Kadiköy’de arkadaşlarımla buluşmayı sevdiğimiz antikacılar çarşısındaki her zamanki mekanımızda oturmuş bira içiyorduk, konu nereden geldi bilmiyorum, film festivalinde seyrettiğim iğrenç bir filmden sonra Baylan Pastanesi’nde oturup nasıl pasta yediğimize geldi. Bu arada oturduğumuz mekanda biranın yanında aşçının kendi mutfağında yaptığı cipslere bayılıyorum, tatları annemin pişirdiği açaçların tadının aynısı.

Arkadaşım dedi ki, size bir Yunan filmi tavsiye edeyim onu seyredin. Olur dedik, biz seyretmeyenler. Hatta hızımızı alamadık, on beş günde bir film eleştirisi günü düzenlemeye karar verdik.

Ertesi gün o lanet filmi seyrettim. Daha doğrusu her saniyesinde kapatmak için parmaklarım kaşındı, filmden nefret ettim, oyunculardan nefret ettim, iyi oyuncu olduklarını düşündüm ama yine de nefret ettim, film gecesinin daha ilk gününden su koy vermemek için oturup sonuna kadar seyrettim.

Seyrederken içimde küçücük bir umut vardı elbet. Birinin o gerzek döngüyü kıracağını umut ettim hep ama olmadı. Film çok üzgün, mutsuz bitti.

Filmin sonunu anlatmakta hiçbir sakınca görmüyorum çünkü filmler sonu için seyredilmezler.

Efendim, yönetmen Giorgos Lanthimos çektiği üç uzun metrajlı filmin arasında kendisinin en fazla tanınmasını sağlayan filmi “Dogtooth” yani “Köpek Dişi”, aynı zamanda birçok yönetmenin filmine de benzetilmiş, tarzı yüzünden. Onlarla birlikte anılmış ama ben haksızlık etmemek için onlardan bahsetmeyeceğim.

Konusuna gelince üç çocuk, manyak aileleri tarafından, neden olduğu açıklanmayan bir sebepten dolayı toplumdan izole bir evde, doğduklarından beri yaşamaktalar.

Bu çocuklara kelimelerin manası bile anne babaları tarafından değiştirilerek öğretilmiş.

Mesela tüfek, kuş demek.

Seyahat, yer kaplaması.

Kuku, lamba.

Zombi, çiçek demek.

Kedi bile görmemişler hayatlarında. Bahçeye bir tane giriyor, evin gerzek oğlanı onu derhal öldürüyor. Kıllanıyor hayvandan, ne olduğunu anlayamıyor çünkü.

Şapşal babaları Mercedes’i ile eve geliyor her akşam. Sürgülü dış kapı açılıyor, adam arabası ile içeri giriyor. Sanki kapının dışı başka bir gezegen. Zaten bahçeyi çevreleyen duvarın gerisinin bilinmeyen bir yer olduğunu düşünüyor çocuklar.

Evde bir sürü aptalca şey oluyor ama en önemlisi, evin ahalisi 3 çocuk ve anne babadan oluşmasına rağmen, toplumdan izole olmuş bu çocuklar renksiz ve kokusuzlar.

Sevimsizler.

Ruhsuz görünüyorlar.

Resmen uzaylı gibiler.

Dans etmelerinde bile ışık yok.

Oyun oynuyorlar, onlar bile çocuk yaratıcılığından yoksun.

Belki toplumun dışında kalan biri ancak böyle olabilir diye düşündüğü için senarist ve yönetmen öyle karakterler yaratılmış ama seyirci olarak da başka türlü düşünemiyor insan.

İnsan sosyal bir varlıktır diye kim söylemiş hatırlamıyorum ama gerçekten sosyal bir varlıkmış.

Baba her hafta çalıştığı fabrikanın güvenlik görevlisi kızı eve gözleri bantlı bir şekilde getiriyor. Amacı oğlunu sosyalleştirmek. Kıza yıkandın mı diye soruyor, saçlarını yıkadın mı diyor.

İşin garibi karısı ile sevişmeden önce de karısına aynı soruları soruyor.

