibi üç-beş kişi değil. Bu bir devlet politikasıydı; MGK’larda kararlar alınırdı, Özel Harp Dairelerinde planlar yapılırdı, bölgede de tetikçiler görevlerini yapardı. Kimse kimi öldürdüğünü sormuyordu zaten.
Sınırlı sayıdaki raporda da ya “PKK öldürdü ya da PKK’li öldürdük” diye geçiyor. O dönem öldürülmüş çok çocuk var; 12-13 yaşında… En ufak bir politik bağı olmayanlar bile güpegündüz öldürülüyor. Cizre’yi seçmemin bir nedeni de bu: Devletin en açık cinayet işlediği yerlerden. Devlet kendini gizleme ihtiyacı duymamış. Diyarbakır’da daha çok kaybedilmiş insan vardır. Alınmışlar, cenazeleri bulunamamış. Cizre’de öyle değil. Öldürenlerin hepsi biliniyor. Biri gözaltına alındığında insanlar “Hangi araçla?” diye soruyor birbirine. Çünkü hangi araçla alındığında başlarına ne geleceğini biliyorlar. Toros’la alınırsan şu olur, panzerle alınırsan bu olur…
Davanın akıbeti ne olur bilmiyoruz ama yine de nasıl oldu da Cemal Temizöz o dönemki cinayetler için şimdiye dek yargılanmış en yüksek rütbeli olabildi? Cizre ölümlerini ya da Temizöz’ü ayıran neydi?
Bence devlet artık kaçamadı. Koruculuk yapan bir kişi çıkmış, yaptığı her şeyi anlatıyordu. Kaçamadılar. Kişisel fikrim; Temizöz Kayseri’ye atandı, orada bazı ihalelere karıştı. Kendi içlerinde, örneğin Fethullahçı diyebileceğimiz gruplar arasında çatışmalar yaşandı. Bir intikam duygusu gelişti diye tahmin ediyorum. Temizöz kurban edildi biraz. Katıldığım birkaç mahkemede “Devletin verdiği görevi yaptık, kurban ediliyoruz” dediklerinde de katılmıştım çünkü benzer binlerce insan var, onlar seçilmiş yargılanıyor.
Şu anda sanki her şey Temizöz’ün ya da Kamil Atağ’ın kendi kararıymış gibi. Kısmi bir haksızlık bu. Davadan kaçamadılar ama genişletmediler de. İtirafçılar sonra itiraflarını geri almış olabilir. Ailelerin anlattıklarıyla yüzde 95 aynı şeyleri söylüyorlar, aynı yerleri tarif ediyorlar. Bir de tabii işledikleri 20 cinayetten yargılanıyorlar sadece. Sadece 20 cinayet işlemediklerini biliyoruz. 300-350 insandan söz ediliyor. O 20 ailenin de tamamı halen ifade vermiş değil. Üç yıl oldu. Davanın bu şekilde ilerlemesi devletin bir şekilde bunun üzerinden kendini temize çıkaracağı anlamına da geliyor. Devletin iradesiyle açılmış bir dava değil ama o yedi kişi ceza alırsa “İşte biz faili meçhul cinayetleri yargıladık, cezalandırdık” olacak.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün tam da davayla ilgili bir raporu yayınlandı kısa süre önce. Oradaki uyarılara ekleyeceğiniz var mı?
Kısmen okudum. Zaman aşımı, davanın dar tutulması ortak kaygımız. Raporda katılmadığım bir nokta, hükümetin son süreçte olumlu adımlar attığının söylenmesi. Bence adım yok. Benim için pratik adım önemlidir. Erdoğan, Cumartesi Anneleri’yle görüştü, “Bu benim meselemdir” dedi, iki yıl geçti, hiçbir şey olmadı. Ape Musa dedi, Cegerxwin’den bahsetti, Diyarbakır’da ismi yasaklandı. CHP gibi statükocu, devletçi, Kemalist, bu ceberrut rejimin sahibi diyebileceğimiz bir parti kayıplarla ilgili komisyon kurma önerisi getirdi, AKP reddetti. İsmi bu cinayetlerde zikredilen bazı isimler hâlâ siyaset yapıyorsa o dönemle yüzleşme şansınız sıfır zaten.
Ayhan Çarkın, Arif Doğan, Abdülkadir Aygan, hepsi bir sürü şey itiraf etti, hiçbirine soruşturma, dava açılmadı. Bir Ergenekon koydular önümüze, insanlık suçu işleyenler hükümete darbe yapacaklardı diye yargılanıyor. Hiçbiri yaktığı köy, işlediği cinayet ya da tecavüz ettiği kadından dolayı yargılanmıyor. AKP olumlu adım atıyor derken neyi esas alacağız? Bir Temizöz davası var elde, onun da AKP’yle ilgisi yok. İsmi geçen generaller, jandarma bölge komutanı, bir sürü insan var. Sadece davanın açılmasına yol açan Binzet’in mektubu çerçevesinde tetikçi birkaç kişi yargılanıyor. Onun dışında raporun kaygılarına katılıyorum tabii ki.
‘Atış serbest’deniyor sonra...
“Süleyman Gasyak’ın taksi olarak çalıştırdığı bir Toros’u var. O gün dört kişiler: Yahya Akman 13, Aziz Gasyak 14 yaşında. Bir de Ömer Candoruk var. Botan Karakolu’nun orada eip durduruyor. Birlikte giderken Candoruk kendini arabadan atıyor. Kalaşnikovlarla tarıyorlar, yaralı halde bagaja atıyorlar. Uzaktan gören kadınlar var. Kalan üçünü de tarayarak öldürüyorlar. Yahya’nın altın yüzüğünü almak için parmağını kesiyorlar, kesilen kulaklar, burunlar… Aileler şahitlerin tarif ettiği yola gelince üzerilerine toprak atılmış cesetleri buluyor. Toros’a da el koyuyorlar, plakasını değiştirip JİTEM’in aracı olarak kullanıyorlar. Düşünün o araba her gün ailenin evinin önünden geçiyor. Davut Amca’nın hikâyesini de unutamam; beş çocuğunu ve eşini öldürüyorlar. Aydın Binbaşı denen birinin talimatıyla gerilla kıyafetli üç kişi geliyor. Aileden Lokman’ı istiyorlar, vermeyince “Atış serbest” deniyor. Biri üç, biri beş yaşında çocuk, biri de sekiz aylık bebek. Filmde olaya şahit olan Lokman Elgün’ün eşi anlatıyor cesetlerden kapının nasıl açılmadığını… Bir hafta sonra Aydın Binbaşı köye gelip hepsini kendisinin öldürttüğünü, bu konuda konuşanları da öldürteceğini söylüyor. Aile hiçbir şey yapamıyor… Tutanak, soruşturma, hiçbir şey yok...”