Birbirlerini köpek gibi yalıyorlar falan.

Kızı, babası ona balık oltasını versin diye annesinin babasının kulağını yaladığı gibi yalamayı teklif ediyor. Sonuçta onun bir mükafat olduğunu biliyor. Ama derinlere inmeyi beceremiyor, zekası.

Oltayla akşamdan babasının havuza attığı balıkları tutuyorlar zaten.

Oğlan odaya sokulan kızın soyunması karşısında öyle bakıyor kıza mal mal, kız ona yardım etmeden ilişkiye girmeyi akıl edemiyor bedeni, nedense.

Gökyüzünde bir uçak geçiyor, önce sesini duyuyorlar, anne görünmeden köşeden oyuncak bir uçak fırlatıyor havaya, çimenlere düşen oyuncak uçağı gökyüzünden düştü sanıyor çocuklar.

O kadar sığırlaştırılmışlar.

Eve bir köpek alacaklar. Bu arada köpek eğitim merkezinde eğitimde. Dışarıdan geldiği belli olmayacak gibi robotlaştırılıyor sahibinin isteğine göre.

Evin annesi de hamileyim diyor, ikiz sanırım.

Baba çocuklara durumu açıklıyor, anneniz iki insan bir köpek doğuracak haberiniz olsun. Şımarıklık istemiyorum. Herkes odasını ve oyuncaklarını paylaşmak konusunda yardımcı olacak.

Eve gelen güvenlik görevlisi kız önce çocuklarla babanın istemediği şekilde ilişkiye giriyor. Onlara hediyeler veriyor. Bunlardan bir tanesi Rocky filminin cd çaları. Kızlardan büyük olanı böylece dış dünyadan film sayesinde haberdar oluyor. Filmdeki tüm diyalogları ezberliyor.

Baba çocuklarına evden çıkabilmeleri için sağ ya da sol köpek dişlerinin düşmesi gerektiğini söylüyor. Böylece rüştlerini ispatlamış olan çocuklar evin sınırlarının dışına çıkabilecekler.

Filmi seyreden kız, sürekli sızlanmaya başlıyor. Köpek dişinin sallandığını söylüyor. Ama dişini kontrol edenler onu yalanlıyor.

Evin babası erkek kardeşe her hafta gelen güvenlikçi kızın ailesinin düzenini bozmasından çok rahatsız oluyor ve güvenlikçi kızın görevini artık sol köpek dişinin ağrıdığını söyleyen ablanın yapması gerektiğini ilan ediyor.

Abi ile kardeş birlikte oluyorlar.

Ben bu ruhsuz kardeşlerin bu iğrenç olaydan da etkilenmeyeceğini düşünmüştüm.

Ama abla kendisine zorla bir şey yaptırıldığı için mi yoksa abisine, anne ve babası tarafından zorla yaptırıldığı için mi bilinmez o gece köpek dişini kendi söküp babasının her gün dışarı çıkmak için kullandığı arabasının bagajına saklanıyor.

Abisi onunla birlikte olduktan sonra yatakta yanına uzandığında ona, gayet tiyatral şekilde, eğer bir daha bana bunu yaparsan seni sikerim diyor, sen ve çeten buradan defolup gideceksiniz. Oğlan da aptal aptal suratına bakıyor.

Filmin sonunda, başından itibaren biriktirdiğiniz umutlarınız taş olup yüreğinize çöreklendiğinde, yönetmen o salak babanın arabasının bagajını gösteriyor bir süre, siz de hadi kızım arala şu kapağı, çık o lanet olası yerden, kurtar kendini ailenin sokuk dünyasından diye bekliyorsun ama kapak açılmıyor.

Bu film önce ailemizin sonra toplumun biz izin verirsek bize neler yapacaklarının abartık hali.

Bence seyredin ve kendinize çeki düzen verin.

Kimsenin kabusu olmayın.

Kimsenin kabusunuz olmasına izin vermeyin.

Kimsenin kulağını canınız istemedikçe yalamayın.

Güzel günlerde görüşelim, hepsi iyiliklere vesile olsun.